Özgür Özel'den CHP'nin önceki genel başkanlarına 'kurultay' daveti!
Türkiye'nin gelmiş geçmiş en korkunç büyücüsü: Bitlisli Belkıs Ana
Kimi zaman etrafımızda korkunç olayların anlatıldığına tanık oluruz. Bu hikâyelerin efsane mi yoksa gerçek mi olduğuna ise şüpheyle yaklaşırız. Bu içeriğimizde Türkiye'de yaşandığı iddia edilen, tüyler ürpertici bir olayı ele alacağız. Gelin, Bitlis'te çocukların sakat doğmasına neden olan büyücü Belkıs Ana'nın gizemini detaylıca inceleyelim ve anlatılanların efsane mi yoksa gerçek mi olduğuna siz karar verin.
Bitlis'te hastalıklı olarak dünyaya gelen, gizemli bebeklerin sırrı neydi?
Uzun yıllar önce Bitlis'in bilinmeyen bir köyünde doğan bebeklerin hepsi hastalıklı olarak dünyaya geliyordu. Köylüler bu durumun sebebini bir türlü anlayamıyordu. Burada doğan bebeklerin bazılarının elleri ve ayakları yoktu ama işin asıl korkunç tarafı, dünyaya gelen bebeklerden bazılarının tek gözlü olarak doğmasıydı. Üstelik bebeklerin derileri tıpkı yılan derisine benziyordu.
Köylüler, bebeklerin hasta doğmasının sebebini köyün üzerinde bir lanet olabileceğine bağladı.
Her bebeğin hasta doğması, köylülere üzerlerinde bir lanet ya da büyü olduğunu düşündürdü. Bu durumun önüne geçmek isteyen köylüler, soluğu Bitlis'in meşhur büyücüsü Belkıs Ana'nın evinde aldılar. Görünüşü ile korku salan bu kadına durumu anlatan köylüler, ondan çaresizce yardım istediler.
Olaya tanık olan köylülerden birinin anlattıkları kayıtlara geçti.
Belkıs Ana'yı yalnızca uzaktan gördüğünü belirten tanık, 'Onun ne kadar mübarek olduğunu gördüm.' diyordu. Bir gün hastalıklı doğan bir bebeği Belkıs Ana'ya götüren köylüler, Belkıs Ana'nın bahçesinde toplandılar. 15-20 kişilik bu grup, ellerinde Kur'ân-ı Kerim ile Belkıs Ana'nın ağzından çıkan ayetleri tekrar ettiler. Köylüler ayeti okurken Belkıs Ana, gözleri olmadan dünyaya gelen bebeğin olmayan gözlerine garip şekiller çizdi ve Arapça bir şeyler karaladı. Ardından yüksek sesle bağırmaya başladı. Belkıs Ana'nın gerçekleştirdiği ayinle bir gölge, beşiğin yanına doğru geldi ve bebeği beşikten alıp oradan uzaklaştı. Herkesin çığlık çığlığa bağırdığı bu olay, tanığın anlattıklarına göre resmî olarak kayıtlara geçti.
Belkıs Ana, köylülere, işledikleri günahlardan ötürü hasta çocuklar dünyaya getirdiklerini söyledi.
İddiaya göre Belkıs Ana; köylülere yardım edebileceğini söylüyordu ve onların dünyaya hasta çocuklar getirmelerinin nedenini, kendilerinin işledikleri günahlara bağlıyordu. Bu nedenle köylülerden, çocuklarını kendisine getirmelerini istemişti. Gölgenin kaçırdığı bebeklerden birinin babası, konuyla ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu. 'İki çocuğumuz oldu. Birinin elleri ve kolları yoktu, diğerinin derisi yılan derisine benziyordu. Belkıs Ana bizden para talep etmedi. Yılan derisine benzeyen çocuğumuzu aldı ve domuz kesip derisini yüzmemi, sonra deriyi ona götürmem gerektiğini söyledi. Bebeği domuz derisine sardı ama sonrasında bebeği gölge alıp götürdü. Domuzdan akan kanı ise her yatsı namazından sonra bir kaşık içmemiz gerektiğini söyledi. Domuz kanını içtiğimiz her gece evde koşturan ayak sesleri duyuyorduk.'
İddiaya göre Belkıs Ana bu ayini sürekli gerçekleştiriyordu.
Anlatılanlara göre gölge, birçok kez bebekleri alıp götürdü ancak bebekleri kaçırılan köylüler yıllar geçse de hastalıklı çocuk doğurmaktan kurtulamadılar. Bunun üzerine yeniden Belkıs Ana'nın evine giden köylüler, gördükleri manzara karşısında şaşkınlıklarını gizleyemediler. Belkıs Ana'nın evi sanki asırlardır kullanılmamış gibiydi hatta o evde birinin yaşam izleri bile yoktu. Bu olayın ardından birçok kişi köyü terk etti.
