İsmail Göksu Yazdı: Günaydın Sayın Ali Erbaş (2)
Evet 1. bölümü, "Ülke toplum mühendisliğinin deney laboratuvarı haline getirildi." diye bitirmiştik. Buradan devam edelim;
Örneğin, 'kurbağa deneyi'nde olduğu gibi (içinde kurbağanın olduğu bir tencere su'da yavaş yavaş ısıtılarak, reflekslerini kullanmasını önleyip, haşlanma aşamasında tepki gösterememesi), sosyal olguların da benzer deneylerle sınanarak, tarihe birer ders olarak yazıldığını bilmemiz gerekiyor.
İşte bu ülkenin son 20 yılında gözlemlediğimiz, deneyimlediğimiz şey tam da budur. Yani sosyo- kültürel bağlamda, yakın tarihe kadar yerleşik değer yargılarında, savunulagelen düşünce ve inanç sistemlerinde, yaşam tarzı tercihlerinde yavaş lakin ısrarlı ve kararlı adımlarla bir takım değişim ve dönüşümler gerçekleştiğini kabul etmeliyiz. Bunun da "kimseyi hayat tarzını değiştirmeye zorlamıyoruz ki" demagojisi ile, üstelik bu sürecin önemli bölümünde gerçekten de "gönüllü rıza" üreterek yapıldığı bir sır değil. Bunun elbette burada ele alamayacağımız birçok nedeni var. Ancak kuşkusuz bu sürecin en önemli araçlarından biri, günlük dil, (konuşma) normlarının yeni dönemin egemen ideolojisine uygun hale getirilmesi, dinsel ritüellerin dokunulmaz kılınması, bu 'yeni normalin' lafzını en geniş biçimde yayacak kitle iletişim araçlarının ele geçirilmesi, böylece düşünce sistematiğinde ve giderek toplumsal hafızada bu yönde etkileşim dinamiklerinin yaratılması ve/veya aktive edilmesidir. Zira, bilindiği gibi dil, aynı zamanda düşünme sistematiğini etkileyen ve ondan etkilenen temel dinamiklerdendir. Örneğin, her ortama girildiğinde (telefon iletişiminde de) başlama veya sonlandırma hitabında "Günaydın" (kulakların çınlasın Ali Erbaş), "iyi günler", "hoşça kal" v.b yerine, "selamünaleyküm", "Allaha emanet ol" v.b gibi... Ya da konuşma dilinde özellikle Arapça sözcüklere çok fazla yer vermek gibi. Ya da değerlendirme kalıplarını "yanlış-doğru", "iyi-kötü" v.b kavramları üzerinden değil, "günah-sevap", "haram-helal" gibi dinsel terimlerle yorumlamak, hatta yargılamak ve buna göre tavır almak gibi... (Son yıllarda bir de Cuma gününe kutsallık atfedip, "hayırlı cumalar" ya da "Cumanız mübarek olsun" temennileri ve paylaşımları yapılıyor yaygın biçimde. Bu bid'at (din'in muhtevasında olmayıp, sonradan uydurulan şeyler) değil de nedir? Burada bütün mesele, insanları daha önceki fikir, tavır ve yaşam tercihlerinden dolayı kendilerini eksik, yetersiz, hatta suçlu hissettirip kuşkuya düşürmek, giderek de savunma pozisyonuna sürüklemekti... Ki bunda da önemli ölçüde başarılı oldular. Haa, bizim aklı evvellere sorarsanız, bunun adı; halkımızın "dini hassasiyetleridir" ki zinhar kaşınmamalıdır..!
Onun için, bir fikir serdederken "benim annem de, ablam da başörtüsü takar..." demek zorunda hissederler kendilerini. Ya da "elhamdülillah biz de Müslümanız" diye başlarlar söze. Hatta, ille de bir şey söylemek durumundaysalar egemen olana karşı, onu da dayatılan fikre (?) sığınarak, onun içine tıkıştırarak yaparlar konuşmalarını...Hayatın içinden çok örnek verilebilir elbette. Ama asıl diyeceğim o ki; Sözünü ettiğim ortamın yaratılması ile cehaletin, dogmaların ve dinsel tasallutun statik düşünce ve inanç dünyası, ne yazık ki özgür ve entelektüel düşünce dünyasının üzerine bir karabasan gibi çöktü! İnsanlar, buna karşı fikirlerini mi yoksa kendilerini mi savunmaları gerektiği ikilemi içinde derin bir açmaza sürüklendiler.
Oysa fikir namusunu onuru kabul eden insanlar bilirler ki; Kendi kimliğiniz, inancınız ve yaşam felsefenin dışında bir değerler dünyası karşısında, fikirlerinizi değil kendinizi savunmaya başladığınızda, bilin ki o dünyanın kabulleri doğrultusunda dönüştürülmeye başlamışsınız demektir. Nitekim bu ülkenin sosyo-kültürel dönüşümü de ne yazık ki bu doğrultuyu izlemektedir...
İşte bu yüzdendir ki, öncelikle inançlarımızı, değerlerimizi, yaşam tercihlerimizi, hayallerimizi yeniden ve her zamankinden daha kararlı biçimde savunmalı, bu bağlamda kaybedecek çok şeyi olan ve kayb etmemek için direnme kararlılığını ortaya koyan kesimlerle bir mücadele platformunda buluşmalıyız. Asla umutsuz olmamalıyız. Bu toplumun önemli bir kesimi uzun yıllardır eksik, güdük ve yetersiz de olsa modernleşme çabalarının etkisi altında Cumhuriyet, laiklik, çağdaşlık, görece özgürlük gibi aydınlanma değerlerinin ağırlıkta olduğu bir yaşam tarzı ve tercihi içinde şekillenegeldi. Dolayısıyla, tüm bu sosyo-kültürel değerlerin ağır saldırı altında olduğu bugünün siyasal koşullarında, en geniş kitlesel direniş hattı da bu değerlerin kararlılıkla savunulması, kimisi için tekrar geri kazanılması talebi çerçevesinde bir politik duruşa sahip olanlarca oluşturulmalıdır. Siyasi partilerde aktif görev alanların da bence siyasete tutunma motivasyonu öncelikle bu olmalıdır diye düşünüyorum.
Günaydın Sayın Ali Erbaş 1'i okumak için TIKLAYINIZ
Yorum Yap