Zeki Müren mi? dediniz…
“Ben şarkımı kendim için söylüyorum.”
“Murat Bardakçı’nın ‘Zeki Müren sanat müziğinin canına okumuştur’ lafı”na da; “Büyük sanatkâr, hayalleriniz ötesinde, tahminlerinizin ötesinde büyük Zeki Müren,” betimlemesine de; “Türkiye’de gerek müzik gerekse genel beğeninin tarihini yazarken ihmal edemeyeceğimiz isimlerin başında Zeki Müren gelir” tespitine de katılmasam da Zeki Müren’in önemli olduğunu düşünenlerdenim.
Kanımca “Geçmişin ‘genel’ eğlence anlayışı ve modernleşme süreci içinde ‘söz konusu değişimin aktörlerinden’ Zeki Müren, toplumun eğlence tarihi içinde okumak daha doğru yorumlara ulaşabilmemizi sağlar”ken; “Yaşadığı zaman ve coğrafyanın çok ötesinden bir isim olan Zeki Müren, nam-ı diğer Sanat Güneşi, geride bizim ve bizden sonraki nice kuşağın söyleyeceği şarkılar bıraktı. Selami Şahin’in şarkısında Zeki Müren’in de söylediği gibi, ‘eski değil, eskimeyen dost’tu.”
* * * * *
Martín Stokes, “Türkiye’nin 1950 sonrası geçirdiği ‘liberal’ dönüşümleri ve bunun toplum, siyaset ve kamusal alandaki yansımalarının izini, 1950’li yılları Zeki Müren’in ‘ideal yurttaş’lığı, 1970’li yılları Orhan Gencebay’ın ‘müşfik modernizmi’ ve 1990’lı yılları Sezen Aksu’nun ‘kozmopolit diva yurttaşlığı’ üzerinden” çözümlerken Zeki Müren gerçeğinin altını ısrarla çizer.
“Siz inanmayın/ bir gün değişir elbet/ Güneşe ve penise/ tapan rüzgârın yönü /... bir gün elbette/ Zeki Müren’i/ Seveceksiniz/ (Zeki Müren’i seviniz)” yazmıştı, genç yaşında bir duvar dibinde ölüsü bulunan sevgili şair Arkadaş Z. Özger.
‘Sanat Güneşi’, ‘Türkiye’nin Elvis Presley’i’ Zeki Müren, 50’lerde İstanbul Radyosu’na adım atmasından bugüne hep yaşamamızda oldu. Bir dönem radyo almak isteyenler “Bu radyo Zeki Müren’i çalıyor mu?” diye soruyordu. “Vizontele” filminde de Cem Yılmaz televizyona bakıp, “Zeki Müren de bizi görecek mi?” derken, halkın Müren’le yakınlığını yansıtıyordu. Sanırım en ilginci ise Müren’in Gezi Direnişi’nin unutulmaz sloganlarından birine dönüşüvermesiydi: “TOMA’lara göğüs geren, İşte benim Zeki Müren!”
Kim ne derse desin: Toplum Zeki Müren’i sevdi. 7’den 70’e herkesin bir bildiği o şarkıda “Sevgi dolu bir dünyam var” diye başlar, “Adım mesut, göbek adım bahtiyar/ Yıllarca hep böyle bildiniz siz” sitemiyle sonlanır. Gerçeğin ne olduğu ise hep merak edildi. Selahattin Duman, “Her fotoğrafı ‘mutluluktan’ bir karedir,” dese de; mutlu muydu, küskün müydü, sahip olduğu ünden yorulmuş muydu?
Bilinmez. Ancak bilinen: Derya Bengi’ni ifadesindeki üzere: “Zeki Müren her dönemde simge. Ellileri de anlatsak, yetmişleri de anlatsak Zeki Müren yine bu öyküde yerini alırdı. Altmışlarda neler oldu onun açısından diye bakalım. Zeki Müren ellilerin sonunda askere gidiyor. 1959’da askerden döndükten sonra tezkereyi aldığı gün sahneye çok allı pullu bir ceketle çıkıyor. 1970’te babasının ölümünden sonra sahneye çıkışında da mini etek giyiyor. Bunların birer simge olduğunu düşünüyorum. Erkek egemen ilişkilerin en sert yaşandığı askerliğe ve her zaman biraz sevgi/nefret ilişkisi yaşadığı babasına karşı tepki olarak belki de. Zeki Müren toplumun yerleşik değerlerinin yanında olduğunu hep söyler. 27 Mayıs’tan sonra sahnede Gazi Osman Paşa’yı canlandırır. Ama deklare etmese de eşcinselliğini sahne üzerinde açıkça ortaya koyar. Giysileriyle, edasıyla... Hiçbir şey yapmadan, söylemeden kendi kimliğini kabul ettirir. Bu anlamda anarşist bir figür olarak düşünürüm Zeki Müren’i. Müzikal açıdan da önemini vurgulayabiliriz.”
