Bugün hakikat arayışımızda sosyal medyanın tarihsel gelişiminden Platon’un mağara benzetmesine bir yol alacağız.
Bundan yıllar yıllar önce, Platon (d. M.Ö. 427 - ö. M.Ö. 347) Devlet eserinde mağara benzetmesi yapar. Bir mağarada sırtlarını ışığa dönmüş ve zincirlenmiş insanlardan bahseder. Bu insanların arkasında ateş yanmaktadır ve ateş ile insanların arasında alçak bir duvar bulunmaktadır. Bu duvarın arkasında da başka insanlar bulunmaktadır. Mağara içindekiler sırtları dönük ve bağlı oldukları için bu insanları göremezler, bilemezler; sadece gölgelerini ve yansımalarını görürler ve gerçek sanırlar. Duydukları seslerin bu gölgelerden geldiğini düşünürler. Oysa hakikat mağaranın dışındadır.
Günümüz dünyasından sosyal medyayı Platon’un mağarasına benzeterek, benzetmenin benzetmesini yapacağım. Sosyal medyanın gelişimi 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde çok farklı bir noktaya gelse de geçmişini abaküse kadar götürebilirim. Yani yaklaşık olarak M.Ö 300’lere. M.Ö.’den önceki dönem gelişmeleri ile hakikat arayışı arasında kurmaya çalıştığım bağlantının bir benzerini yaşadığımızı ifade etmenin bir yolu olarak eş zamanlılık, teknoloji ve insanlığın gelişimi insan ruhunun engebeli arazisinde yol almaya devam ederken, her türlü teknolojik gelişmeye karşı insanlık hallerinin pek de mesafe kaydetmediğini görmek çok düşündürücü. Bunun nedeni kendine dair gerçekliği gölgeleme ihtiyacı olabilir mi? Milattan önce sorulmuş soruları hala sormamızın nedeni ne olabilir? Medya deyince önce söz sonra yazı sonra matbaa, fotoğraf, kamera, internet, dijital platformlar zinciri içinde zamanda bir sıçrama yaparak 1950’lere geleceğim. Soğuk savaş dönemi geriliminden ortaya çıkan teknolojik gelişmeler ile birlikte bilgisayar kullanımının artması, telekomünikasyon sistemine duyulan ihtiyaç vb. internetin doğuşuna tanıklık ediyor.
Sosyal medya birçok olanağı içinde barındırırken diğer taraftan bir nevi mağara gibi bir işleve de sahip oluyor.
Platon’un mağarasındaki insanlara benzer bir konumda değil miyiz sizce? Burada ışık arkadan değil direk gözümüze geliyor, ekran ışığı boynumuzu eğmiş durumda. Özellikle pandemi dönemi iyice yalnızlaşan ve iletişim aracı olarak ellerindeki akıllı telefonlara iyice kitlenen insanlar, mağaradaki gibi arkadan değil önlerinde olan ışığın üzerinde ortaya çıkan görüntüler ve sözler üzerinden hayatlarını şekillendiriyor. Mağaranın derinlikleri yerine dijital ışığın yansımaları ile hem de daha cazip bir araç üzerinden sohbetler kesiliyor. Sosyalleşmeden uzaklaşıyoruz ve ellerimizde telefonlar her yerde kafamız ekrana kitlenmiş şekilde kendimizi buluyoruz. Bu halimiz boyun ağrıları ve farklı eklem ve kas hastalıklarına yol açarken, zihnimiz sağımızı ve solumuzu bile görmezken, yaşadığımız boyun ağrıları neye hitap etmekte?
Her türlü bilginin yer aldığı, yanlış haberlerin dolaştığı bu mecrada önümüze geleni olduğu gibi kabul etmek hatta bununla yetinmeyip gerçeği sorgulamak bir yana, gerçeğin kayboluşuna destek verebiliyor oluşumuz nasıl açıklanabili? Bize sunulan sahte dünyalar ile bu sahteliği veya yalan haberi çok kolay kabul edişimiz arasında kurulan ilişki bizim sorumluluğumuz değil de nedir. Oldukça trajik sonuçlara yol açabilen bu durum karşısında yerimizi belirlemek önemli. Yaklaşan bir seçim öncesi gündemi değiştirip, kurgusal bir savaşın nasıl oluştuğunu anlatan 1997 yapımı “Başkanın Adamları-Wag The Dog” filminin üzerinden 25 sene geçmiş, şimdi her gün dünya yeni bir filme sahne oluyor.
2016 yılında post-truth’un yılın kelimesi seçilmesi tesadüf değil. Bazen çok tehlikeli boyuta ulaşan ve yaygınlaşan bu durum karşısında her geçen gün artan doğrulama sitelerinin artıyor oluşu hem farkındalığın yükselmesine hem de ihtiyaca vurgu yapıyor. Yalan kolay örgütleniyor.
Benzetmemize geri dönerek yazıyı sonlandırayım. Platon mağaradan çıkıp gerçeği fark eden insanın mağaraya döndüğünde ve dışarıyı anlattığında kimsenin ona inanmayacağını ifade eder. Bu çok trajik bir durumdur. Bu trajediyi fark etmek ve her birimizin kırması gereken zincirleri ve mağaraları olduğunu görmek doğru bir süreç olabilir.
Gerçeğin gölgelendiği yerde yanan sahte ateşlerden gelen yansımalara kuşku ile bakmak gerekmiyor mu?
Hakikat arayışımız devam ediyor, 3. yazımızda İbn Haldun’u ve metotlarını konuşacağız.
20.06.2022
Viyana