25 Kasım’dan 5 Aralık’a şiddetin 1001 hali içinden 1 hali

Kış geldi, Aralık ayının başındayız. Hava soğuk, gündem sıcak.   Soğuk ve sıcak arasında gidip gelirken hayatımızda yer alan bin bir durumun içerisinden bir halden bahsedeceğim. Farklı bir  dilde söylendiğinde belki anlamayacağımız ancak somut sonuçlarının nerdeyse her yerde aynı olduğu, çözümünün ise aklın ve vicdanın ortak dilinde bulunduğu şiddetin politik halinden.  25 Kasım’ın ardından bu yazıyı yazmak aslında her günün şiddetin bin bir halini içermesi nedeniyle ayrı bir anlam kazanıyor. Şiddetin farkında olduğumuz ve olmadığımız, görünür ve görünmeyen pek çok yüzü var. Bunlardan biri de politik şiddet ve şiddetin politikleşmesi. Kadına yönelik şiddetin politik yüzü ise çok daha sert ve acımasız.

Bildiğiniz gibi 25 Kasım ” Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” Dominik Cumhuriyeti’nde diktatörlüğe karşı mücadele eden kız kardeşlerin adıyla, Mirabel Kardeşlerle özdeşleşmiş politik şiddetin ne olduğunu gösteren çarpıcı bir gün. Mirabel Kardeşler, 1960 Yılında vahşice öldürülüyorlar. 1981 Yılında Dominik’te Latin Amerika Kadın Kurultayı toplanıyor ve 25 Kasım’ı Mirabel Kardeşlerin anısına Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü olarak ilan ediyor. Ardından, 1999 Yılında Birleşmiş Milletler Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü olarak anmaya başlıyor. Ülkemizde 6284 sayılı kanun, kadına yönelik şiddeti, yalnızca kadın olması nedeniyle uygulanan ve kadınları etkileyen cinsiyete dayalı bir ayrımcılık olarak tanımlıyor. Bu aynı zamanda insan hakları ihlali. Kadına yönelik şiddetin türlerini de sıralamakta fayda var. Yaptığımız çalışmalarda karşımıza çıkan bir durum var ki kadına yönelik şiddet deyince daha çok fiziksel şiddet ortaya çıkıyor oysa kadınlar sistematik bir şekilde şiddetin birçok türüne maruz kalıyorlar.  Bunlar duygusal şiddet, cinsel şiddet, ekonomik şiddet, flört şiddeti, ısrarlı takip ve benzeri. Bu konuda ki farkındalık her geçen gün artıyor. Dünyada kadınlar yaşadıkları ayrımcılığa, uğradıkları sömürüye ve şiddetin her türlüsüne karşı dayanışma içerisinde tepkilerini dile getiriyor ve uluslararası kadın mücadelesini büyütmeye devam ediyor. Güçlenen ve küreselleşen bir hareket olarak, kabul edilemez uygulamalara kadınların yaşadıkları küresel sorunlara, toplumsal cinsiyete dayalı şiddete birlikte ses yükseltiyorlar. Son dönemde dünyada ve ülkemizde yaşanan ekonomik sorunlar, pandemi, yoksulluk,  yoksunluk, geleceğe dair oluşan belirsizliklerle, kargaşa, terör, savaş gibi durumlar kadınları ve çocukları etkilemeye devam ediyor. Birçok kadın sadece kadın olduğu için işten çıkarılıyor, kayıt dışı çalışma ortamı ve görünmeyen emek artarak devam ediyor. Kadınların sırf kadın olmaktan kaynaklı yaşadığı sorunlar, sömürü ve cinsel şiddet artarken tüm dünyayı etkileyen ve çözümsüz kalan temel problemler karşısında aciz kalan siyaset kurumu kadınların var olan mevcut haklarında geri gidişe de yol açıyor. Diğer taraftan doğal afetler ve iklim değişikliği sonucunda oluşan sorunlar, mülteci ve göç hareketleri ile birleştiğinde birçok kurumun çaresiz kaldığını çok net görüyoruz. Sadece ülkemizde değil dünyanın birçok yerinde sorunları çözmekle mükellef yapılar ve bunu çözme talebi ile hareket eden siyasi partiler, toplumsal ihtiyaçların özellikle de kadınların ve çocukların ihtiyaçlarının tamamen arkasında kalmış gözüküyor.  Oysa 1995’te Pekin’de toplanan Kadın Kongresinin talepleri 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde çok daha farklı bir dünyanın özlemini dile getiriyordu. Görünen o ki insanlık kadın erkek eşitliğini hayatın her alanına uygulayamadığı sürece kadınların temel sorunlarının çözümü için birkaç yüzyıl beklemek zorunda kalacağız.  İnsanın karanlık bir yanı var. Bu yan, güçle birleştiğinde gücü elinde tutanlar kendileri dışında olanlara ciddi şekilde şiddet uygulayabilecek bir konuma çok kolay geliyor.  Bu durum her yerde ve her ilişki biçiminde çok çabuk ortaya çıkabiliyor. İş ve arkadaş çevresinde olabileceği gibi aile içinde bir kurum veya kuruluşta da ortaya çıkabiliyor. Ezen ve ezilen, mazlum ve zalim, kahraman ya da mağdur ilişkisi biçiminde devam ediyor. Şiddete izin veren, teşvik eden bu işleyişin devam etmesini sağlayan çözülemeyen bir döngü de kendisini tekrar ve tekrar eden sistemin içinde var etmeye devam ediyor.  İster karanlık yan, ister gölge yan ne derseniz deyin bununla insani ve vicdani bir yüzleşme olmak durumunda. Kadınların karar mekanizmalarında yeteri kadar yer almaması, siyasi partilerde yeteri kadar temsil edilmemesi, katılımının sağlanmaması politik şiddetin başka bir yanı. Kadınlar söz konusu olduğunda “özel olan politiktir” sözü çerçevesinde özelden genele giden bir sarmalda kadınların neler yaşadıkları ortada. Ülkemizde 5 Aralık 1934’de kazanılan seçme ve seçilme hakkının hala istenilen düzeye ulaşamaması bu sarmalın kodlarının çözülmediğini, çözülmek istenmediğini, çözüm noktasında hareket edenlerin ise politik şiddetin en göz ardı edilen yanıyla karşı karşıya kaldığını ortaya çıkarıyor.   Her şey birbirine bağlı.

“Bunca acıyla dolu ülkemiz için yapılacak her şeyi yapmak bir mutluluk kaynağı. Kollarını kavuşturup oturmak ise çok üzücü”  diyen  Minerva Argentina Mirabal’ın sözleri ise bu konuda yasa yapabilecek yetkisi olduğu halde yapmayanlara, çözüm bulabilecekken bulmayanlara,  şiddet uygulamama tercihi varken uygulayanlara, şiddet uygulamadığını düşünüp şiddetin bin bir  halinden birini kullananlara gelsin.

Tahakküm ve itaat arasında başka bir durum mümkün.