Gerçekten de tanburi ustası Sadun Aksüt’ün ‘Sanat Güneşi’ni anlatırken, “Sanatına saygılı, yüreği yumuşak” diye tarif ettiği “Zeki Müren fırtınasının sonu yok”ken; “O, ‘alkışlarla yaşıyorum’ demeyi herkesten çok hak etmiş, dertli gönüllerimize bilaistisna giren tek Paşa olmuştur. Ayrıca şarkıcılık becerileri bir yana, çağının çok ötesindeki yaldızlı duruşuyla batı dünyasının pek çok müzisyeni için bile Zeki Müren ikonografik değere haizdi.”
* * * * *
Bu işin bir yanı; ötekine gelince: “Zeki Müren, 50’li yılların boğucu, baskıcı Cumhuriyet okulunun ortasına yabancı bir varlık, ‘öteki’nin cisimleşmiş hâli olarak düştü. Sesiyle yabancıydı. Hayli kırılgan bir dünyanın ne dişi ne erkek olan ara sesiydi. Daha sonra yabancılığını iyice pekiştiren bir serüveni ustaca ve sabırla yaza geldi…
Zeki Müren büyük bir sanatçı mıydı? Bilemem. Bildiğim tek şey, Zeki Müren’i büyük kılan şeylerin başında, içinde yaşadığı toplumun ikiyüzlülüğünü bilmesi, oyunu kuralına göre oynamasının geldiği.
Zeki Müren, serüveninin başından itibaren toplumumuzun riya aynası oldu. O aynayı sırlayarak büyüdü, şimdiye dek kimsenin, hele hele şarkı söyleyerek kazanamadığı bir dokunulmazlık hâlesi edindi,” notunu düşen Yıldırım Türker’in ifadesindeki üzere O; çok partili hayata geçişle birlikte sanat hayatında da değişim rüzgârları esmeye başlamasıyla ortaya çıkmıştı.
O günlerde Demokrat Parti iktidarı ile başlayan kapitalistleşme rüzgârları Türkiye’de de esmeye başlamıştı. Buna bağlı olarak kültürel değişim de bu durumdan nasibini alıyordu. Popüler kültür ürünlerinin egemenliğini ilan ettiği yıllarda sanat alanında da bazı isimler ön plana çıkmaya başlamıştı. Bu isimlerden en önemlisi Zeki Müren olmuştu.
“Onu yükselten Demokrat Parti olmuştu” der ve ekler Barış Terkoğlu: “140 bin nüfuslu yarı taşra Bursa’da doğan Müren, 15 yaşında saklayamadığı kimliğiyle tehlikeli meclislerde olağanüstü sesiyle şarkı söylüyor. O el uzanmasa belki hiç tanımayacaktık. Demokrat Parti’nin ilk idare kurulunda yer alan çiftlik sahibi Hayri Terzioğlu, ailesinin reddettiği Müren’e sahip çıkıyor. Annesi- babası ‘var ama yok’ Müren’e, Kirkor Mehteryan’dan, Agopos Alyanak’tan, Müzeyyen Senar’dan ders aldırıyor. İstanbul’da daire, ev hizmetlisi, kuralları öğretecek bir yabancı mürebbiye, bir aşçı, adeta sanat koçluğu yapan Suzan Güven, okula götürecek bir araba... Demokrat Parti ile yükselen Terzioğlu, Müren’i sarıp sarmalıyor.
