Şubat ayının altıncı gününde içinde bulunduğumuz yüzyılın en büyük felaketlerinden birini yaşadık. 11 ilimizi ve milyonlarca vatandaşımızı doğrudan etkileyen ve Suriye’de de yıkıma yol açan bu deprem yaşadığımız şehirlerin hayatımızda ne kadar önemli olduğu gerçeğini bir kez daha gözler önüne serdi. Yaklaşık iki aylık süreçte yaralar sarılmaya çalışılırken yerel yönetimlerin gerçekleştirmesi gereken konular, güvenli konutların inşasından afet yönetimine, ekonomik desteklerden iyileşme ve normalleşme sürecinde yapılacaklara kadar geniş bir yelpazede yer alıyor. Yaşadığımız şehirler, mahalleler ve köyler afetlere ve afet yönetimine hazır olmak zorunda. Dolayısıyla yerel yönetimlerin bu süreçlere daha çok önem vermesi gerekiyor. Pandemi dönemi de gösterdi ki küresel bir sorunda dahi, çözüme yerelde ulaşmak daha başarılı sonuçlar getirebiliyor. Özellikle de dayanışma, örgütlenme, hemen müdahale edebilme özellikleri açısından.
Dolayısıyla yaşadığımız yerleri, yaşadığımız sorunlar ve güçlükler karşısında daha dirençli hale getirmek günümüzün en önemli konularından biri. Bunun için yeni yöntemlere, doğru planlamalara, bilimsel yöntemlere ve bunları doğru uygulayacak insanlara ihtiyaç var. Dirençli kentler kavramı da tam burada kentte yaşanan sorunları ve krizleri hafifletmenin önemli bir yolu olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle acil durumlarda insanların ihtiyaçlarına cevap verebilme özelliği ile yaşamsal bir öneme sahip olması hem siyasetçiler hem yerel yöneticiler, hem de toplum tarafından daha çok ilgiyi hak ediyor. Dirençli kentler, aynı zamanda Birleşmiş Milletler’in 2030 Gündemi'nde “Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri”nde yer alırken, iklim ve nüfus değişiklikleri, yoksulluk ve doğal afetler karşısında kent üzerinde oluşan tüm stres ve şoklar ile baş edebilme ve sürdürülebilirliği sağlamayı mümkün kılıyor.
Bu yazıyı kaleme aldığım günün 3 Nisan olması dirençli kentlerin, toplumsal cinsiyet eşitliği boyutunu daha da kalın bir çizgiyle altını çizmeme neden oluyor. 93 yıl önce bugün 3 Nisan 1930’da kabul edilen Belediye Kanunu ile kadınlar “Seçimlere katılma, belediye meclislerine üye olma, seçimlerde aday olma hakkını” kazandılar. O günden bu yana da çok az temsil edildiler. Geçen bu kadar zamanda yerelden genele karar mekanizmalarında ve yönetim kademelerinde gerçekleşen eksik temsil, kadın gücü ve enerjisini de sistem dışında bıraktı. Eşit temsil ve eşit katılım hedefi gerçekleştiğinde çok daha yaşanabilir kentler oluşturma olasılığı yükselecektir. Kadınların krizleri çözme becerisi ve iletişim gibi yetenekleri toplumsal sorunlara da, sorunların çözümüne de farklı bakış açıları getirmektedir. Dirençli kentler tüm bileşenlerinin katılımı ve söz sahibi olması ile gelişecektir. Afetlere dirençli bir kent ve toplum oluşturabilmek için kadın katılımı ile yaratılacak yeni politikalara, farklı uygulamalara ihtiyaç vardır. Katılımcı afet risk yönetiminin geliştirilmesi gerekmektedir. Afetlerden en çok etkilenenlerin kadınlar ve çocuklar olduğu göz önüne alınarak hem merkezi hem de yerel yönetimlerin bu anlamda stratejik eylem planlarına ve uygulamalara ihtiyacı vardır.
Direnç kelime anlamıyla mukavemet, bir etkiye karşı koyma, dayanma gücü anlamına gelirken, aynı zamanda bir sistem içinde içerinden ve dışarıdan gelecek değişimlere karşı kendini koruma ve var etme mücadelesidir. Kadınlar yüzyıllardır var olan toplumsal cinsiyet düzenine karşı geliştirdikleri pratikleri ile yaşamın tam merkezindeler ve her türlü eşitsizliğe karşı dirençlerini korumaya devam ediyorlar. Kadınların direnci ve dayanma gücü 21.Yüzyılın temel sorunlarına çözüm getirecek bütün dinamikleri kapsıyor. Dirençli kentler de dirençli kadınların duygu, düşünce ve davranışları üzerinden daha eşit ve kapsayıcı bir dünyayı şekillendirecek.