Erdoğan Toprak'tan haftalık değerlendirme raporu/16 Mart 2025

CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak Her hafta yayımladığı 'Haftalık Değerlendirme Raporu'nu yayımladı. Türkiye ve Dünya Gündemi olarak yayımladığı raporu Sıcak gündem, Ekonomi, Tarım, İç politika, Dış politika başlıklarıyla kamuoyu ile paylaştı

ERDOĞAN TOPRAK HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU 

TÜRKİYE VE DÜNYA GÜNDEMİ

16 MART 2025

SICAK GÜNDEM

  1. Türkiye-Ermenistan normalleşme sürecinde Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan'ın son açıklamaları ikili ilişkilerde yeni bir dönemi başlatmak istediğini gösteriyor!
  2. 23 milyona ulaşan icra dosyası sayısı ülkede çok ağır bir ekonomik kriz süreci yaşandığını gösteriyor. İcra dairelerindeki dosya sayısı geçmiş kriz dönemlerine kıyasla üçe katlandı!

İÇ POLİTİKA

  1. Beştepe’de Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından İmralı heyetine randevu verileceğinin gündeme gelmesiyle çözüm süreci stratejisinin yeni bir aşamaya geçeceği anlaşılıyor.
  2. 65 yaş ve üstü yaştakilerin toplam istihdam içindeki payının yüzde 12’den yüzde 13’e yükselmesi Türkiye’deki yaşlı kesimin çaresizlik içinde yaşam mücadelesi vermek zorunda kaldığını gösteriyor!

EKONOMİ

  1. Banka kredili ipotekli konut satışları yükselişe geçti. Şubatta Türkiye genelinde konut satışları yüzde 20,1 arttı.
  2. Ocak ayında sanayi üretiminde en sert üretim düşüşünün yaşandığı sektörlerin başında yüksek teknolojili ürünlerin üretimi geliyor. Sanayideki üretim düşüşü, Türkiye ekonomisinin geneli için oldukça ciddi risklerin sinyallerini veriyor!
  3. Şubat ayı dış ticaret rakamları ihracattaki yavaşlamanın gerilemeye dönüştüğünü, ihracatın geçen yılın aynı ayına göre yüzde 1,5 azaldığını gösterdi. Kota ve kısıtlamalara rağmen ithalat yükseldi. İki aylık dış ticaret açığı 15,7 milyar dolara ulaştı!

TARIM

  1. Ulusal Kırmızı Et Konseyi’nin (UKEK) piyasa tespitlerine göre perakende, toptan ve market zincirlerindeki et fiyatları arasındaki fark 2-3 kata çıktı!

DIŞ POLİTİKA

  1. Suriye’de Şam’daki geçiş yönetimi tarafından onaylanan geçici anayasa beyannamesi, farklı etnik ve dini grupların tepkisine neden oldu!
  2. Rusya-Ukrayna savaşının sona ermesinde kritik viraj, ABD ve Ukrayna heyetlerinin Suudi Arabistan’ın ev sahipliğinde Riyad’da yaptığı görüşmelerde varılan ateşkes anlaşmasıyla aşıldı.

 

Türkiye-Ermenistan normalleşme sürecinde Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan'ın açıklamaları ikili ilişkilerde yeni bir dönemi başlatmak istediğini gösteriyor. Soykırım iddialarını artık Ermenistan’ın dış politika öncelikleri arasında görmediklerini vurgulayan Paşinyan, bu politikanın refah ve barış getirmediğini ifade etti.

Bir grup Türk gazeteciyi Erivan’a davet ederek Türkiye’ye, dünyaya ve Ermeni Diasporasına çarpıcı mesajlar veren Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın; ‘Resmi tutumumuz, artık Ermeni Soykırımı'nın uluslararası alanda tanınmasının bugünkü dış politika önceliklerimiz arasında yer almadığıdır’ sözleri, bugüne kadar önemli gerilimlere neden olan bir iddianın Ermenistan yönetimince terk edildiğini işaret ediyor.

Karabağ’da kaybedilen savaşın ardından Azerbaycan ile barış müzakerelerini sürdüren Ermenistan diğer yandan Türkiye ile ilişkileri normalleştirmeyi hedefliyor. Ermenistan’dan gelen son açıklamalar yıllardır iki ülke arasında ve uluslararası alanda ilişkilerin kesilmesi, gerilmesi ve tıkanmasında büyük rol oynayan 1915 soykırım iddiaları ve bu konudaki resmi Ermeni tezlerinin terk edilmesinin planlandığını gösteriyor.

Türkiye ile Ermenistan arasında 2021’de başlayan normalleşme sürecinde, tayin edilen özel temsilciler aracılığıyla diplomatik ilişkilerin yeniden tesis edilmesini, sınır kapılarının açılmasını içeren kapsamlı görüşmeler yapıldı. 2023 seçimleri sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Beştepe’deki yemin törenine katılan Başbakan Nikol Paşinyan, geçen yıl Birleşmiş Milletlerin yıllık genel kurul toplantıları açılışında Cumhurbaşkanı Erdoğan ile baş başa ikili görüşmede bir araya geldi.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla 1991’de bağımsızlığını ilan eden Ermenistan o tarihten bu yana anayasasında yer alan sözde 1915 Ermeni Soykırımının tüm dünyada tanınarak kabul edilmesi, Türkiye’nin soykırımla suçlanması, Türkiye Cumhuriyeti’nin Ermenilere tazminat ödenmesi, uluslararası alanda mahkum edilmesi vb. başlıklar altında devlet politikası yürütüyor.  Türkiye, soykırım iddialarını reddediyor. 1. Dünya savaşının yaşandığı o dönemde binlerce Türk’ün de yaşamını kaybettiğini, yerlerini terk etmek zorunda kaldığını savunarak konunun kurulacak ortak bir komisyonda bağımsız tarihçiler tarafından araştırılmasını öneriyor.