‘Hayri Terzioğlu, Zeki Müren tam çizginin öbür tarafına geçip kaybolacakken, onu çekip almış ve çizginin doğru noktasına taşımıştır’ diyor Dikici. Sahiden öyle. 1 Ocak 1951’de İstanbul Radyosu’nda, hem de bir yılbaşı programında ‘sürpriz’ şekilde ilk kez sahne alıyor. Zira Perihan Sözeri hastalanınca, ‘stajyer solist’ Müren çağrılıyor. ‘Bu ne tesadüf’ denilecek sırrı, Dikici tanıklara dayanarak çözmüş. Sözeri’nin ‘hastayım’ demesi, yedekte hazır bekleyen Müren’in sahneye çıkması ‘sihirli bir elle’ sağlanıyor. Heyecandan titreyen sesle ‘her zahm-ı ciğersuze devakâr aranılmaz’ diye başlayan Müren’in harikulade sesini herkes bu sayede tanıyor. Bu ‘tesadüf’ü Raci Dikici şöyle özetliyor: ‘Hayri Terzioğlu’nun bu amaçla siyasi baskıyı da kullandığı anlaşılmaktadır.’
Cumartesi akşamları İstanbul Radyosu’nda sık sık görünen stajyer solist olması mı, Cahide Sonku ile Beklenen Şarkı filminde 21 yaşında başrol oynaması mı? Küçük Çiftlik Park’ta sahneye çıkması mı?
Demokrat Parti ilerledikçe çiftlik sahibi Terzioğlu, Terzioğlu ilerledikçe Bursa’da kaybolmaktan kurtulan Zeki Müren ilerliyordu. Terzioğlu hem dindardı hem de içkiyi severdi. Hem tasavvufa düşkündü hem de eğlenceye. Müren’in kariyerini kâh İstanbul’a geldiğinde birlikte kaldıkları otelde, kâh alıp götürdüğü sosyete partilerinde planlıyor. Sık sık politik gücünü kullanarak ‘özel hayatından sızan’ haberlerin üstünü örtüyor.
1950-60 aralığında İstanbul’un nüfusu neredeyse iki katına çıkmış, yeni şehirli sınıfın yıldızı Zeki Müren olmuştur.”
* * * * *
Devamla: Profesyonel olarak 1954’de İzmir Fuarı’nda sahne alan Zeki Müren sahnede yaptığı değişikliklerle adından söz ettirmeye başlamıştı. İlk olarak kostümlerde değişikliğe gitmişti. Klasik Türk Müziği icracılarının giydiği siyah smokin yerine, beyaz ve bordo smokinler giyiyordu. Saz heyetinin de farklı renklerde tek tip smokinler giymelerini istiyordu. Zeki Müren’in sahnelerde yaptığı değişim kostümlerle sınırlı kalmamıştı.
Zeki Müren, dinleyici ile arasındaki mesafeyi azaltıp, bire bir iletişim kurabilmek için sahneyi “T” şeklinde dizayn ettirmiş ve daha rahat hareket edebilmek için uzun kablolu mikrofonlar kullanmaya başlamıştı. Elbette şarkılarda da değişiklikler dikkat çekiyordu. Klasik bir üslupla icra edilen müziğin yerini artık “piyasa” şartlarına göre bestelenen şarkılar alıyordu. Zeki Müren tam bir yıldız olma yolunda hızla ilerliyordu ve markalaşmak adına, magazinsellikten bir hayli yararlanmıştı, 18 filmde oynadı ve büyük konserler verdi. Böylece yaptığı plaklar ve oynadığı filmler sayesinde her zaman göz önünde yer alıyordu.
Zeki Müren’in gündemde olma tavrını, siyasal olaylar karşısındaki tutumunu da etkilemişti. Fakat bir gün bu göz önünde ve kendinden bahsettirme tavrı ters tepmişti. Demokrat Parti ile siyasi hayatımıza giren “Yeter! Söz Milletin!” sloganı ve değişim rüzgârları sanat alanında da değişimleri beraberinde getiriyordu. Zeki Müren yaptığı yenilikleri elbette siyaset nedeniyle yapmıyordu fakat değişim rüzgârları sanat hayatında böylesine yenilikleri kaldıran bir Türkiye’yi işaret ediyordu… DP’lileri de sahne aldığı gazinoda ağırlamaktan çekinmiyordu… Fakat her şey 27 Mayıs 1960 günü değişti. Ayak sesleri uzun süredir duyulan darbe iktidarın kapısını çalmıştı. Artık ülkeyi “Milli Birlik Komitesi” yönetiyordu.
