Ekşi sözlüğün bir entry’si koltuk için şöyle demiş; Dünyanın en sapık eşyası ve biz de onu her gün kullanıyoruz farkında olmadan hep kucağa geliyoruz.
Toplumsal itibar, ticari getirim olarak dikkat çekmenin ölçütü olmuş koltuk, elit kesime eşrafa dâhil olmak olarak algılayan saplantılı bir tutum içinde olanların kalesidir bu koltuk.
Bu koltuk sevdalılarının bazıları maskara olmuştur lakin hiçte umursamazlar, hemen her dönem seçim listelerinin tepesinde görür, duvarlara ve dükkân camekânlarındaki resimlerine komik hale gelen serüvenlerine kıskıs gülerek bakarız.
Seçilirler ya da seçilemezler ama ne zaman seçim lafı geçse toplumdaki baskınlıklarını pekiştirmek için tüm insani değerlerden sıyrılarak yüzsüzlüğü takınıp olanca güçle koltuğa asılırlar.
Sanki bu dünyaya kendilerini yalan, dolan, entrikayla seçtirmek için gelmişler! Üstelik kendilerini toplumun en akıllı, en becerikli, en ayrıcalıklı, en imtiyazlıları olarak görürler.
Başkalarının da seçilebilecekleri, bu koltukların kalıcı oturanların gidici olduğunu pek düşünmezler. Bir sefer koltuğa oturup ta mühürü eline aldı mı başkasına hayat hakkı tanımazlar.
Toplum yönetiminin işleyişini bilmediklerinden “ah yine yeşillendi fındık dalları” türküsünün nakaratında takılıp kalırlar.
Bilge insandan ve öğrenmekten korkarlar, üzerlerinde cahil cesareti vardır, menfaatlerine gelebilecek her hangi bir eksilmeye karşı hırçınlaşıp saldırganlaşırlar.
Gerektiğinde karşısındakini yıldırmak için mafya usulü topuk masajı bile yaptırırlar. Asla çıkarlarından geri adım atmazlar.
Her daim vede sürekli “baş” olmak gibi bir sevdaları vardır. Bu “baş”lık ne olursa olsun yeterki bir şeye “baş” olsunlar bu “baş”lık onlara yeterde artar bile.
Evet, “baş” olmanın manası; Topluma önderlik etmek, toplumun geleceğini yaşam tarzını belirleyen kararlar almak ve uygulamak. Bu görüntü fedakârları zamanlarının önemli bir kısmını bu sevdaya harcarlar.
Aslında onların baş olmak diye kafalarının arka kısmındaki gizli bölmelerde sakladıkları beklenti başkadır. Soylular kategorisine dâhil olarak ayak oyunlarıyla para sahibi olmak istemektedirler.
Baş olmak öncelikle namus sonra bilgi ister. O bilgiyi kullanırken dürüstlük ister, sadakat ister, liyakat ister. Bütün bunların üstüne bir de halkın istemesi gereklidir.
Son yıllarda her suyun gözesini tutan köyden kenti yönetmeye kalkan bu kasaba zihniyetli kent yönetme heveslisi feodal delege baronu anlayışı, birkaç nesli telef etti maalesef.
Çünkü bu delege baronları siyasete giden yolları tıkadılar, bir başka yorum ise kent yönetmek için kentli olmak gerekliliğini kabul edemediler.
Sürekli hırsları ve hırsızlıkları başlarına bela oldu ama onlar suçu kendinde değil halkta ardılar ve o belayı getirip topluma ödettiler.
Biz kimleri gördük bu siyaset meydanında halktan gelen teklifi zorla kabul eden, talepkar olmadılar hiç heveslenmedikleri halde, görevleri koltukları ayaklarına geldi.
Bu insanların arabaları, evleri, eşler, yaşam tarzları değişmedi. Nereye gittilerse oraya onur götürdüler.
Öylelerini de gördük ki hayatlarını boş ve beleş işlere harcayıp sonunda koca ömrü heder ettiler çok para kazandılar ama maksatlarına da ulaşamadılar, namusuyla yapacak olanlarıda engellediler.
Devşirme her devrin adamlarının siyasi anlayışı olarak “X” ilçesi dendiğinde bir siyasi ekibin siyasi ağırlığı öne çıkıyor, yine aynı ekip mensubu olanlar ihaleler alıp zengin oluyor.
İktidar oldukları dönemde o belediyeden sağlanan imkânları bunlar kapıyor “Belediye başkanını bunlar atattırıyorlar, meclis üyeleri onlar yazıyor.
Bu delege baronlarının adamları ya meclise aday oluyorlar ya başkanlığa ya da Milletvekilliğine.
Siyasetçi olmak, siyasette lider olmak, baş başkan olmak, sivil toplumu temsil etmek, karar alıp tasarrufta bulunmak. Konum itibariyle her insan tarafından istenilebilinen doğal bir istektir.
Lakin bu isteğimizi gerçekleştireceğiz diye tek ayaküstü kırk yalana, olmayacak vaatler vermeye hiç kimsenin hakkı yok.