Başbakan Paşinyan, diaspora ve muhafazakâr-radikal Ermenilerin kullandığı ‘Tarihi Ermenistan’ yerine ‘Gerçek Ermenistan’ tanımını tercih ettiğini belirterek; ‘Ermenistan halkının bugün Türkiye ve Azerbaycan sınırları içindeki bazı topraklara değil, Ermenistan Cumhuriyeti sınırlarına, toprağına, devletine, Gerçek Ermenistan’a sahip çıkması gerektiğini’ söyledi.

Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın Erivan’dan verdiği mesajlar, Türkiye-Ermenistan normalleşmesi ve Azerbaycan-Ermenistan müzakerelerinde yeni açılımlara zemin sağlayacaktır. Kafkasya’da barış ve iş birliğinin gelişmesi, ekonomik-ticari-siyasi-insani ilişkilerin ilerletilmesi, üç ülkenin çıkarlarını büyütecek adımların atılmasına imkan yaratacaktır.

Bankaların bireysel kredi ve kredi kartı borcundan dolayı kanuni takibe aldığı kişi sayısının her ay yüz binlerce artmasının ortaya koyduğu tablonun bir benzeri icra dairelerinde yaşanıyor. Mart ayında icra dairelerine gelen günlük dosya sayısı 20 binin üzerine çıktı. Ortalama her 4 kişiden biri icralık!

Adalet Bakanlığı Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) sistemindeki icra iflas davaları ve icra dairelerinde işlem gören dosya sayılarına ilişkin veriler ekonomik çaresizliğin her geçen gün yayıldığını, milyonlarca kişinin, şirketin, esnafın darboğaza ve ödeme güçlüğüne sürüklendiğini ortaya koyuyor. UYAP icra dosyası günlük işlem verilerine göre mart başından bu yana icra dairelerine intikal eden icra dosyası sayısı 20 binin üzerine çıktı. Dosya sayısında günlük 300-600 fark yaşanırken, mart başından bu yana günlük gelen dosya sayısı 20 binin altına inmedi.  En son 13 Mart itibarıyla bir günde icra dairelerine gelen dosya sayısı 20 bin 737 oldu.

Buna karşılık icra işlemleri tamamlanarak kapatılan çıkan dosya sayısında da günlük ortalama 16 bin 800-17 bin arasında değişiyor. Yine 13 Mart itibarıyla icra satış işlemleri ya da borç tahsiliyle kapatılarak çıkan dosya sayısı bir günde 17 bin 137 olarak UYAP verilerine yansıdı. 2025 başından bu yana 13 Mart’a kadar icra dairelerine gelen yeni dosya sayısı 1 milyon 851 bin 519 olurken, işlemleri süren toplam dosya sayısı 23 milyona ulaştı. İcra dairelerinde on milyonlarca kişiyi kapsayan icra dosyalarıyla ilgili bu veriler 85 milyonluk Türkiye’de neredeyse ortalama her 4 kişiden birinin icra dairelerine yolunun düştüğünü gösteriyor. Çocuklar ve 18 yaş altı nüfus hesaplama dışında tutulduğunda kişi başına düşen icra dosyası sayısı 3-4’e çıkıyor.

İcra dairelerindeki dosya sayısındaki artış 2008 küresel-finansal krizinin yaşandığı dönemde olağanüstü artarak 8 milyona yükselmişti. İcra dairelerinin yanı sıra, Asliye Ticaret Mahkemelerindeki iflas ve konkordato davalarında da olağanüstü yükseliş söz konusu. UYAP verilerine göre bu yılın ilk iki ayında Asliye Ticaret Mahkemelerince verilen konkordato ve iflas kararlarının sayısı 869’a yükseldi. 2024 yılının tamamında 3497 olan iflas ve konkordato toplamının dörtte birinin daha yılın ilk iki ayında gerçekleşmesi, yılsonuna kadar iflas ve konkordatoların 4-5 bine ulaşacağını gösteriyor. Şirketler, holdingler, işletmeler iflas ve konkordatolarla borçlarını erteleme yoluna giderken, 23 milyon icra dosyası ile bir başka ekonomik yıkım yaşanıyor. Geçen yılın tamamında 120 bin küçük esnaf sicil kaydını sildirerek kepenk indirirken, bu yılın ocak-şubat döneminde işyerini kapatan küçük esnaf sayısı 22 bin olmuş. Yılsonunda işyerini kapatan esnaf sayısının 200 bine yaklaşması ihtimali oldukça yüksek!

İcra, iflas, konkordato, işyeri kapatma işlemlerinde görülen bu olağanüstü artış, bankaların kanuni takibe intikal ettirdiği bireysel borçlu sayısının geçen yıla göre yüzde 201 artması, ciddi bir ekonomik deprem göstergesi. Borç yapılandırma, erteleme, faiz silme veya kısmi borç affı vb. bir düzenleme kısa sürede yürürlüğe konulmadığı takdirde yakın gelecekte etkileri uzun yıllar sürecek bir sosyoekonomik yıkımın yaşanması kaçınılmaz olacaktır!

Cumhurbaşkanı Erdoğan ilk kez İmralı heyetine randevu vereceğini açıkladı. Dışişleri Bakanının Suriyeli Kürtlerin bütün haklarının verilmesini dile getirmesi, İmralı heyetinin iktidardan güvence ve hukuki düzenleme talep etmesi, DEM Parti ile anayasa değişikliğine kadar varabilecek bir iş birliği ve siyasi pazarlığın işaretleridir!