Köylüler, kadının dolandırıcı olduğunu düşünüp jandarmaya haber verdiler.
Olay yerine gelen jandarma, köyde derin bir araştırma yapmaya başladı fakat araştırma sonucunda Belkıs Ana diye birinin varlığına rastlamadılar. Hakkında hiçbir bilgiye ulaşılamayan Belkıs Ana'nın kimliği bu yüzden tespit edilemedi. Olaya tanık olan köylüler, Belkıs Ana'nın çocuk sahibi olmayan insanlara yaptığı büyüler yüzünden onun insan suretinde bir cin olduğunu düşündüler. 1960'lı yıllarda yaşanan bu olayda gölgeler tarafından yutulan bebeklere ne olduğu hâlâ bilinmiyor.
Belkıs Ana'nın gizemi korku filmlerine konu oldu.
Hasan Karacadağ'ın yönetmenliğini üstlendiği Dabbe: 5 filminde Bitlisli Belkıs karakterine yer verildi. Filmde cinlerin musallat olduğu bir kıza yardım etmek isteyen Belkıs Ana'nın iyi niyetinin altında, aslında şeytani planların yattığı görüldü.
Peki, sizce Belkıs Ana'nın gizemi uydurmaca mı yoksa gerçek mi?
***
1960'lı yılların ortalarında, Bitlis'in tenha köylerinde yeni doğan çocukların bir kısmında tuhaf rahatsızlıklar ortaya çıkmıştı. Bazıları el ve ayakları olmadan, bazıları ise yılan derisine sahip ya da tek gözlü olarak dünyaya gelmişti.
Her ne kadar engelli çocukların doğumu yaşamın olağan bir parçası olsa da Bitlis'teki bu durum çok daha garip ve korkunç bir boyuttaydı. Bu olayın dehşeti yalnızca köy sakinleri tarafından değil, tüm Anadolu'da duyulmuştu.
Yeni doğanların neredeyse tamamında bu rahatsızlıklar görülüyordu. Köylüler, üzerlerine bir çeşit lanetin veya belanın geldiğini düşünmeye başladılar. Bunu çözmenin bir yolunu bulmak isteyen bölge halkı, büyücülük konusunda nam salmış bir kadına gitmeye karar verdi.
Bu kadın, köylüler tarafından Belkıs Ana olarak anılmaktaydı. Hatta hatırlarsanız, meşhur Dabbe filminde biz onu Bitlisli Belkıs'ı olarak tanımıştık. Bitlisli Belkıs'ın hikayesi, bu topraklarda yaşanmış olmasının yanı sıra dehşet verici öğelerle dolu.
Öyle ki, yalnızca anlatıldığında bile insanı ürküten bir atmosfere sahip. O yüzden, korkuya karşı hassas olanlarınız için baştan uyarımı yapayım.
60'lı yıllarda Bitlis'in köylerinde yaşanan korkunç olaylar üzerine köylüler, üzerlerine çöken bu garip durumu anlamak için Belkıs Ana'dan yardım istemeye karar verdiler ve apar topar onun kapısına dayandılar.
Bitlisli Belkıs, dikkatlice köylülerin sorunlarını dinledi ve sonunda bu tuhaf durumun kaynağını ortaya çıkarmayı vaat etti. Sert bir ifadeyle köylülere dönerek, yaşadıkları bu olayların günahlarının bir cezası olduğunu söyledi.
Her aileden bir çocuğu yanına getirmelerini, böylece kötü enerjinin ne yüzünden toplandığını anlayabileceğini belirtti. Bu olaylara şahit olan köylülerden birinin resmi kayıtlara bıraktığı ifade ise şu şekildedir:
Belkıs Ana’yı yalnızca bir kez görmüştüm. İnsanların onun mübarekliğine ve ilmine olan saygıları beni derinden etkilemişti. Bir gece, yeni doğmuş hastalıklı bir çocuğu ona getirmişlerdi. Belkıs Ana, diğer çocukların annelerini evinin bahçesinde toplamıştı.
On beş kadar kadın, Belkıs’ın evinin bahçesinde durmuş, ellerinde Kur’an-ı Kerim ile onun istediği ayetleri hep bir ağızdan okuyorlardı. O sırada, Belkıs Ana yeni doğmuş, iki gözü olmayan bir bebeği beşiğin içine koyduğunda köylüler de oradaydı.
Çocuğun gözlerinin olması gereken yer, ne yazık ki deriyle kaplıydı ve alnıyla bütünleşmiş gibiydi. Belkıs, çocuğun yüzüne göz şekilleri çizmiş ve tuhaf yazılar karalamaya başlamıştı.
Birkaç dakika içinde, ilk kez duyduğumuz sözleri okuyup yükselen bir sesle bağırdı. O esnada, oradaki tüm kadınlar ve ben şahit olduk ki kara bir gölge beşiğe doğru gelmeye başladı. Bu siyah gölge, çocuğu aldığı gibi hızla oradan kaçıp gitti.
