Kemal Okuyan: TKP yayılmacı, Osmanlıcı bir uzlaşının parçası olmaz

Türkiye Komünist Partisi Genel Sekreteri Kemal Okuyan, yazar Haluk Hepkon'un sorularını yanıtladığı "Cumhuriyet ve Komünistler" kitabıyla ilgili soL'a konuştu.

soL Genel Yayın Yönetmeni Yiğit Günay'la söyleşilerinde yanıtlarıyla yeni tartışmaların da kapısını aralayan Okuyan, kitabın güncel siyasi başlıklarla ilişkisine de değinerek TKP'nin cumhuriyetçiliğe bakışı, ülkeyle kurduğu bağ ve sosyalizme ilişkin stratejisine dair yaklaşımlarını açıkladı.

Kemal Okuyan, ülkenin içinden geçtiği sürece ilişkin değerlendirmelerinde yayılmacı, Osmanlıcı ve sermayeye dayanan bir tarihsel uzlaşı zemini üzerinden Türkiye'nin kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırılmaya çalışıldığını belirtti. Okuyan, TKP'nin bu uzlaşının parçası olmayacağını ifade etti.

'Tarihsel bir konuyu bugünün penceresinden ele aldık'

TKP Genel Sekreteri, “Bu dönem neden böyle bir kitap?” sorusuna “Geçtiğimiz yıl partimizin ‘Türkiye solunun bugünkü siyasal ve ideolojik tercihleriyle ortaklaşmıyoruz, kendi yolumuzdan gideceğiz’ açıklaması çok tartışıldı. Destekleyenler, anlamaya çalışanlar, tepki gösterenler oldu. Bu açıklamada gerekçelerimizden biri solun CHP ve DEM eksenli konumlanışıydı. Bunun parçası olmayacağımızı söyledik. Bu yaklaşım da daha çok DEM üzerinden çok tartışıldı. Demek ki CHP'cilik daha kolay kabul görüyor!” yanıtını verdi.

Günay’ın “Tabii o zaman henüz yeni çözüm süreci başlamamıştı.” ekini Okuyan, “Evet başlamamıştı. TKP'nin Kürt sorunundaki tutumu, Cumhuriyet ve Mustafa Kemal'le ilgili değerlendirmeleri bir kez daha gündem oldu. Sayın Haluk Hepkon bu konuda bir kitap önerisini yaptığında bu tartışmaların uzun süre devam edeceği belliydi. Etti de ama bir yandan gündem sürekli değişti.” diye yanıtladı.

Kitabın oluşum sürecinde önemli gelişmelerin yaşandığına değinen Okuyan sözlerine, “Suriye'deki altüst oluş, Bahçeli ve Öcalan açıklamaları, İmamoğlu süreci ve Saraçhane merkezli protestolar... Bunlara ayrıntısıyla yer veremezdik, eksen tamamen dağılırdı. Bir yandan söyleşiyi önemli hale getiren biraz da bu konular. O yüzden karşılıklı olarak zorlandığımızı söyleyebilirim. Ve bir aşamada nokta koymak zorunda hissettik. Yine de tarihsel bir konuyu, bugünün penceresinden ele alabildiğimizi düşünüyorum.” diyerek devam etti.

'Cumhuriyet'e ilişkin yaklaşımımız yeni değil'

Okuyan, “Kitapla birlikte, Cumhuriyet ve Mustafa Kemal konusunda TKP'den başka hamleler de geldi. Bütün bunlar bir plan dahilinde mi gidiyor?” sorusuna verdiği yanıtta, Cumhuriyetçi birikimle ilgili gündemlerinin partinin genel bir stratejisinin parçası olarak uzun bir süredir devam ettiğini söyledi:

“Kitap fikri, bizim bir açıklamamız üzerinden yayınevi tarafından, sayın Haluk Hepkon tarafından gündeme getirildi. Biz de partide değerlendirdik ve böyle bir kitabı yararlı bulduk. Sonuç bizi tatmin etti, buradan Haluk Hepkon başta olmak üzere emeği geçen herkese teşekkür etmek isterim. Bunun dışında TKP'nin Türkiye'deki Cumhuriyetçi birikimle ilgili kapsamlı bir çalışması, bir gündemi, bir meselesi olduğu biliniyor. Partimizin genel stratejisinin bir parçası olarak. Bu stratejinin bir dizi unsuru var ve bunlar içinde en fazla Cumhuriyet ve Mustafa Kemal konusu tartışılıyor. Bir noktaya kadar doğal karşılıyoruz. Polemik yüklü konular bunlar. "TKP Türk bayrağı taşıdı" diye haber yapılıyor ama bunda yeni bir şey yok. Taşıyoruz evet. Açıklamalarımız var, yazılarımız var. Cumhuriyet'e ilişkin yaklaşımımız da yeni değil. Ancak tartışıldıkça hem gündem oluyor hem bağlantılı başka konular tartışılmaya başlıyor.”