DEM Parti Eş Başkanlarının da yer aldığı İmralı Heyeti, Abdullah Öcalan’ın silah bırakma, ateşkes ve PKK’nın kendisini lağvetmesi çağrılarının ardından TBMM’deki partileri ziyaret ederek gelişmeler hakkında bilgi verip, görüş alışverişinde bulundu. Önceki İmralı ziyaretleri sonrasında TBMM’de grubu bulunan partilerden randevu talep ederek Genel Başkanlar ve yöneticilerle görüşmeleri TBMM çatısı altında yürüten heyet, CB Erdoğan tarafından kabul edilmedi. CB Erdoğan’ın siyasi risk almaksızın doğrudan ittifak ortağı MHP Lideri Bahçeli üzerinden yürüttüğü süreçte kendisini dışarıda tutma isteği söz konusuydu. Şimdi gelinen noktada İmralı heyetinin silah bırakma, hukuki güvence, PKK Kongresi’nin toplanması vb. adımlar için ‘devletin üzerine düşenleri yapmasını’ gündeme getirmesi Cumhurbaşkanının da sürece dahil olması gereğini zorunlu kılmış görünüyor.

PKK’nın kendi kendisini feshetme kararı alacağı Kongre’ye Abdullah Öcalan’ın katılımını talep etmesi, Öcalan’ın dışarıyla iletişim olanaklarının kolaylaştırılması yönündeki istekler, genel af vb. talepler doğrudan siyasi sorumluluk üstlenilmesini ve hukuki bir çerçeve çizilmesini gerektiriyor. Önceki çözüm sürecinde heyetlerde yer alıp şimdi terör suçlamalarıyla cezaevlerinde tutulan siyasilerin durumu gündeme getirilerek yeni süreçte benzer durumun yaşanmaması için PKK yöneticilerine, lider kadrolarına ve milislerine ‘siyasi ve hukuki korunma, dokunulmazlık, yargılanmama güvencesi’ talep ediliyor.

Bunların tamamı yasal düzenleme gerektiren talepler. Nitekim DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları sürecin ilerlemesi için hukuki çerçevenin netleştirilmesini, iktidarın ‘gereğini yapmasını’ dile getirdi. Bu konuda siyasi iradesini ortaya koyması gereken Cumhurbaşkanı Erdoğan. O yüzden sürece dahil olma vakti geldiğini düşünüyor olmalı ki, İmralı heyetinin talep etmesi durumunda randevu vereceğini açıkladı.

Bu gelişmelerle eş zamanlı olarak Suriye’de SDG ile Şam yönetimi Cumhurbaşkanı Ahmed el Şara arasında Kürtlerin devlet yönetimine ve orduya entegrasyonu mutabakatının imzalanması, Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanının bu anlaşmayı olumlu bulduklarını içeren açıklamalar yapmaları Suriye, Kandil, Ankara ve İmralı’da sürecin eş zamanlı ve belirli bir plan dahilinde yürütüldüğünü gösteriyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Suriyeli Kürtlere tüm yasal ve hukuki haklarının verilmesi gerektiğini, bunun için el Şara’ya telkinde bulunduklarını ifade etmesi, Türkiye’de yürütülen süreçte de aynı doğrultuda siyasi ve hukuki taleplerin karşılanacağı mesajıdır.

Yeni bir aşamaya geçildiğini gösteren bu gelişmelerin iktidar ittifakı ile DEM parti arasında yeni siyasi pazarlıklarla, anayasa değişikliği, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üçüncü kez adaylığı, olası erken seçim vb. başlıklarda iş birliğine dönüşmesi kuvvetle muhtemeldir.

Açıklanan resmi veriler Türkiye’de 65 yaş ve üstü yaşlı nüfusun hızla arttığını, yoksullaştığını gösteriyor. Beş yılda 2 milyon kişi artan yaşlı nüfusun istihdam içindeki payı yüzde 13’e yükseldi!

Nüfus projeksiyonlarında 2030’lardan itibaren genç nüfus avantajının yitirileceği ortaya çıkarken, yaşlı nüfusun içinde bulunduğu koşulların hızla kötüleştiğini, 65-70 yaşındaki insanların inşaatlarda, ağır sanayide, beden gücü gerektiren işlerde çalışmak zorunda kaldığını gösteriyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun ‘İstatistiklerle Yaşlılar 2024’ araştırma sonuçları ve derlenen veriler asgari ücretli, işçi, memur gibi çalışan milyonların dışında 10 milyona yaklaşan 65 yaş ve üstü yaşlılarımızın açlıkla boğuşan Afrika ülkelerini aratmayacak koşullarda yaşamak zorunda bırakıldığını ortaya koyuyor.

Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) verilerine göre 2019 yılında 7,6 milyon olan 65 ve üstü nüfus 2024 sonunda 9 milyon 112 bin kişiye yükseldi. Beş yılda toplam nüfus içindeki payı yüzde 9,1’den yüzde 10,6’ya yükselen yaşlı nüfusun yüzde 55,4’ünü yaşam süresi erkeklere kıyasla daha uzun olan kadın yaşlılar oluşturuyor. Yaşlı nüfustaki artış hızı toplam nüfus içindeki yaşlı kesimin 2030’da yüzde 13,5’a, 2040’ta yüzde 18’e yükseleceğini, 2060’ta nüfusun yüzde 29’unun yaşlılardan oluşacağını gösteriyor.