Darbeden 15 gün sonra dönemin gazetelerinde bir ilan çıkar: “Zeki Müren, 12 Haziran 1960 akşamı Tepebaşı Gazinosu’nda kahraman Türk ordusunun ve asil Türk gençliğinin hürriyet marşı Vatan Türküsü’nü seslendirecektir.”
Bu bir ilan, fotoğrafı da var: Gazi Osman Paşa kostümü giymiş Zeki Müren. Demokrat Parti’nin en sevdiği sanatçı Demokrat Parti protestolarının sloganı hâline gelmiş olan marşı seslendirecekti. “Vatan Türküsü” olarak adlandırılan eser aslında bir türkü değil, marş. Plevne Marşı’nın değiştirilmiş bir şekli; “Olur mu böyle olur mu, kardeş kardeşi vurur mu?” diye başlayan herkes tarafından bilinen Plevne Marşı. Yani askeri bir marş. Aslında Zeki Müren bir mesaj veriyor, çünkü bu marş meşhur 555K marşı. Demokrat Parti döneminin en büyük protestolarından biri 555K’dır. 555K mitinglerinde hep bir ağızdan söylenen bu marş Müren’e ilham vermişti.
555K nedir diye merak edenler olabilir. 5’inci ayın 5’i saat 5’de Kızılay’da buluşalım demek. Yıl 1960. DP ve Menderes iktidarı aleyhine düzenlenen protesto gösterilere verilen isimdi…
O gösteriler sırasında toplanan protestocu kalabalık hep bir ağızdan “Olur mu böyle olur mu, kardeş kardeşi vurur mu?” marşını söylüyordu. “Şanı büyük Osman Paşa” sözleri yerine ise “Şanı büyük İsmet Paşa” deniliyordu.
Zeki Müren’in Gazi Osman Paşa kılığında bu marşı söylemesi askeri cunta tarafından yasaklanmıştı. Zeki Müren, Plevne Marşı’nı söylemekle kalmamış, dekor ve kostümleri de sahneye taşımıştı... 1960 yılında çok revaçta olan “cuntaya şirin gözükmek” kervanına Zeki Müren de katılmış ama cunta, darbesini onlara göre “böyle” birinin destekler olmasından gocunmuştu…
Aynı yıllarda Behiye Aksoy da bu marşı söylüyordu, Hatta taş plak olarak basılmıştı, ama ona ses çıkarmamışlardı. Cunta Zeki Müren’e yasak getirmiş ve Zeki Müren’in sesinden de marş yasaklanmıştı. Aslına bakacak olursanız 26 Mayıs akşamına kadar Müzeyyen Senar’la birlikte Zeki Müren “DP eğilimli” olarak bilinirdi.
Hatta DP’nin üst yönetimiyle samimiyet dereceleri üst safhadaydı. Ne var ki her dönemde olduğu gibi rüzgâr tersten esmişti ve ortada DP falan kalmadığı için beğeniler de terse dönmüştü. Şimdi moda “Askeri alkışlamak” olduğuna göre, Zeki Müren de olayın dışında kalamazdı. Ne var ki, dinleyicilerinin ayakta alkışlayarak desteklediği bu tabloyu ancak iki gece sergileyebildi. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı gösteriyi yasakladı ve Tepebaşı Gazinosu’nu 3 gün kapattı, Zeki Müren de Askeri Savcılık’ta ifade vererek yakayı zor kurtardı.
Toparlarsak: “Türkiye’de önemli bir ses sanatçısı olmakla beraber tabuları yıkan bir isim olarak da zihinlere kazınan Müren, eşcinsel kimliğini hiçbir zaman tam olarak açıklamasa da; makyajı, topuklu ayakkabıları, ojeli, uzun tırnakları ve kendi tasarımlarını yaptığı farklı sahne kıyafetleriyle, dinleyicisine bunun işaretini verdi. Özel hayatı yerine, sesi ve sanatıyla müzikseverleri kendine hayran bıraktı. Sadece o dönemde değil günümüzde de aykırı sayılabilecek olan sanatçı, tepki almak bir yana, müzikseverlerin kısa sürede avuçlarını patlatırcasına alkışlarıyla yıllarca sahnede kaldı.”