Okuyan, “TKP'nin yaklaşımının bütününün gözden kaçtığı ya da görmezden gelindiği sayısız örnek oluyor ama yaptıklarımız ve sözümüzün bütününün olduğu kadar her bir parçasının da elbette arkasındayız.” dedi.

TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan’ın soL’da yayımlanan söyleşisinden önce çıkan başlıklar şöyle:

'Komünistler bütün dünyada ve Milli Mücadele sırasında cumhuriyetçidir'

“Türkiye Komünist Partisi Türkiye'deki cumhuriyetçi birikimin etkileşim içine girmesini, tartışmasını ve gerekiyorsa ayrışmasını istiyor. Bunu başından beri vurguladık. Bunu da "Biz sonradan görme cumhuriyetçi değiliz, komünistler bütün dünyada ve Milli Mücadele sırasında cumhuriyetçidir" diyerek yaptık. Kimileri konuyu "Komünistler de cumhuriyete sahip çıkıyor" diyerek ya da "Atatürk'e saygı duyan bir sol da var"la yetinerek ele alabilir, kuşkusuz bu önemli. Ancak burada bitmiyor konumuz. Cumhuriyetçi birikim, son derece değerli, ancak ağır bir sarsıntı geçirdi, şimdi yönünü arıyor. Tartışılması gereken başlıklar var. "Cumhuriyetçilerin komünistlere ihtiyacı yok" tepkisi bile verildi. Bu tepkiyi verenlere kolay gelsin. Şu 100-105 yılda ve özellikle 20 yılda ne yaşandığının farkında olduklarını düşünmüyorum. Farkında olsalar bu tepkiyi vermezler.

'Bağımsız stratejimiz var, bu düzenden kurtulmak ve sosyalizmi kurmak istiyoruz'

TKP böyle konularda "taktik icabı" tavır almaz. Çok temelli bir mesele bu. Güncel boyutları olduğu için de çok kritik. Efendim Türkiye'de böyle bir rüzgar esiyormuş da TKP de bu rüzgardan yararlanmak istiyormuş! Rüzgara karşı durma alışkanlığı olan bir partiyiz. Geçmişten bugüne ne liberal ne milliyetçi rüzgara kapılmadık. Bizim kendi bağımsız stratejimiz var. Bu düzenden kurtulmak ve sosyalizmi kurmak istiyoruz. Bu stratejimizin bir tarih anlayışı var. Bu stratejimizin bir güncel ittifak politikası var. Bu doğrultuda hareket ediyoruz.

'Biz bu ülkeyi seviyor ve sahipleniyoruz, bu ülkeyi sevdiğimiz için değiştirmeye çalışıyoruz'

Meselenin basit olmadığı açık. Sadece bize dönük hakaret ve saldırıları hesaba katsanız bile sahiplenmeyenler olduğunu görürsünüz. Cumhuriyetin kuruluşunu bir karşı-devrim olarak niteleyenler bile oldu. Faşist diyenler. Ancak asıl konu şu: Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun bir arıza, bir anomali olduğunu düşünen çok geniş bir yelpaze var. İslamcılar, liberaller, Kürt milliyetçileri. Bir kere, sizin mücadele ettiğiniz zeminle ilgili bir soru işareti yaratılıyorsa işin rengi değişir. Şöyle düşünün, Yunanistan'da ya da Hindistan'dasınız ve "yaşanası bir ülke" için mücadele ediyorsunuz ama o ülkeye dair bir belirsizlik var. O ülkenin kendisine dair bir meşruiyet sorunu gündemde tutuluyor. Nasıl mücadele edeceksiniz. İş Türkiye'de bu noktaya geldi. TKP'nin ayağını yere basma, bu topraklara ait olma iddiası şudur: Biz bu ülkeyi seviyor ve sahipleniyoruz, bu ülkeyi sevdiğimiz için değiştirmeye çalışıyoruz. Birileri de karşımıza geçmiş bu ülke sevilecek bir ülke değil diyor!