Toplam nüfus içindeki yoksulluk oranında en yüksek pay yüzde 24,2 ile 65 yaş ve üstü yaşlı nüfusa ait. 2024 sonunda 9,1 milyon kişi olan yaşlı nüfusun 2 milyon 123 bini ağır yoksulluk altında. 2019’dan itibaren yaşlı nüfus içindeki yoksul sayısı ve yoksul yaşlı oranı kesintisiz şekilde artıyor. Bu tablo düşük ücret ve maaşlarla çalıştıkları dönemde geçim sıkıntısı ve yoksulluk çekenlerin, emekliliklerinde refaha erişemediğini düşük yaşlılık aylıklarıyla çok daha ağır yoksulluğa sürüklendiğini gösteriyor.

Acı ve vahim tablodaki gerçek, sefalet ve yoksulluk altında yaşamaya mecbur edilen yaşlı nüfusun bedensel zorluklarına rağmen çalışmaya mecbur kaldığını, ‘ağır ve tehlikeli işlerde’ istihdam edilen yaşlı sayısının arttığını gösteren verilerdir. 2019’da iş gücüne katılan yaşlı çalışanların toplam istihdamdaki payı yüzde 12 iken, 2023’te yüzde 12,2’ye, 2024 sonunda yüzde 13’e yükselmiş. Üç yıl öncesine kadar tarımdaki yaşlı istihdamı yüzde 64, hizmetler sektöründe yüzde 27, sanayide yüzde 6,3, inşaatta yüzde 2 seviyesindeydi.

  • Araştırmada yer alan son yaşlı istihdam rakamlarında bu oranlar; tarımda yüzde 57’ye gerilerken, hizmetlerde yüzde 32’ye, sanayide yüzde 7,3’e, inşaatta yüzde 2,8’e yükselmiş.

Yüksek enflasyon ve düşük ücret zamlarıyla ezilen milyonlarca memur, işçinin ilerideki akıbetini ve karşı karşıya kalacağı koşulları ortaya koyan İstatistiklerle Yaşlılar Araştırması’na göre, bu kişileri gelecekte ağır yoksulluk altında bir yaşam ve yaşlılık bekliyor. Türkiye’nin bugünden 10-15 yıl sonrasının yaşlı nüfus artışına hazırlanması, insanca yaşam sağlayacak ekonomik ve sosyal altyapıyı kurması, çalışma yaşamı, ücret rejimi, sosyal güvenlik sisteminin yeniden tasarlanıp reforma tabi tutulması hayati önemdedir.

Merkez Bankası politika faizinde aralık ayından bu yana üst üste yapılan indirimler sonrası banka kredili ipotekli konut satışları yükselişe geçti. Şubatta Türkiye genelinde konut satışları yüzde 20,1 arttı. Uzun süre konut sektörünü ayakta tutan yabancılara satış, sert biçimde geriledi!

Şubat ayında Türkiye genelindeki konut satışları geçen yılın aynı ayına göre yüzde 20,1 oranında artarak 112 bin 818 adet oldu. Ocak-Şubat dönemi iki aylık toplam konut satışları ise geçen yılın ilk iki ayına kıyasla yüzde 29,1 artışla 224 bin 991’e ulaştı. Konut sektöründeki bu canlanmada Merkez Bankası (MB) politika faizinin geçen yılın aralık ayından bu yana üst üste üç kez indirilerek yüzde 50’den yüzde 42,5’a düşürülmesinin etkili olduğu kredili konut satış rakamlarındaki artıştan anlaşılıyor. Yüzde 50 oranındaki politika faizinin konut kredilerinin faizini aylık yüzde 4,5-5 ve yıllık yüzde 70’ler düzeyine yükseltmesi bankalardan konut kredisi ile konut alımlarını en dip noktaya düşürmüştü.

Yüzde 42,5 düzeyindeki politika faizinin yansımasıyla konut kredisi faizleri şu anda aylık yüzde 3,5-4, yıllık yüzde 55-60 düzeyine geriledi. Halen oldukça yüksek düzeyde bulunan konut kredisi faizlerine rağmen gelir düzeyi yüksek dar bir kesimin yatırım amaçlı olarak konut kredisi ile ipotekli konut satın almaya yöneldiği görülüyor. Burada temel motivasyon, ilan edilen enflasyon hedefinin tutmayacağı bir süre sonra konut kredisinin aylık ödeme taksitlerinin enflasyon karşısında düşük kalacağı beklentisinden kaynaklanıyor.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yayınladığı verilere göre ipotekli konut satışları şubat ayında geçen yılın aynı ayına göre yüzde 90,1 oranında artarak 16 bin 778 oldu. Ocak-Şubat döneminde ise iki aylık toplam ipotekli konut satışındaki artış geçen yılın ilk iki aylık dönemine göre yüzde 127,3 oranında gerçekleşerek toplam 33 bin 504 konuta yükseldi. İpotekli konut satışlarının Türkiye genelindeki toplam konut satışları içindeki payı yüzde 14,9’a çıktı. 2024 büyüme hızı rakamlarında yüzde 9’u aşan büyümeyle ilk sırada yer alan inşaat sektörünün canlanmaya başladığını gösteren işaretler ilk el yeni konut satışlarında gerçekleşen artıştan da anlaşılıyor. Şubat ayında ilk el yeni konut satışları Türkiye genelinde geçen yıla göre yüzde 18,2 oranında artarak 33 bin 784 oldu. İlk el konut satışlarının toplam konut satışları içindeki payı yüzde 29,9 seviyesine yükseldi. Ocak-şubat dönemi iki ayda ilk el konut satışlarının toplamı ise 66 bin 569 olarak gerçekleşti. Konut sektörünü uzun süre ayakta tutan yabancılara konut satışlarında tablo tersine dönmüş durumda. Şubatta yabancılara konut satışı geçen yıla göre yüzde 21,1 azalışla 1457’ye, ocak-şubat döneminde yüzde 23,1 gerilemeyle toplam 3 bin 4 adete indi. Yabancıya satışta Rusya, İran, Irak sıralaması değişmedi. 