* * * * *
Saygın bir mağdur; olağanüstü şahsiyet olsa da; siyasal tercih ve duruşlarıyla bir hayli tartışmaya açık bir karakterdir Zeki Müren.
Toplamda 33 albüme imza atıp, müzik ve sinema dışında resimle de yakından ilgilenip, şiirler de kaleme alan Zeki Müren, Müzeyyen Senar ile aradaki yaş farkına rağmen evliliğin eşiğinden dönmüştü ve hayatındaki çok önemli motifti.
Şevval Sam’a, “… ‘Müzeyyen’ hayalimdi,” dedirten, etken bir figür olan Müzeyyen Senar, 97 yıllık yaşamına sığdırdığı müzik hayatı sanat müziğinin de kısa bir tarihi gibiydi.
OT Dergi’nin paylaştığı kendi ifadeleriyle müzik hayatını şöyle anlatmıştı O: “Ben kekemeydim çocukken. Mektepte okuyamıyordum ama müsamerelerde bülbül gibi şakıyordum. Saçımda iki kurdele, titreyen bir kız çocuğuydum. O tarihten bu tarihe şarkıdır işim.”
97 yıllık ömrüne 30’dan fazla albüm sığdırıp, ‘Ben Seni Unutmak İçin Sevmedim’, ‘Bir Bahar Akşamı’, ‘Benzemez Kimse Sana’ ve ‘Akşam Oldu Hüzünlendim Ben Yine’ gibi nice şarkıya hayat verdi. “Ömrü boyunca gönüllerde taht kuran bir divaydı O.”
“Bir efsane, bir abide… Müthiş bir ekol, müthiş bir gırtlak… Ve dünyanın en alçakgönüllü insanlarından biri” olan Ona; Zeki Müren gibi birçok kişi aşıktı.
“Birçok kişiden en çok duyduğum, “Babam Müzeyyen Senar’a aşıktı,” sözü olmuştu. Bestekârlardan özellikle Zeki Arif Ataergin’in Müzeyyen Senar’a olan aşkını bilmeyen yoktu. Bu tamamen ulvi veya diğer bir tabirle platonik bir aşktı. Durumu çok iyi bilen Necati Tokyay oturur ve sırf bu aşkı anlatan bir güfte yazar, Zeki Arif Ataergin de besteler: “Beni ateşlere salan o kapkara siyâh gözler/ Beni çılgın gibi yakan o tatlı sözler, gülen yüzler/ Hayatımda sana kanmak nasip olmaz ise eğer/ Kapansın, perde çekilsin cihan sensiz hiçe değer”…”
O, “Bir başka devrin” sanatçısıydı: Münir Nurettin Selçuk gibi. Safiye Ayla gibi. Hamiyet Yüceses gibi Perihan Altındağ Sözeri gibi. Onlar... Ve daha niceleri... “Renkli TV’nin... TV dizilerinin olmadığı devirlerin” şöhretleriydi. Sadece onlar mı? Metin Oktay gibi, Lefter gibi, Recep Adanır gibi, Baba Hakkı gibi “Nice futbol yıldızları da.” Lig TV’nin... Canlı yayınların olmadığı devirlerde “Şöhreti yakalayanlar.” Yıllar geçse de aradan... “Unutulmayanlar”dandılar.
Kolay mı? ‘Feraye’den ‘Ormancı’ya türküler ve alaturka musikinin neredeyse bütün eserlerini kapsayan külliyatıyla Müzeyyen Senar ‘Benzemez Kimse Sana’ dedirtendi…
Derya Bengi, Müzeyyen Senar’ın ölüm haberinin ardından şu kısacık cümleyi kurdu: “XX. yüzyıl bitti.”
Öyle sahiden. Müzeyyen Senar, o yüzyıldan bugüne taşıdığımız son önemli değerdi. Hep konuşulur, her gidenin ardından söylenir ama “bir devir kapandı” cümlesini, bu kez sahiden tam anlamıyla kuruyoruz… Onun ölümüyle, “büyük sesler” dönemi kapandı… Afili bir hikâyeden daha ötesi Müzeyyen Senar: Bizzat hayatımızdı.
Evet, Onlarla bir dönem kapandı…
Temel Demirer
Yorum Yap