Eczanelerde yeni dönem! Artık E-Nabız sistemine kaydedilecek.
Zorunlu çalışma dünyada her zaman çeşitli şekillerde var olmuştur. Fakat insanlar ancak XX. yüzyılın ilk çeyreğinden sonra zorunlu çalıştırma sistemlerinin farkına vararak, önlemenin yollarını aramıştır. Bu hususta en önemli adımı Uluslararası Çalışma Örgütü atmıştır. 1919 yılında temelleri atılan ve günümüzün en büyük insan hakları savunucusu kurumlarından birisi olan ILO’ ya göre, “tüm insanların, özgürlük ve onur içinde hem maddi refahlarını hem de manevi gelişmelerini sağlamaya çalışma hakkı vardır.” Dolayısıyla ILO kurulduğu günden itibaren özgürlük ve onurla bağdaşmayan uygulamalarla ve özellikle zorunlu çalışma ile her zaman mücadele içinde olmuştur.
Anayasamızın 17. Maddesinin 1. fıkrasında; “Hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır” denilmektedir. Yine aynı maddenin 32. fıkrasında ise; “Şekil ve şartları kanunla düzenlenen tutukluluk veya hükümlülük süreleri içindeki çalıştırmalar, olağanüstü hallerde vatandaşlardan istenecek hizmetler, ülke ihtiyaçlarının zorunlu kıldığı alanlarda öngörülen vatandaşlık ödevi niteliğindeki beden ve fikir çalışmaları, zorla çalıştırma sayılmaz” diye belirtilmiştir. Görüldüğü gibi ilk satırda “angarya yasak” diyor, sonrasında ise paragraf açıp “angarya yasak değil” diyor.
Askerlikte ve işyerlerinde genelde acemi çömezlere yaptırılan sevimsiz, çok zaman alan işler Türkiye Cumhuriyeti anayasasının 17. maddesine göre kati surette yasaklanmış olan hadisedir. İşin garibi ön sınırları çizilmiş olup kavramın kanunda tanımları kesin çizgilerle belirtilmemiştir.
Zayıf kesimi büyük bir tedhişe sokan bu durumu açalım biraz.
Karşılıksız yapılan, eziyet iş, ansızın çıkan zahmet, uğraş en büyük angaryadır.
Usandırıcı, bıktırıcı, zorla yapılan iş, angaryadır.
Bir kimseye veya bir topluluğa zorla, ücret vermeden yaptırılan iş angaryadır.
Genelde patronlar; elemanlarına gıcıklık olsun, “çalışsın tembelliğe alışıp boş durmasın eşşoleşşek” diye angarya yaptırırlar, peşinden üç beş kuruş vererek hem tanrı hem de cemaat önünde kul hakkı yememiş gibi görünmeye çalışırlar.
Hafta sonu tatiline çıkılacaktır. El yüz yıkanmış iş elbiseleri çıkartılıp normal elbiseler giyilmiştir, birden birkaç kamyon mal geliverir. Patron güler yüzü tatlı dili ile “Hadi çocuklar şu malı indiriverin sonra gidersiniz” der. İşçi homurdana homurdana başlar işe, başka şansıda yoktur. Pazartesi olur, işçiler halen mal indiriyorlardır. Patron gelir surat bir karış; “Ne o ulan daha birkaç kamyon yükü indiremediniz mi!” diye bağırarak işi küçümser basitleştirir. Ay sonu maaşlara üç beş kuruş ekleyip emeğin gerçek değerini vermeyerek geçiştirdiği işe de angarya denir.
