Sosyalizme gerek olmadan, emeğin kurtuluşunu beklemeden, sorunlarımız acilen çözülsün dileği kulağa hoş gelebilir.

Sol.org yazarı Aydemir Güler, "Ulusal dediğimiz de sınıfsal" başlıklı yazısında kapitalizmin sorun üretip derinleştirdiğini, Türkiye’de çözüm süreciyle gündeme gelen meselelerin de bunun bir örneği olduğunu yazdı. Aydemir Güler, Sosyalizme gerek olmadan, emeğin kurtuluşunu beklemeden, sorunlarımız acilen çözülsün dileği kulağa hoş gelebilir. Ama o zaman, emek sorunu kapsamına girmeyen birtakım işler en fazla komisyona havale edilir.

"Ulusal dediğimiz de sınıfsal" başlıklı yazısında kapitalizmin kendi içinde çözüm üretmek yerine söz konusu sorunları derinleştirdiğini kaydederek, Türkiye'de yeni açılım süreciyle gündeme gelen konuların da bu sorunlardan biri olduğunu belirtti. Genç Cumhuriyet döneminde feodal yapıların varlığının bitirilememesi, köylülerin ağalar tarafından yoksullaştırılması, işçi göçü ve emeğin bölünmesi, söz konusu sorunların ekonomik ve sınıfsal temellerini oluşturduğunu belirten Güler, şunları kaydetti:

Geçen hafta, sosyalizm, ulusal soruna samimiyetle çözüm arayanlar için bir tercih değil zorunluluk demiştim… Bu yaklaşımın uzun süre solda, yani sosyalizmi hedefleyen kesimlerde de tepki çektiğinin farkındayım. Sosyalizm uzak geleceğin ihtiyacı veya gündemi olarak görülürse, bugünün sorunlarına “acil” başka yanıt aranması normaldir. Kulağa mantıklı geliyor… 

Oysa kapitalizmin sorun çözme yeteneği o kadar güçlüyse, sosyalizm savunusunun altı boşalır!  Marksizm burjuvazinin öncülüğünde yaşanan tarihsel sıçramanın neredeyse hemen, sadece sosyalizmle aşılabilecek türden krizler doğurduğunu anlatır. Üretim araçları özel mülkiyetteyken çözülemeyecek olan “sorun” emek sömürüsü değildir. Bu zaten eşyanın tanımı gereği öyle; yani özel mülkiyet düzeni sömürüyle tanımlanıyor. Kast edilen, sömürünün ortadan kalkmasına giden yolu kaçınılmaz kılan başka sorunlardır. Kapitalizm insanlığın daha ileri sıçramasının önüne engeller çıkartır durur. Ama bir kez yol açılmıştır.

Örneğin modern zamanlarda burjuvazi, aydınlanmanın asıl sahibi olarak çıkmıştır sahneye. Ama aydınlanma dünyanın ve toplumun insanlarca anlaşılabileceği ve değiştirebileceği anlamına geliyorsa, kaderimizin erişilmez bir takım güçlerin belirleniminde olmadığını ortaya atıyorsa, sömürü düzeninin şifreleri de çözülebilir ve her şey insan tarafından değiştirilebilir. Burjuvazi nasıl aydınlanmanın doğal sahibi olmuşsa, yine aynı doğallık ve kaçınılmazlık içinde aydınlanmanın frencisi hatta katili de olmak zorundadır. İlerleme, yalnızca kâr oranlarının yani sömürünün daha gelişkin tekniklerle arttırılmasını sağlayacak kadar iyidir. Eşitliğe, özgürlüğü çıkan sokaklar yakılıp yıkılacaktır. 

Soyut kalmasın; mülk sahibi bir sınıf, eski düzeni yıkıp kendi egemenliğini kuracağını programlaştırıp toplumun çoğunluğunu oluşturan emekçilere sunamaz. Herkes için eşitlik demelidir, özgürlük demelidir, demokrasi demelidir. Ezilenlerin devrimci enerjisini ancak böyle peşine takabilecektir. Ama mümkün olan en yakın köşe başında gericilik kapitalizmin bünyesinde yeniden üretilecek, emekçi kitleler kendilerine layık görülen kaderlerine geri yollanacaklardır. Bunun için burjuvazi yıktığı geçmişin egemenlerini, idari yapılarını, ideolojilerini, dini kurumları, aristokrat ayrıcalıkları göreve çağırmaktan çekinmez. Her zaman, her yerde. 