Konut sektörünün canlanması, satışların artması ekonomideki daralma ve durgunluğun aşılmasına kısmen olumlu katkı verebilir. Ancak inşaat maliyetleri ve konut birim fiyat endeksindeki yüksek artışlar, konut kredisi faizleri ve geri ödeme taksitlerinin halen çok yüksek olması dar gelirliler, ücretliler ve emekliler için konut sahibi olmanın hayalden öteye geçemeyeceğini gösteriyor!

Sanayi üretiminde aylardır alarm veren gerileme devam ediyor. Ocak ayında yüzde 2,3 azalan sanayi üretimi, yıllık bazda da kötü performans sergiliyor. Yüksek teknolojili ürünlerde yüzde 30,7 oranındaki üretim düşüşü sanayi üretimindeki ağır kanamayı gösteren bir tehlike sinyali!

Yüksek faiz, düşük kur, finansmana erişim güçlükleri, yeni yatırımlara yeterli kaynak ayrılmaması, teşvik sisteminin yetersizliği vb. nedenlerle aylardır sürekli gerileyen sanayi üretimi, geçen yılın kasım ve aralık aylarındaki hafif canlanmanın ardından ocak ayında yeniden gerileme sürecine girdi. Türkiye’nin toplam sanayi üretimi ocak ayında bir önceki aya göre yüzde 2,3 azalırken yıllık bazda da son üç ayın en kötü üretim performansı yaşandı. Faiz indirimi kararı sonrasında hafif bir kıpırdanma sergileyen sanayi üretiminde yüzde 2,9 artış yaşanmasına karşılık ocak ayında aralık ayına kıyasla gerçekleşen düşüş, çözüm üretilmediği takdirde ekonominin lokomotifinin işlemez hale geleceğini gösteriyor.

2024 büyümesinde eksi yüzde 0,5 büyüme oranıyla negatif alanda kalan sanayi kesiminde imalat sanayii sektörlerinde çok daha sert üretim düşüşleri yaşanıyor. Şubat ayı dış ticaret verilerinde ihracatın geçen yılın aynı ayına göre azalması ihracata dönük sanayinin üretimindeki gerilemeden ve daralmadan kaynaklanıyor. Parasal sıkılaştırma ve yüksek faiz politikaları, krediye erişim imkanlarının kısıtlanması, kurların düşük kalması yanında sanayi üretimindeki gerilemede AB pazarlarındaki durgunluk ve küçülme, ABD’nin ek gümrük vergileriyle başlattığı küresel ticaret savaşları, Türkiye’nin yakın çevresindeki savaşlar, çatışmalar ve artan istikrarsızlık önemli etkenler olarak karşımıza çıkıyor.

Aralık ayında bilgisayar, elektronik ürünler, optik ürünler imalat sanayiinin üretimi yüzde 62, diğer ulaşım araçları sektörünün üretimi yüzde 24,9 artarak diğer sektörlere kıyasla rekor üretim artışı sağlamıştı. Ocak ayı rakamlarında ise bu alanlardaki imalat ve üretimlerde en sert üretim düşüşlerinin yaşandığı görülüyor. Bilgisayar sektöründe üretim ocak ayında yüzde 11,5, diğer ulaşım araçları imalat sanayiinde ise yüzde 34,9 düştü. Makine ve ekipman imalatında yüzde 3,9, fabrikasyon metal ürünleri sektöründe yüzde 8,5 oranında sert üretim düşüşleri gerçekleşti.

İmalat sanayii genelinde ocak ayındaki üretim düşüşü yüzde 3 seviyesinde gerçekleşirken toplam sanayi üretimindeki gerilemenin yüzde 1,2’si imalat sanayiindeki üretim düşüşünden kaynaklandı. Aralık ayında yüksek teknolojili ürün imalatında yüzde 51,6 oranıyla rekor üretim artışı yaşanırken, ocak ayında bu durum yüzde 30,7’lik üretim düşüşüne dönüştü. Yüksek teknolojili ürün imalatında ocak ayında gerçekleşen sert üretim gerilemesi, sanayi üretiminin genel tablosuna 2,6 puanlık olumsuz etki yaptı.

Sanayideki üretim düşüşü ciddi risklerin sinyallerini veriyor. Kamu kaynaklarının hazineyi uzun yıllar borç yükü altına sokan alanlara aktarılması, sanayi yatırımları için gerekli ve ucuz kaynak ihtiyacının göz ardı edilmesi bu tablodaki en önemli etkenlerdir. Sanayinin sorunlarını çözümsüz bırakma, destek ve teşviklerde siyasi tercihleri önde tutma yaklaşımı daha fazla sürdürülemez!

Şubat ayı dış ticaret rakamları, ihracat düşerken kota ve kısıtlamalara rağmen ithalatın yükseldiğini gösterdi. İki aylık dış ticaret açığı 15,7 milyar dolara ulaştı. 2025 sonunda 390 milyar dolarlık ihracat ve 89,4 milyar dolar olarak öngörülen dış ticaret açığı hedefinin tutmayacağı netleşti!

