Kadın Kadının Sadece Yurdu Değil Aynı Zamanda Umududur.
Bugün 25 Kasım, “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü”.
Takvim yaprakları teker teker sonbahar yaprakları gibi hayatımızdan dökülürken kadına yönelik şiddetin önlenmesi için yapılacaklar çok daha acil bir şekilde önümüzde duruyor. Mirabal kardeşlerin öncesinden ve sonrasından bu yana geçen zaman içinde milyonlarca kadın sadece kadın olmaktan dolayı acı çekiyor, şiddete uğruyor ve öldürülüyor. Cinsiyete dayalı şiddetin fiziksel, psikolojik, ekonomik ve sosyolojik etkileri devam ediyor. Dünya çapında her üç kadından biri, çoğunlukla yakınları tarafından fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalıyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün 79 ülkeden topladığı verilere göre dünyada fiziksel ve cinsel şiddet gören kadın sayısı %30’un üzerinde. 65-69 yaş grubundaki kadınların %22’si fiziksel şiddete ya da cinsel tacize uğruyor.
Yaşanan pandemi süreci yarattığı koşullar bu şiddeti daha da arttırmış durumda. Başta aile içi şiddet olmak üzere kadınlara ve kız çocuklarına yönelik her tür şiddetin yoğunlaştığı gözleniyor. Farklı şiddet formları karşımıza daha sert bir şeklide çıkıyor. Bunlardan biri de sanal şiddet. Cinsiyetçi digital şiddet tam hız devam ediyor.
Bu süreçte, sağlık çalışanlarının büyük bir bölümünün kadın olması ki bu oran dünya üzerinde %70, bakım hizmetleri ile ilgili iş gücünün % 65,3'ü nü kadınların oluşturması, bu dönemde farklı eşitsizliklerin ortaya çıkmasına var olan eşitsizliklerin ise büyümesine yol açıyor.
Dünya acı içinde. Acı çekenler ve çektirenler kutuplaşması cinsiyet temelli hayal kırıklıklarına, dramlara ve trajedilere dönüşüyor.
Kadınlara yönelik şiddetin bir insan hakları ihlali olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu ihlaleri durdurmak için ulusal ve uluslararası ortak bir çabaya ihtiyacımız var.
Kollektif bilincin dönüşümüne ihtiyaç var. Kadınların ve erkeklerin, farkındalık ile bürünmüş bir yola birlikte çıkma cesaretine ve özellikle de erkeklerin, uyguladıkları şiddet ve nedenleri ile samimi bir yüzleşmeye ihtiyaçları var.
Kate Millet; Cinsel Politika adlı eserinde kadınların azınlık grubu özelliklerinde bahseder ve şöyle der “Kadınlarda azınlık grubu özellikleri vardır, kendilerinden nefret etmeleri, kendilerini reddetmeleri, kendilerine ve gruptaki diğerlerine karşı belirli bir küçümsemeyi, aşağılamayı duymaları bu özelliklerdendir. Kadınlarda görülen bu özellikler, açık seçik olmasa da sürekli aşağı durumda oluşunun yinelenmesi sonucu, kadının bunu bir gerçek olarak benimsemesidir. Azınlık grubu durumunu belirleyen bir diğer gerçek de kadınlara da, öteki azınlık gruplarına olduğu gibi son derece kesin yargıların yöneltilmesidir.
Suç işlediğinde daha fazla ceza alır, cinsel yaşamı gözler önüne serilir. ne var ki kadının ataerkil düzendeki pasifliğe koşullanması öylesine etken biçimde başarılmıştır ki, kadının suç işleyecek oranda düzenin koşullarını yıkması ve dışa dönük davranışa geçmesi pek enderdir. Azınlık gruplarının, içlerinden birinin aşırı davranışlardaki kişiyi kendilerinin suçlayıp mahkum etmesi gibi kadınlar da bir başka kadının aşırılıklarına karşı amansız, gaddar ve ürkek bir tavır alırlar”
Oysa bizler azınlık değiliz.
“Çok”uz.
“Çoğaltırız” ve “Çoğalırız”.
Daha çok ses oluruz.
Daha çok söz oluruz
Daha çok eylem oluruz
Daha çok sevgi oluruz.
Belki de çok olmamıza rağmen yokmuş gibi davranılması, yok edilmenin bu kadar sıradan ve doğal olması yersizlikten ve yurtsuzluktandır.
O yüzden birbirimize yurt olmaya ihtiyacımız var.
Hayatlarımıza hayat katmak için.
Kelebekler yaşasın diye…
Kasım 2020 İstanbul