O anda oradaki herkes çığlık çığlığa bağırıp dağılmıştık. Hiçbirimiz daha önce böyle bir olaya şahit olmamıştık. Sonradan duyduğuma göre, bu yaşanan olaya rağmen köylülerden çocuklarını ona götüren başkaları da olmuş.
Belki 4-5 kez daha aynı olay tekrarlanmıştı. Bu çocukları böyle alıp götüren siyah gölge neydi? Nasıl bir güç böyle bir şey yapabilirdi? Bu sorular o zamanlar herkesin aklını meşgul etmekteydi.
Gizemli Sırlar
Evet, köylülerden birinin ifadesini okudunuz ama yaşananlar bununla sınırlı değil. Şimdi, çocuklarını Belkıs Ana’ya götüren bir babanın anlattıklarını dinleyelim:
İki çocuğum vardı ve her ikisi de sağlıksız doğmuştu. İlk çocuğumun kolları ve elleri doğru yerlerinde değildi; şekilsizdi. Diğer çocuğum ise düşmanımın başına bile gelmesini istemeyeceğim bir durumdaydı: Cildi yılan derisine benziyor, dili de yılanınki gibi çatallıydı.
Bitlisli Belkıs adını duyduğumuzda köye gidip durumu anlattık. O, hastalıklı çocukları iyileştiren bir hoca olarak tanınıyordu ve umudumuz ondaydı. Her şeyi açıkça anlatmıştık ve yardımını bekliyorduk.
Belkıs bizden para ya da başka bir şey talep etmemişti; sadece yeni doğmuş olan, yılan derisine benzeyen çocuğumuzu ona vermemizi istedi.
Üzerimizdeki bela ve lanetin gitmesi için bunu yapmamız gerektiğini, Yüce Allah'ın izniyle bundan sonra doğacak çocukların sağlıklı olacağını belirtti. Fakat bizden yapmamızı istedikleri bununla sınırlı değildi.
Bir domuz öldürmemi, derisini yüzüp ona getirmemi ve aynı zamanda domuzdan akan kanı her akşam yatsıdan sonra birer kaşık içmemizi söyledi.
Bu talepler ilk başta bizi şaşırtmış olsa da, bundan sonra doğacak çocuklarımızın sağlığını düşünerek onun yönergelerine uymaya karar vermiştik. Yaptığı şeyler tuhaf gelmiş olsa da o zamanlar ona olan inancımız tamdı.
Belkıs’ın dediklerini aynen yapmıştık. Her gece domuz kanı içtiğimizde, sabaha kadar evimizin içinde tuhaf ayak sesleri duyuyorduk. Bu sesler, sanki evimizin içinde birileri telaşla koşuyormuş gibi geliyordu.
Eşim uykusunda kendi kendine "Bismillah, Bismillah" diye bağırıp, sonrasında maazallah, Allah'a küfürler ederek uyanıyordu. Bu olaylar bizi derinden rahatsız etmişti.
Sonra Belkıs’a gitmek üzere belirtilen gün gelmişti; çocuğumuzu ve domuz derisini alıp ona götürdüm. Evinde, bizim gibi hastalıklı çocukları olan diğer ailelerle karşılaştım. Hepimiz, endişe ve ümitle onun yardımını bekliyorduk.
Bu ailelerin yüzlerindeki üzüntü ve beklenti, benim de içimde hissettiğim duyguları yansıtıyordu. Belkıs, getirdiğim domuz derisini yeni doğmuş çocuğun üzerine sarmıştı.
Deriye, anlayamadığım bir takım Arapça harfler yazdı. Bu tuhaf işlemi yaparken bana dönüp, "Oğlunu bu belayı kaldırmak için feda ediyor musun?" diye üç kez sormuştu. Ben de "Ediyorum" diye cevap vermiştim. O an, Allah'ım, toplandığımız odanın kapısı kendi kendine açılmıştı.
Siyah bir gölge, beşiğin içindeki domuz derisine sarılı bebeği alıp götürdü. O gölgenin ne olduğunu anlamamış olsak da, odadaki herkes bağırarak kaçışmaya başladı.
Evet, çocukları ellerinden alınan köylüler birkaç yıl sonra, yeni doğan çocuklarının sağlıklı olacağını düşünüyorlardı. Ancak maalesef, onlar da hastalıklı doğdular ve hatta hayatları daha da kötüye gitmeye başlamıştı.
Bunun üzerine köylüler tekrar toplanıp Belkıs’ın evine yeniden gittiler, ancak kapıyı kimse açmıyordu ve evde biri olduğuna dair hiçbir işaret yoktu.
Bu konuda jandarma kayıtlarında köy muhtarının anlattıkları şu şekilde:
Köylüler sinirlendiler; başlarındaki beladan kurtulmak için çocuklarını feda etmişlerdi, ancak hayatları daha da kötüye gitmişti.
Yorum Yap