Adam zengindir ama maaş vermekten korkar. “Hele gel be kardeşim bir başla para kolay, ne kazanırsak beraber yeriz. Yapacağın iş çok basit şunun şurası gelen telefona bak, zaten çayı beraber içiyoruz, ha sen yapmışsın ha ben!” diyen patrona inanarak işe başlamıştır vatandaş Şükür. Lakin kazın ayağını işe girince öğrenir. Önce mesai saati belli değildir. Son dakika işleri hep ekleniverir. Sonra çay yapma işine işyeri temizliği de eklenir. Daha sonra dışarıdan yenilen yemek pahalıdır “yemeği iş yerinde yapalım” denilir, vatandaş Şükür buna da razıdır çünkü iş bulamama kaygısı taşımaktadır, yemek yapmaya da başlar. Peşinden bankalara postaneye de gitmeye başlar. Şirketin işleri yetmediği gibi bir de patronların, müdürlerin hatta sıradan elemanların bir paket sigara alsana, şu benim evin telefon, elektrik, su faturasını yatırsana gibi özel işleri başlar. Vatandaş Şükür Ramazan gelince yemek parası bana kalsın çocuğuma bir ayakkabı alırım, hemde dini vecibemi yerine getiririm diye oruç tutar. Lakin patronu “oruç tutuyorsunuz öğlenleri nasıl olsa yemek yenmiyor” der bu kez de yemek parasını vermez kendi yutar.
Ara sıra beş on kuruş cep harçlığı alıyordur, maaşından kesilen bu harçlığı sadaka gibi alması zoruna gider Vatandaş Şükür’ün, lakin ihtiyacı vardır o beş on kuruşa. Bu arada sigortası da yoktur Şükür’ün. Epey bir süre Şükür’ü böyle çalıştırır, sonra sigortasını yaparlar. Geç de olsa Şükür, bir kez daha şükrünü getirir. Artık sigortasıyla arkasında devlet vardır. Malum çoluk-çocuk sahibidir, hastalığı var- sağlığı var. En azından ilaç parası külfeti inmiştir omuzlarından.
Ama yine de habire kesintiye uğramaya da devam eder. Bildiğimiz şu harçlık yapacak, mutfak için pazar zerzevatını karşılayacak kadar olan eski deyimle fiş parası, yeni şekliyle AGİ ‘sine bile el koyulmuştur. Onu yediği yetmez gibi patron bir de bir güzel, ben bunu işçime verdim deyip vergisinden düşer, bu lokmayı da indirir bir güzel. Mesai bitiminde gariban Şükür’ün zerzevat parası, patronun arkadaşlarıyla alem masasında meze parası olur.
Ve bir gün gelir patron daha düşük ücretle çalışacak yeni bir Şükür bulup eski Şükür’ün işine son verir. Sigortasız çalıştığı günlerini patron iç etmiştir, bu da yetmez gibi ne ihbar ne kıdem tazminatı ne de herhangi bir sosyal hakkını vermek istemez. Süründürdükçe süründürür Şükür’ü. Allah katında ben sana yaptım yapacağımı diyerek ara sıra verdiği üç beş kuruşu ortaya atar başına kakar Şükür’ün, vermediklerini ise yutar.
Patronların gözünde en iyi işçi mekanik köle işçidir. Patronunun kâr marjını daha da yükseltmek için bir an bile ara vermeden makine gibi çalışan, karşı çıkmayan, ses çıkarmayan, yemeyen, içmeyen, güneşin doğuşuyla yollara dökülen işçidir. Sonucun böyle bir noktaya gelmesi hiç de şaşırtıcı değildir. İşçilerin haklarına her daim saldıran, ücretlerini kuşa çeviren, çalışma saatlerini yükselten, dinlenme aralıklarını yok eden, hep almayı bilip de vermeyi bilmeyen patronlar elbette yemek hakkına da göz koyacaklardı.
Hiç düşünmezler belki o üç-beş kuruş işçinin evine götüreceği bir somundu, ya da bebeğin memedeki sütüydü. Nedense yine de hep şükür getiren taraf vatandaş Şükür’dür. Çünkü çalışan işçi vardır, patronların gözünde de işçi kâr üreten makinedir. Üretimin amacı da insan değil kârdır. İnsan sağlığı, iş saatlerinin düşürülmesi ve işçinin de sosyal bir varlık oluşu patronların umurunda değildir.
İş işçinindir, ancak yere saçılan bahşişler patronundur. Düğün gelir, seyran gelir, bayram gelir işçiye ne? Ver Allah’ım ver, daha daha ver!
İşte bizim memleketin halleri böyle olur. Halimiz, ahvalimiz… Oruç tutarsın yemek paran kesilir, çünkü sen orucunu bile patronun için tutarsın!
Günün sözü: Sen bir garip çingenesin, nene gerek gümüş zurna! (Anonim)
05012012