Antalya Büyükşehir'e yeni operasyon. 20 kişi hakkında gözaltı kararı
İsmail Göksu Yazdı: Günaydın Sayın Ali Erbaş (1)
"Günaydın demek, cahiliye dönemi adetidir" buyurmuşsunuz... Çok haklısınız! Gün "aydın" olmasın... İnsanlar aydınlanmasın... Aydınlanma değerleri ve erdemleri bizden uzak dursun... Ki, siz memleketi karanlıklara boğun.! Siz orta çağın uyduruk hurafelerini bize 'din' diye yutturun...! Beynimizi uyuşturun...! "Aramızda inanç farkı yok" nasıl olsa diyerek bizi Taliban’a yoldaş koyun...! Hatta, biz koyunlara çoban olun...! Öyle mi sn. Ali Erbaş?
Hazret bununla da yetinmemiş; "4-6 yaş grubu kuran kurslarının," okul öncesi zorunlu eğitimden sayılmasını" talep etmiş!
Öyle ya, çocukların körpe beyinlerine ne kadar dini hurafe varsa boca edin...Onları kendinize birer dinci militan olarak yetiştirin. Siz ne derseniz onu düstur saysınlar. "Peygamberimiz gibi yaşayalım" diye vazedip, tebalarına ‘bir lokma, bir hırka’yı münasip görürken, kendilerini nasıl 4-5 milyonluk Mercedeslere, 1500 odalı saraylara, dillere destan konaklara, yazlık havuzlu villalara layık gördüklerini sorgulamasınlar... Öyle mi sn. Ali Erbaş.?
Kuşkusuz bu sorulara ne eski fatvacıbaşı Hayrettin Karaman cevap verebildi, ne de yeni şeyhülislam Ali Erbaş Efendi cevap verebilir. Bunun cevabını biz verelim. Bunun için de biraz geriye gidelim;
AKP, başta ABD olmak üzere emperyal sistemin Orta-doğu, yakın Asya, Güney Afrika’daki çıkarlarını, değişen yeni ihtiyaç ve beklentilerine göre dizayn etmek üzere, bir koçbaşı olarak kurdurup görevlendirdiği bir proje partisidir. R. T Erdoğan'ın, Büyük Orta-doğu Projesi (BOP) eşbaşkanı olarak görevlendirilmesi de bunun bir ifadesidir.
Ortadoğu’dan başlayarak, sözünü ettiğimiz diğer bölgeleri de içine alan hinterland'da "yeşil kuşak" olarak tasarlanan ve "ılımlı İslam" (siz emperyalizmle "uyumlu İslam" olarak okuyun) modeli diye pazarlanan, önderliğini 'Müslüman kardeşler' in üstlendiği Truva Atı'nın ömrü ne yazık ki çok uzun sürmedi! Mısır'da kafası koparıldıktan, Suriye'de beklenmedik bir direnişle karşılaşıp, Irak'a kuyruğunu bıraktıktan sonra BOP projesi tedavülden kaldırıldı. Böylece Orta-doğu' dan başlayarak Neo Osmanlı hayalleri kuran ve ABD'nin diktiği elbiseyi kuşanarak Suriye'de vekalet savaşı başlatan Erdoğan başkanlığındaki AKP iktidarı, Suriye’den sonra Irak ve Libya çöllerinde de bu uçuk hayallerini gömmek zorunda kaldı. Sadece kendi hayallerini mi; ne yazık ki gencecik Mehmetçiklerimizi de...
Yayılmacı dış politikanın tezahürü olan bu kanlı maceralara teşne duran AKP iktidarı, içeride de (yani cephe gerisinde) bu emperyalistlerin dümen suyundaki "uyumlu İslam"ı, içeride 'tek adam' rejimi (Tiran'lık) ve sermayenin, doğal kaynaklarının bir avuç yandaşa aktarılmasına gönüllü rıza üretmek üzere, 'uyumlu kitle tabanı' yaratma çabası içinde görülmemiş bir din istismarına girişti.
Dini metodolojiyi tarihsel ve kültürel bağlamında kopararak, kendi siyasal bekası ve ekonomik ihtiyaçlarına uygun bir fıkıh anlayışı geliştiren, hadis hafızası oluşturan bu siyasal İslami kurgu, işi, sosyal hayatı, hatta şimdi de (Diyanet İşleri başkanının ağzından dile getirildiği gibi) siyasal ve hukuksal sistemi dini fetvalarla (şer-i hukuk) tanzim etmeye girişecek kadar pervasızlığa vardırarak, dinsel formasyonu, kendisi için yeni bir din'e dönüştürdü.