‘1923 Cumhuriyeti'nin tutmadığına, Türkiye'ye yetmediğine karar verdiler’

AKP'nin Cumhuriyetle hesaplaşmasının ardından, 2016'dan itibaren yeni bir "devlet" yapılandırılmaya çalışılıyor. Bunu şu anda AKP'nin değişik hizipleri farklı bakış açısıyla da olsa hep birlikte dile getiriyor. Artık Milli Görüş çizgisinin çok ötesinde, seküler ve diğer bazı vektörleri de içine alan bir mutabakatla yeni bir devlet, hatta ülke tarifi yapmaya soyundular. Anlaştıkları konuları söyleyelim, o zaman bu konu önemli mi değil mi buna hep birlikte karar veririz. Bir kere, 1923 Cumhuriyeti'nin tutmadığına, Türkiye'ye yetmediğine karar verdiler. Sonra, sınırları zorlayıp genişleyebileceklerine inanıyorlar. Mustafa Kemal'in biraz da kişisel çabalarla gündeme getirdiği türden bir laikliğin devre dışı bırakılmasında uzlaştılar. Oysa laikliğin türü olmaz. Laiklik laikliktir ve bunun tutmadığını düşünüyorlar.

‘Yeni-Osmanlıcılık bir sermaye uzlaşısıdır, sermaye projesidir’

Toplumdaki laik duyarlılık onları ilgilendirmiyor. Onların ilgilendiği, bugün düşündükleri stratejik açılım için uygun bir ideolojik çerçeve. Bu da İslamcılık. Ama öyle şeriatçı bir İslamcılık değil, Osmanlıcı bir İslamcılık. Kürt sorununu hafifleten, Türkiye'yi bölgeye daha çok bağlayan bir İslamcılık. Mustafa Kemal'in içe kapatan, yayılmacılığa fren oluşturan dış politika tarzının terk edilmesi, Lozan'ın sorgulanması ya da "O zaman mecbur olunabilir ama artık yetmez" denmesi, yeni-İttihatçılığın yeniden yapılandırılması, resmi ideolojinin bir parçası haline getirilmesi ve Jön Türkler'den, 1908'den arındırılmış, sefere çıkmış bir İttihatçılığın yavaş yavaş Kemalizmin karşısına çıkarılması... Bunlar ciddi meseleler. Ve çok hızlı gelişiyor. Burada bir müdahale gerekiyor. Konu "TKP Cumhuriyete ve Mustafa Kemal'e sahip çıkıyor" basitliğinde ele alınamaz.

Bu sentez için hâlâ yeni-Osmanlıcılık diyebiliriz. Osmanlıcılık değil, yeni-Osmanlıcılık. Bu bir uzlaşıdır. Ve altını çizerek söylüyorum, bu bir sermaye uzlaşısıdır, sermaye projesidir. Kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılandırılmış bir Türkiye.

‘Bir kez daha siyasal alanda bir sermaye uzlaşısı kendini dayatıyor’

Bir kere bu bir doğrultu ve niyet. Dünyanın bugünkü karmaşasında, bütün bölgesel ve küresel aktörler hareketlenmişken, hiçbir hamlenin başarısı garanti değildir. Ama adım adım örülüyor. Bakın bu doğrultu ideolojik olarak Tayyip Erdoğan'ı kapsar, Bahçeli'yi kapsar ama İmamoğlu'nu da kapsar. Öcalan da "Ben bu çizgiyi kabulleniyorum" demiş oldu. Bunu küçümseyemeyiz.

Kastettiğim ideolojik ve kültürel çizgi. Somut şahıslardan söz etmiyorum. İmamoğlu kişisel olarak sistem dışına itilebilir, ki bu da henüz kesin değil, başkaları temsil eder. Şimdi bu ideolojik çizgi, siyaset alanında da kendine uygun bir çıkış arıyor. AKP'nin şu son on yılında birden fazla kez normalleşme ya da büyük koalisyon denemeleri oldu ve başarıya ulaşmadı. Bir kez daha siyasal alanda bir sermaye uzlaşısı kendini dayatıyor. "Bu uzlaşıyı Bahçeli temsil ediyor, Erdoğan karşı çıkıyor" türü kolaycı yorumlara itibar etmemek gerek ancak Erdoğan'ın geçmişte her defasında direndiğini biliyoruz. Şimdi Erdoğan'ın diğer seçeneklerini zayıflatmaya dönük adımlar atılıyor. AKP'nin darbeyi Kıbrıs'tan yiyeceği aylar öncesinde çok farklı kesimlerce dile getirildi. Nitekim darbeler sağlı sollu geliyor. Diplomasi alanında, kara para konusunda, enerji sahaları meselesinde... Evet, bugün tarihsel bir uzlaşıya direnenleri zor duruma düşüren bir müdahaleler yapıldığını görüyoruz.”