Geçen yılın şubat ayında 21,1 milyar dolar olan ihracat, bu yılın şubatında 20,8 milyar dolara geriledi. Şubat ayı ithalatı yüzde 3,8 artarak 28,9 milyar dolara yükseldi. Aylık dış ticaret açığı, 2024’ün şubat ayına göre yüzde 20,5 oranında artışla 8,2 milyar dolar oldu. Ocak ayında ihracat geçen yılın aynı ayına göre yüzde 5,8 artarak 21,2 milyar dolar olurken ithalat ise yüzde 9,6 artışla 26,9 milyar dolar tutarında gerçekleşmiş, 7,5 milyar dolar dış ticaret açığı verilmişti. Bu yılın ilk iki ayındaki dış ticaret açığı toplamı 15,7 milyar dolara yükseldi. İhracatın ithalatı karşılama oranı ocak ayında yüzde 75,7 iken şubatta 3,9 puan birden düşerek 71,8’e indi. İthalata getirilen çeşitli kısıtlamalarla 2023 sonunda 106,4 milyar dolar olan dış ticaret açığı 2024 sonunda 82,2 milyar dolara geriledi. Geçen yılsonunda 2023’e göre yaklaşık 30 milyar dolar azalan cari açıktaki bu düşüşün 24,2 milyar doları dış ticaret açığın azalmasından kaynaklandı. Ocak ayında 83,6 milyar dolara yükselen yıllıklandırılmış dış ticaret açığı şubat ayında 91,8 milyar dolara çıktı. Orta Vadeli Programda (OVP) yılsonu dış ticaret açığının 89,4 milyar dolar olması öngörülüyor. 91,8 milyar dolara ulaşan yıllık dış ticaret açığıyla OVP hedefi iki ayda aşıldı. Ticaret Bakanı Ömer Bolat, mart ayında yine pariteden kaynaklı olarak ihracatta düşüş yaşanabileceğini açıkladı. Aylardır ihracata dönük sanayideki üretim düşüşleri, ihracatçıların ve sanayicilerin kurlar üzerindeki baskının gevşetilmesi çağrıları anımsandığında Bakan Bolat’ın parite gerekçesi tutarlı görünmüyor.

İhracattaki yavaşlama şubat ayında gerilemeye dönüşerek geçen yılın aynı ayının altında kaldı. İhracatçılara yeterli desteğin sağlanmaması, Eximbank’ın düşük faizli reeskont kredilerini azaltması, ihracata dönük üretim yapan sanayinin üretim maliyetlerindeki artışın göz ardı edilmesi, ithalata kısıtlamalar getirilmesi vb. uygulamalar etkili oldu.  İhracata dönük üretim yapan sanayinin ara malı, hammadde ithalatının ciddi şekilde düştüğü, buna karşılık tüketim malları ithalatında yüzde 20,6 artış yaşandığı görülüyor. 2025 yılı için öngörülen 390 milyar dolarlık ihracat hedefinin tutmasını güçleştirdi. İki aylık toplamı 41,8 milyar dolar olan ihracatta 390 milyar dolarlık yıllık hedefin tutması için kalan sürede aylık ihracatın 34-35 milyar dolar veya üzerinde olması gerekiyor. İki aylık dış ticaret açığının 15,7 milyar dolara ulaşması cari açığı da olumsuz etkiledi. Ocak ayı cari açık tutarı 3 milyar dolarlık beklentilerin üzerine çıkarak 3,8 milyar dolar oldu. Yıllıklandırılmış cari açık daha ilk ayda 11 milyar doları aştı.

Dış ticaret ve cari açıktaki bu tablo önümüzdeki aylarda kurların yukarı doğru hareketleneceğini gösteriyor. İhracata düşük faizli reeskont kredisi desteği sağlanması, Merkez Bankası’nın rezerv satışlarıyla döviz kurlarına müdahalenin durdurulması ya da en alt düzeye indirilmesi kaçınılmaz görünüyor!

Ulusal Kırmızı Et Konseyi’nin (UKEK) piyasa tespitlerine göre perakende, toptan ve market zincirlerindeki et fiyatları arasındaki fark 2-3 kata çıktı. UKEK, Et ve Süt Kurumu’nun 40 bin baş canlı hayvan, 40 bin ton et ithali kararına rağmen fiyat artışlarının durdurulamadığını saptadı!

Süt ve Et Üreticileri Birliği (SET-BİR) tarafından yürütülen son araştırmada kırmızı etin toplumun gıda ve beslenme amaçlı ilk 20 gıda maddesi sıralamasından düştüğü belirlendi. Yumurta, süt, peynir, sebze vb. temel gıda maddelerinin yer aldığı ilk 20 temel gıda maddesi tüketimi ve talebi sıralamasında kırmızı etin yer almaması, fiyatlardaki olağanüstü artışlardan dolayı, et alabilen ve tüketebilenlerin azaldığının somut göstergesi. Toplumun geniş kesimleri için et sadece uzaktan izlenen bir temel gıda haline geldi.

Ramazan öncesi et fiyatlarının artmaması, en azından bir ay süreyle sabit kalması yönünde yürütülen çalışmalar çerçevesinde Et ve Süt Kurumu’nun (ESK) 40 bin baş canlı hayvan ve 40 bin ton karkas kırmızı et ithal ederek dağıtımını yapacağı ve et arzı artırılarak fiyatların kontrol altında tutulacağı açıklanmıştı. Ancak Ulusal Kırmızı Et Konseyi’nin (UKEK) geçen hafta açıkladığı et piyasası fiyat araştırması sonuçlarına göre sadece son iki haftada piyasadaki kırmızı et fiyatları arasındaki farklılıklar 2-3 kata kadar çıktı. Binlerce ton ithal kırmızı etin piyasaya sürülmesine rağmen et fiyatlarının düşmediği, tam aksine zamlandığını saptayan UKEK araştırma sonuçları, ESK mağazalarının büyük bölümünde de dağıtım sorunlarının çözülememesi nedeniyle ürün bulunamadığını ya da mağazalara dağıtılan kısıtlı miktardaki kıyma ve kuşbaşının kısa sürede tükendiğini gösteriyor. UKEK et piyasası araştırmasında fiyat farkları farklı satış yerlerine göre şu şekilde saptandı:

1 Kilogram dana kıyma; kasapta 630 TL, indirimsiz market zincirlerinde ortalama fiyatı 580 TL, indirimli market zincirlerinde 379 TL, ESK satış mağazalarında 299 TL.

