Türkiye’de arkeoloji algısı

Arkeoloji ile ilgili köşe yazmam için teklif geldiğinde hayatın rutin temposu, yüksek lisans dersleri sonra tez aşaması derken doktora başvuruları mülakat ve doktora dersleri nedeni ile bu öneri ile uzun yıllar ilgilenmedim, ilgilenemedim. Korona ile hayatımıza giren homeoffice yaşam şekli bana zamanı verimli kullanma açısından artı zaman üretti böylece bende ilk fırsatta yazı işlerine koyuldum.

Bu hafta geçtiğimiz haftalarda yaşadığım bir olayı gündeme getirmek istiyorum. Malum geçen haftadan diye Arkeoloji dersi konu anlatımı gibi motomot bir yazı olmuş. Bu nedenle bu hafta toplumumuzda arkeoloji hakkında neler oluyor biraz da güncel konulardan bahsetme gereği hissettim

Arkeolojinin özellikle Türkiye için ne kadar önemli olduğunu anlatabilmek için bu uğurda yıllarını vermiş hocalarımızın ve arkeologlarımızın çabalarına ek olarak naçizane bir taş da ben üzerine eklemek istedim. Taze ve mesleğine aşık bir arkeolog olarak. Birçoğumuzun bildiği üzere ülkemiz tam bir kültürel miras cenneti ama ne kadar acıdır ki insanoğluyuz ya, elimizde fazla ne varsa işte onun kıymetini değerini önemi bilmeyiz. Belki de bu durumun sebebi etnik kimliğimiz Anglo-sakson olmadığımızdandır. Bu konuya daha ileriki yazılarda etno-arkeolojiden ve Sosyal Antropoloji den başlayarak devam edeceğim. Konu derin anlayacağınız.

Gelgelelim geçtiğimiz haftalarda yaşadığım (çoğu zaman bu gibi olayları biz arkeologlar yaşamaktayız)ve bu yazıyı yazmanın gerekli olduğunu gözüme gözüme sokan olaya; özel bir kuruluşta çalışan üniversite mezunu ve işinde başarılı, çalışanları ve üstleri tarafından saygı ve takdir gören yönetici kişi ile aramızda geçen konuşmayı sizlere aktarmak istiyorum: konuşma sırasında aynı kuruluşta kızı ile birlikte çalışan bir hanım efendi de bize eşlik ediyordu ve kızı da arkeolog idi. Ben hanımefendi ile arkeoloji kazılarının durumu hakkında konuşurken yönetici konumundaki kişi konuya kulak misafiri olup yanımıza geldi ve tam o sırada yıllık kazıların az olması ve kazıların 3-6 aylık sürelerde olması sebebiyle arkeologların para kazanmak için farklı işlerde çalışmak zorunda kaldıklarını veya kazılara az bütçe verdikleri için az eleman çalıştırmak zorunda kaldıklarını konuşuyorduk.

Yönetici, şaka yolla da olsa “Allah aşkına sizlerin aileleri arkeoloji bölümü okuduğunuzda işsiz kalıp para kazanamayacağınızı söylemedi mi? Tırt tırt bölümler okursanız olacağı budur” dedi ve kısa süreli bir şoktan sonra ( aslında alışık olmama rağmen bu söylemlere, yine de saygı duyduğum bir insanın bu görüşte olması beni yıkmıştı) sözü aldım ve  “İşte tam da bu zihniyet sebebiyle bizim ülkemizdeki kazıların çoğu yabancı kazı üstüne üstlük  bizden çok daha sistemli kazılar yönetiyorlar” dedim. Bu işin farklı bir kısmı ve tartışmaya açıktır. Emperyalist ülkeler biz bu zihniyet de olduğumuz için bu kadar içimizdeler,  biz daha kendi kültürel mirasımıza gerekli değeri vermiyorken değer verenleri de aşağıya çekiyoruz ve arkeolojiyi aşağılıyoruz durum bu iken  nasıl ülke bağımsızlığı ve demokrasiden bahsedebiliriz” dedim. Bunu eğitimli üst düzey yönetici konumundaki insanlar bile yapıyor. Ne acı…   

Sen kendi mirasına sahip çıkmaz isen senin zihniyetinin tabiri ile elin yabancısı gelir sahip çıkar. Arkeoloji nasıl tırt bir bölüm olabilir bu gibi olaylar kişi ve zihniyetle sürekli karşımıza çıkıyor belediyelerde bile. Aslında her belediyenin kendi bünyesinde en az bir arkeolog ve stajyer olarak öğrenci arkeologların çalıştırması gerekiyor bir tek Büyükşehir belediyesi değil. Nice inşaatların altından haberimizin olmadan bir çok tarihi eser çıkıyor hatta onların üzerlerini kapatıp üzerlerine yazlık site bile kuruyorlar.  Edremit yakınlarında antik kenti kazarken şehrin devamının yazlık site altında devam ettiği ortaya çıkmıştır ve bu sebeple evlerin yıkılamayacağı raporu verilip o kısmın kazılması engellemiştir. Uzun lafın kısası; Geçmişine sahip çıkamayan bir uygarlık/toplum  geleceğine asla sahip çıkamaz. Son olarak, bana arkeoloji alanında yazmam için bu fırsatı veren Yeni soluk ailesine minnettarım.