“Özgür Özel direniyor mu?”

“Hayır. Özel'in şimdi herkesin eleştirdiği, kendisinin de tavır aldığı "normalleşme" süreci bugün aslında başka bir biçimde ve suyun altında sürüyor. İşin ilginci bunu siyasetle yakından ilgilenen herkes biliyor.”

Kemal Okuyan sürecin başarıya ulaşma ihtimaline ilişkinse “Bir ihtimal. Buna direnen kesimler de var. Bu sürecin, ki buraya yeni bir Anayasa eklenmesi gerek, bir yere bağlanması için AKP ve MHP yetmez. DEM de yetmez. CHP şart. Bir demokratikleşme sosu gerekir ve bu sadece Kürt sorunundan ibaret olamaz.” yanıtını verdi.

'AKP'nin içinde 8-9 adet odak var, bunlar birbirlerini yiyor'

Kemal Okuyan AKP içindeki güç mücadelelerine ilişkin de konuştu. Tarif ettiği uzlaşı zemininin bu kavgayı da yatıştırması yönünde beklentiler olduğuna işaret etti.

“TKP'yi "yönetme krizi" dediğimizde alaycı bir dille eleştirenler şu anda AKP ve devlet içindeki hiziplere ilişkin doğru-yanlış bir dizi hesap ve beklenti içinde, mahallede heyecan zirve yaptı! Evet, yönetemiyorlar. Ancak bu uzun süre devam edemez, bir yere bağlamaya çalışacaklar. AKP'nin içinde 8-9 adet odak var. Bunlar birbirlerini yiyor. Sermaye sınıfı da, TÜSİAD başta olmak üzere ama bütün varyantlarıyla, bir uzlaşmayı zorluyor. Çünkü bu 8-9 odağın kavgasını azıcık da olsa yatıştıracak olan daha kapsamlı bir uzlaşı. Türkiye'de sistemin çökmekte olduğunu düşünen bir kesim var. Çöküşü bir uzlaşıyla durdurabileceklerini düşünüyorlar. Beceremeyebilirler, kaos derinleşir.”

'TKP yayılmacı, Osmanlıcı ve en önemlisi sermayeye dayanan bir uzlaşının parçası olmaz'

TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan “TKP bu uzlaşmanın parçası olur mu?” sorusuna Hiçbir biçimde, hiçbir koşulda. Yayılmacı, Osmanlıcı ve en önemlisi sermayeye dayanan bir uzlaşının nasıl parçası olalım? Bizim yüceltmek istediğimiz değerlere, yurtseverliğe, eşitliğe, laikliğe, hiçbir şeye uymuyor. Sermaye uzlaşısı yerine emekçi halkın birliği. Biz bunu savunuruz.” yanıtını verdi.

'Bize en fazla sermaye sevici bir pozisyonla saldırılıyor'

Okuyan iktidarla yaşadıkları gerilimler üzerinden gündeme  gelen TÜSİAD’a karşı TKP’nin çıkışıyla ilgili soruyu yanıtlayarak sözlerini şöyle noktaladı: 

“Dengecilik bizden uzak dursun! Cumhuriyetçi bir duruşun bugünkü zorunlu koşullarından biri sermaye karşıtlığıdır. Bunu Marksist bir temelde yapmanız gerekmez ama illa kapitalizme karşı olacaksınız! Bu gerçeğe şaşırtıcı bir direnç var. Cumhuriyet döneminin sınıflar realitesini görmezden geliyorlar, bunu ilk dönem için biraz anlayışla karşıladığımızı söyledim ama AKP iktidarının sınıfsal temellerini de görmek istemiyorlar. Dolayısıyla Türkiye'nin ayağa kalkışında "çağdaş", "aydınlanmacı" bir sermayeye yer veriyorlar. Bunun AKP'li versiyonu ise "yerli ve milli" sermaye. Yok böyle bir sermaye. Bununla uğraşmak dengeyle filan olmaz. 

Bugün TKP'nin en çok hakarete uğradığı, saldırıldığı ya da "dostlar" tarafından sitemle karşılaştığı başlık ne bayraktır ne Mustafa Kemal'dir ne Cumhuriyet'tir. Bize en fazla sermaye sevici bir pozisyonla saldırılıyor. Bu saldırıyı da püskürtür, tersine çeviririz.”