1 Kilogram dana kuşbaşı et fiyatı; kasapta 740 TL, indirimsiz market zincirlerinde ortalama fiyat 695 TL, indirimli market zincirlerinde ortalama satış fiyatı 399 TL, ESK satış mağazalarında 339 TL.

Et piyasasının kontrolü, düzenlenmesi, fiyat istikrarı, ucuz-kaliteli-sağlıklı ürün temini ve satışı ile görevli ESK’nın satış mağazası sayısının 18 olması bile iktidarın soruna yaklaşımındaki sorumsuzluk ve ciddiyetsizliği göstermektedir. 81 ilin olduğu Türkiye’de 18 mağazada kısıtlı miktarda et satarak fiyat kontrolünün sağlandığını, halka ucuz et satıldığını öne sürmenin imkansızlığı apaçık ortadadır. 16 milyon nüfuslu İstanbul’da 1, 6 milyon nüfuslu Ankara’da 3 mağazada kişi başına azami 1 kilo kıyma satarak millete ucuz et temin edildiği söylenebilir mi?

Ulusal Kırmızı Et Konseyi’nin saptadığı gerçek, kontrolden çıkan et fiyatlarında denetimsizlik ve fırsatçılıkla farkın 200-300 TL’ye kadar yükseldiğidir. Aynı üründe böyle büyük fiyat farkı hiçbir ekonomik gerekçeyle açıklanamaz. Bu tablonun tek izahı iktidarın çaresizlik, beceriksizlik ve liyakatsizliğinin bedelinin fahiş et fiyatları ve olağanüstü fiyat farklarıyla halka ödetilmesidir.

Suriye'nin kuzeydoğusunu kontrol eden Suriye Demokratik Güçleri ile Şam yönetimi arasında entegrasyonu içeren 8 maddelik anlaşma imzalandı. Cumhurbaşkanı el Şara, geçici anayasa beyannamesini onayladı ancak Kürtler ve Dürziler de dahil pek çok etnik ve dini grubun tepkisini çekti!

Suriye’de Şam’daki geçiş yönetimi tarafından onaylanan 53 maddelik geçici anayasa beyannamesi farklı etnik ve dini grupların tepkisine neden olurken, ülkenin kuzeydoğusunu kontrol eden Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile HTŞ öncülüğündeki Şam yönetimi arasında entegrasyon anlaşması imzalandı. SDG ile Şam yönetimi arasında imzalanan anlaşma, Kürtlerin etnik kimliğinin ve eşit yurttaşlığının tanınmasını, YPG’nin Suriye ordusu ile entegrasyonunu, tüm kamu kurumlarında Kürtlerin eşit temsilini içeriyor. Anlaşmanın ön koşulu Lazkiye ve Tartus’ta HTŞ öncülüğünde yürütülen Alevi katliamının sorumlularının açığa çıkartılarak adalete teslim edilip yargılanması, başta Aleviler, Kürtler, Hristiyanlar, Dürziler, Şii Araplar olmak üzere hiçbir etnik ve dini gruba ayrımcılık ya da benzeri saldırıların yapılmaması. İktidarın ‘Esad yanlısı eski rejim artıklarının provokasyonu’ dediği saldırılar, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed el Şara tarafından ‘sivillere yönelik katliam’ olarak nitelendirildi. Ahmed el Şara katliamcıların yargılanıp en ağır şekilde cezalandırılacaklarını ‘tüm dünyaya taahhüt ettiklerini’ duyurdu.

SDG-Şam anlaşmasındaki her madde için Şam yönetimiyle SDG arasında ortak komisyon oluşturulacak. Anlaşma maddelerinin uygulanma koşullarını düzenleyecek komisyonlar çalışmalarını yılsonuna kadar tamamlayacak. SDG-Şam anlaşmasının ABD-İsrail desteğiyle sağlandığı anlaşılıyor. Türkiye’de iktidar ittifakının yürüttüğü çözüm sürecini, Öcalan’ın ateşkes ve PKK’nın lağvedilmesi çağrısını bu anlaşmanın bir parçası olarak görmek olanaklı. ABD ve İsrail, SDG’yi Şam yönetimiyle anlaşma masasına oturtarak Kürtleri Suriye’deki yeni yönetimin asli ortağı ve Kuzey Suriye’nin kontrolünde etkin konuma getirdi. Aynı zamanda Türkiye’nin Kuzey Suriye’ye olası bir askeri harekatının gerekçelerini ortadan kaldırdı. Diğer yandan Şam’daki geçiş yönetiminin 53 maddelik geçici anayasa beyannamesi Cumhurbaşkanı Ahmed el Şara tarafından onaylandı. Geçici anayasa, asıl anayasa çalışmalarının 5 yılda tamamlanarak referanduma sunulmasını öngörüyor. Geçici anayasaya göre yasamanın temelini İslami ilke ve kurallar oluşturacak. Cumhurbaşkanına olağanüstü hal ilan etme ve kanun gücünde kararname çıkartma yetkisi veriliyor. Yasama faaliyetlerini yürütecek Halk Meclisi üyelerinin üçte ikisini el Şara’ya bağlı komite, üçte birini ise doğrudan Cumhurbaşkanı el Şara belirleyecek. SDG, geçici anayasanın Baas rejimi anayasasıyla benzeştiğini öne sürerek reddettiklerini açıkladı. Dürziler de geçici anayasayı tanımadıklarını ilan ettiler.