Ayrıca, AKP içerde sağlam tutunmanın en önemli gerekliliklerinden biri olarak, toplumsal tabanını daha fazla güçlendirmek için örgütlü yapıları kullanmak üzere, bugüne kadar palazlandırdığı ve Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar görünür kıldığı cemaat ve tarikatlara da her vesileyle sahip çıkıp, onları devlet aygıtının kilit noktalarına yerleştirdi. Ve zenginleşme araçlarına sahip kıldı.
Sadece onları mı? Tabi ki hayır! Aynı zamanda emeğin ve ülkenin doğal kaynaklarının en vahşi biçimde sömürülmesi, hırsızlık, yağma, talan, yolsuzluk, rüşvet v.b gibi doğrudan ve dolaylı yollardan yandaşlara aktarılması, ayrıca klasik devlet aygıtının tek bir muktedire bağlanarak, devlet eliyle sermayenin el değişimini, haydut sermayenin palazlandırılmasını da buna ilave etmek gerekir.
Peki ama, "bir lokma, bir hırka" tasavvufi kültürden geldiğine inanılan dini geleneklere sahip bir toplum, gözünün önünde yaşanan bunca yolsuzluğa ve hırsızlığa, görülmemiş bir yağma-talana nasıl göz yumdu ve hala yummakta? Bunu toplumsal vicdana nasıl sığdırmakta?
İki cümleyle özetlersek; Ya "kutsal davaya ihanet" diyerek bir "sopa", ya da ekonomik-siyasi rantlardan pay vererek "havuç" sunma...! İşin sırrı bu...
Ne yazık ki "kutsal dava" diyerek uydurdukları bu 'yeni din' tasavvurunda, bir bakıma sünneti siyasetle harmanlayarak, aslında bid'at (hem dünyevi hem ibadi) yapıyorlar. Fetvacılarını her fırsatta kendi yolsuzlukların dini meşruiyet sağlamak üzere harekete geçirip, yeni ve kendilerince bir fıkıh anlayışı oluşturuyorlar! Örneğin, Kuran'a göre 'kesin yasaklar' listesinde yer alan (bakara suresi 188.ayet) ve alanın da verenin de cehennemlik olduğunu vazeden 1400 yıllık İslami hükme rağmen, gözde ilahiyatçılarından Hayrettin Karaman'a Yeni Şafak gazetesindeki köşesinden "rüşvet vermek caizdir" diye yazdırıyorlar. Ya da, şimdiki D.İ.B Ali Erbaş'a, yüzyıllardır haram olarak bilinen 'faiz' in, caiz olduğu fetvası verdirerek, kelamı tahrif etmekte ve din'i kendi meşreplerine uydurmakta bir beis görmüyorlar.
Din ulemasına "İslam teslimiyet dinidir" diye zikrettirerek, aslında kendilerine sorgusuz sualsiz biat edilmesini, kendi kerametlerinden sual edilmemesini istiyorlar.
Oysa o ‘kutsal dava’nın üstündeki dokunulmazlık örtüsünü biraz kaldırdığınızda, bunun ‘dünya nimetleri(!)’ni nasıl arsızca gasp etmenin bir kılıfı olduğunu bütün çıplaklığıyla görebiliyorsunuz.
Dolayısıyla bir kez daha ve ısrarla vurgulayalım; Hiç kuşkusuz bu ülkede siyasi egemenlik ve zenginleşme aracı olarak, din, her zaman kullanılagelmiştir. Ama tarih boyunca din ve milliyetçilik kisvesi altında hiç bu kadar büyük yolsuzluk, bu kadar vahşice yağma ve talan görülmemiş; seccade ve bayrak, bu büyük günahın örtüsü olarak böylesine pervasızca ve ahlaksızca kullanılmamıştır.
Bir ülkeyi ülke, bir devleti devlet yapan kanun, kurum, kural (ne varsa) çökertilmiş, geçmişten geleceğe köprü olması gereken ne kadar kültür öğesi, kıymet ölçüsü, değer algısı varsa çöpe atılmış, ülke tüm geçmişiyle birlikte resetlenmiştir..
O ülke ki; tek bir adamın nefretine, hırsına, kinine, kaprisine ve yakın çevresiyle birlikte sınırsız, doyumsuz zenginlik ve hükümranlık şehvetine kurban edilmiş; bu uğurda yapılabilecek ne varsa yapılmış, yıkılabilecek ne varsa yıkılmış, ülke, "dindar ve kindar nesiller" yetiştirmek üzere toplum mühendisliğinin deney laboratuvarı haline getirilmiştir.
Birinci bölümün sonu. İkinci ve son bölüm yarın...
İSMAİL GÖKSU
Yorum Yap