Yalan yok Pir’im, yalan yok!

Pek bir düşünceli iş adamlarının, politikacıların, yöneticilerin, sanatçıların içinden gelerek yaptığı, “açların” doymasına vesile olan hayırsever organizasyonlardır. İftar yemeği gibi versiyonları da mevcuttur.

Yemeği veren şahsiyet, basını kendi saflarına çekmek için veriyordur bu yemeği. Aleyhinde oluşabilecek muhtemel şeyleri kendince önlemek ya da ucuz yoldan reklâmını yapmaktır asıl gayesi. Yoksa bugün kim kime karşılıksız bir şey veriyor ki.

Ekşi sözlük böyle diyor, yemek ziyafeti çekenleri böyle tanımlamış!

Son zamanlarda nedendir, ne cüretle yapılır pek anlayamadığım bu tür şeyler aldı başını gidiyor. Yok, efendim “Kahvaltılı basın toplantısı!” yok efendim “mangal ve çiğ köfte partisi!” .

Bu tür faaliyetleri siyasi partilerin, sosyal kurum ve derneklerin yapması anlaşılır bir durumdur. Özellikle siyasi partiler yapacakları açıklamanın ne kadar çok kitleye gideceğini düşünmek zorundadır. Bunun için de her tür varyetenin içinde olması kadar bu tür davranışlarıyla da basın toplantılarını çekici hale getirirler.
Efendim, geçtiğimiz günlerde İstanbul da bir ilçede bir belediye meclis üyesi tarafından gazetecilere yemek verilir. Verilen yemekte ise bazı gazetecilerin gözleri beni arar. Kimi der, “Hınıslı gelmez” kimi de der ki, “bu adam Hınıslıyı çağırmaz, çağıramaz”!

Geçen gün e-mail posta kutuma bir davet iletisi geldi. Davet, bir esnafın dükkân açılışını mangal ve çiğ köfte partisi düzenleyerek basını davet edişine ilişkin. Ucuz yoldan reklâm yapmak isteyenler artık “bu ne cüret!”  denilebileceğini dahi düşünmeden buldukları gazeteci/ yazar herkesin e-mail adresine davet yollamışlar. Ben bir gazeteci-yazar olarak ne böyle bir esnafı tanırım, ne de bu güne kadar doğal ilişkilerim olan dostlarım ve tanıdığım insanların dışında verilen davetlere katılırım! Bu sebeple nerden aldığını bilmediğim bu cahil cesareti ile “bana gel de mangal yapalım” diyen davetini oldukça yadırgadım.

Evet efendim! Biz bugüne kadar bu tür yemek veya benzeri hiçbir faaliyete ev sahipleri tanıdıklarımız veya dostlarımız olmadığı sürece katılmadık. Sanırım bundan sonra da katılmamız çok özel olmadıkça kolay görünmüyor. Bizim de kendimize göre ilkelerimiz var ve sahip olduğumuz ilkelerimizi de son nefesimize kadar yanımızda taşımaya kararlıyız.

Velhasıl, o yemeklerden birine katılan bir garip gazeteciyle karşılaştım. “Yahu Hasancım gözlerimiz seni aradı, niye gelmedin?” diye sorunca, ben de cevaben kendisine şu hikâyeyi anlattım; “ Yüzyıllar öncesinde Sivas’ta iki kadı varmış, Kara Kadı ve Sarı Kadı… Pir Sultan’ın da iki tane iti vardır ve onların da adları Kara Kadı ve Sarı Kadı’dır. Pir Sultan “Gel Kara Kadı, Git Kara Kadı” diye köpeklerine seslenirmiş. Gel zaman git zaman bu seslenişi bir gün Pir Sultan’a düşmanlık besleyenler duyar ve “ Pir Sultan itlerine sizin adlarınızı koydu” diyerek soluğu kadıların yanında alırlar. Kadılar öfkeyle Pir Sultan’ı huzurlarına çağırtıp muhakeme başlatırlar. “Sen bizim adlarımızı itlerine koymuşsun doğru mudur? “ diye sorarlar.  Pir Sultan ise olayı doğrular. “Lakin bir fark vardır ki siz haram yersiniz, ama benim itlerim haram yemez!” diye de ekler. Kadılar “Nerden biliyorsun, kanıtla!” deyince Pir Sultan huzura iki çanak yemeğin getirtilmesini ancak birinin haram birinin ise helal olmasını söyler. Şahitler de toplandıktan sonra, yemekler gelir iki kadı da haram kaptan yemeğe başlar, orada bulunan ve de hangi kabın haram hangi kabın helal olduğunu bilen hocalar da gözleriyle görür. Köpekleri getirirler, onların da önüne biri haram, biri helal olan iki çanak yemeği koyarlar. Köpekler yine herkesin gözleri önünde haram dolu çanağı koklayıp haram çanaktan uzaklaşırlar, helal çanaktan yerler. ‘İyi köpek kötü kadıdan efdaldir.’ diyen Pir Sultan itlerinin gözlerinden öper ve onları gönderir. Dudaklarından ise şu dizeler dökülür;

Pir Sultan’ım zatlarımız
Gerçektir şöhretlerimiz
Haram yemez itlerimiz
Bu sözümde yalan var mı?

Bu sözünde de yalan yok Pir’im!

Kursaklardan geçen her bir lokmanın elbette hesabı yapılacak. Bu şaşalı yemeklerin suyunun, değirmenin hangi kolundan aktığı bir bir sorulacak!

Biz tasımıza konulanı da biliriz, aşımıza doğrananı da!

Biz aşımıza garibanın somununu doğramayız, biz kaşığımızı işsizin umuduna daldırmayız, biz tenceremizde gariban esnafın çoluk-çocuğunun rızkını kaynatmayız,  biz beşikteki bebeğin sütüne uzanmayız, biz boynu bükük yetimin hakkıyla karnımızı şişirmeyiz!

Sağdan-soldan prim toplamayı, kendi geleceğini düşünmeyi kendine hayat felsefesi edinen bazı kesimlerce en iyi sükse yapma şeklidir bu tür yemekler. Bir çeşit vurgundur bu! Başkalarının hakkını, kendini yaldızlamak adına başkalarının önüne sunmaktır.  Vicdan batağına bata çıka yol almaya çalışmaktır!

Bu nedenledir ki, her sözünde olduğu gibi bu sözünde “yalan yok Pir’im, yalan yok”!