Geçici anayasanın onaylandığı 13 Mart’ta Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın yer aldığı heyetin Ahmed el Şara ve Şam yönetimiyle bir araya gelerek saatler süren müzakerelerde bulunması iktidarın sürece müdahil olduğunu geçici anayasa ve halk meclisi oluşumunu yönlendirdiğini gösteriyor.

ABD-Ukrayna arasında kopan ipler, Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy’in verdiği tavizler sonrası Cidde’de yapılan müzakerelerle onarıldı. Ukrayna, 30 günlük acil ateşkes anlaşmasını kabul etti. Rusya Devlet Başkanı Putin, bazı ön koşullarla ateşkese onay verebileceğini açıkladı.

Rusya-Ukrayna savaşının sona ermesinde kritik viraj, ABD ve Ukrayna heyetlerinin Suudi Arabistan’ın ev sahipliğinde Riyad’da yaptığı görüşmelerde varılan ateşkes anlaşmasıyla aşıldı. Beyaz Saray’da Trump ile Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy arasında yaşanan sert tartışmalarla kopan ipler Suudi Arabistan aracılığıyla onarıldı. Trump, Beyaz Saray gerilimi sonrası Ukrayna’ya tüm mali ve askeri yardımı kesme, istihbarat paylaşımını durdurma kararı almıştı.

Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy daha önce ‘ABD’nin ülkeme dayattığı sömürge anlaşması’ diye nitelendirdiği Değerli Mineraller Anlaşması’nı imzalayacağını açıkladı. Beyaz Saray’daki gerginlik için Trump ve Amerika halkından dolaylı özür dileyen Zelenskiy, ABD’nin hazırladığı ve hemen yürürlüğe girmesi öngörülen 30 günlük acil ateşkes anlaşmasını kabul ettiğini duyurdu.

ABD Başkanı Trump, Ukrayna’nın kabulü sonrasında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile gerçekleştirdiği telefon görüşmesinin olumlu geçtiğini açıkladı. Putin’den Kursk bölgesinde Rus birliklerince çembere alınan Ukrayna ordusu askerlerinin hayatlarını bağışlamasını istediğini belirten Trump, Putin’in buna olumlu yaklaştığını ifade etti.

Rusya Devlet Başkanı Putin, bazı ön koşullarla 30 günlük ateşkes anlaşmasına onay verebileceğini açıklarken, ateşkesin Ukrayna’ya yeni silah ve asker temini için kullanılması durumunda anlamını kaybedeceğini söyledi. Putin, Trump’ın talep ettiği Kursk’taki Ukrayna birliklerinin silahlarını bırakarak teslim olmaları durumunda hayatlarının güvence altında olacağını garanti ettiğini vurguladı.

  • Putin’in ateşkese şartlı onay için gündeme getirdiği konulardan birisi de 2 bin kilometrelik cephe hattında ateşkesin nasıl ve kim tarafından denetleneceği?

ABD, ateşkesin denetimi ve mali yükünü Avrupa’nın üstlenmesini istiyor. Fransa ve İngiltere, Ukrayna cephe hattına 30 bin kişilik askeri güç göndermeyi gündeme alırken, Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy çatışmasızlığın devamını garanti altına almak ve ateşkesin denetimi için en az 100 bin asker gerektiğini ifade etti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın açıklamaları, iktidarın Avrupa’nın yeni askeri güvenlik konseptinde ve Ukrayna’daki ateşkes sürecinde Türkiye’nin yer almasına istekli olduğunu gösteriyor. Milli Savunma Bakanlığı, Ukrayna’ya Türk askeri gönderileceği haberleriyle ilgili açıklamada; ‘Muhtelif mecralarda dile getirilmekle birlikte henüz kavramsal bir çerçeveye oturtulamamış olan bir misyona katkıda bulunma konusu, bölgesel istikrar ve barışın tesisi için gerekli görüldüğü takdirde ilgili tüm taraflarla karşılıklı olarak değerlendirecektir’ ifadelerine yer verdi.

  • Bu açıklama, Ukrayna’ya asker seçeneğinin gündemde olduğu ve kapının açık tutulduğu anlamına geliyor.
  • Ancak Ukrayna’da görev alacak gücün hangi bayrak veya misyon altında olacağı

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov; AB, NATO ya da ulusal bayrakları altında da olsa Avrupa ülkelerini Ukrayna’ya kabul etmeyeceklerini açıkladı. Rusya, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı olmaksızın Ukrayna’ya sevk edilecek askerlerin ‘meşru hedef sayılacağını’ ilan etti.

  • NATO üyesi ve AB tam üye adayı olan Türkiye açısından Rusya’nın bu rezervleri sıkıntı yaratabilir.

Buna karşılık Türkiye-Rusya arasındaki iyi siyasi ve ekonomik ilişkiler, iki ülkenin Suriye’deki askeri iş birliği ve ortak devriye deneyimi, Ukrayna-Rusya savaşında izlenen iki tarafa eşit mesafeli tutum ve Rusya’ya yönelik ABD-AB yaptırımlarına katılmama tavrı, Rusya’nın Türk askerine itirazında hafifletici ve tolere edici gerekçeler olabilir.

  • Birleşmiş Milletler, Ukrayna’daki 2 bin Km’lik cephe hattında ateşkes denetimi için asgari 145 bin asker gerektiği görüşünde.

Rusya’nın itiraz şerhleri dikkate alındığında Avrupa’nın olası bir ortak barış gücünde NATO’da ABD’den sonra en büyük ikinci kara ordusuna sahip Türkiye’yi dışlama seçeneği zayıf görünüyor. Türkiye’nin üstün İHA-SİHA teknolojileri ve araçlarına sahip olması, Ukrayna’da sınır ve cephe hattı gözetim ve denetiminde üstlenilecek olası bir askeri misyon açısından önemli bir avantaj unsuru.