Lakin 18.yüzyılın ikinci yarısından 20.yüzyılın başlarına kadarki tarih dilimi herkesin gözünü kamaştırdı. Devrim çağıydı bu… Ama modern emperyalizm bir kez dünya egemenliğini inşa ettiğinde parlak perde kapandı. Tarihin perdesi geçirgendir, sürprizlere de açılır arada. Lakin esas olan kapitalizmin sorun çözme yeteneğini yitirmesidir. 

*    *    *

Ulusal sorunda da böyledir. Bir süre burjuva devrimleri çağında ulusal sorunun çözüldüğü düşünüldü. Çözülmüş de görünüyordu gerçekten. 

Irksal, kültürel, dilsel olarak türdeş ulus, milliyetçiliğin uydurmasıdır. Yoktur böyle bir şey. Ama bir dizi kapitalist ülkede, farklı topluluklar ulusal bir ezilmişlik dile getirmeksizin kaynaşabildiler, daha doğrusu başat kimliğe asimile oldular. Arada zor kullanılmış olması da kuraldı neredeyse; ama bunlar geçmişte kalmıştı… Öyle sanıldı!

Sonra gün geldi, bu köşede daha önce sohbet ettiğimiz gibi, emperyalist sermaye dünya üzerindeki hareketini ister istemez kısıtlayan ulus-devletleri gevşetmeye, yerine göre parçalamaya yöneldi. Sermaye bu; nasıl hareket edeceği, kâr arayışının belirlediği yasalara tabi. Şimdi dünyanın en gelişkin kapitalist ülkelerinde, bir zamanlar ulusal veya etnik sorunların son bulduğu düşünülen topraklarda ezilen kültürler, baskılanan topluluklar ve onların mücadeleleri görünür durumda. Geçmişe ışınlanmadık. Kapitalizm sorunu yeniden üretti.

Bir diğer dinamik, emek maliyetlerini, muazzam biçimde aşağı çekmeye yarayan işçi göçüdür. Kâr maksimizasyonu, bir dizi emperyalist ülkede işçi sınıfını göçmenleştirme, bu sayede yerleşik emekçileri de daha azına razı etme alçaklığının kaynağıdır. Bu uğurda dünyanın önemli bir bölümü savaşla, açlıkla yaşanmaz hale gelmişmiş; ne gam! Göç almak bir gelişkinlik göstergesidir artık.

Kapitalizm sorun yaratır. Geçmişten gelen sorunları da kendi bünyesinde yeniden üretir ve biçimlendirir.

*    *    *

Kürt sorunu, görece geri bir kadim topluluğun daha kentli, modern Türklerle serbest yarışında kaybetmesinden doğmadı. Türkiye burjuva devriminin ileri doğru görkemli hamlesine Kürt feodalitesi direnç gösterdi. Modernleşme, aydınlanma geri yapıları dağıtacak, egemenlik alanını tasfiye edecekti. Ama Cumhuriyetin iç dengeleri Kürt yoksul köylülerini şeyhlerden, ağalardan kopartmaya el vermiyordu. Sadece Doğu’da değil Anadolu’nun batısında da büyük toprak sahiplerine müdahale edilemiyordu. O kadar ki, 1940’ların ortasında CHP’den kopup iktidara yürüyen Demokratların en önemli toplumsal kaynaklarından biri büyük toprak sahipleri olacaktı. Köylüyü topraklandırmak da, Köy Enstitüleri yoluyla aydınlatmak da egemen sınıfların bileşimine uygun düşmedi, işlerine gelmedi. Devrim ile yoksul köylünün arasına gericilik girdi. Gericilik kapitalizme eklemlendi, süreç içinde toprak rantı sermayeye dönüştü. Olan Kürt yoksuluna oldu. Ekonomik gelişmeden, devlet hizmetlerinden, yoldan okuldan payını alamadı, dili aşağılandı, kimliği reddedildi. 

Geçmişin sorunları başka… Ama bu yeni haliyle sözünü ettiğimiz, tarihin derinliklerinden fışkıran bir dert değil, Türkiye kapitalizminin yeniden biçimlendirerek ürettiği bir sorundur artık. 

Kapitalizm yayıldıkça ve kırın yoksullarını kentlere işçi olarak çektikçe, başka bir boyut daha belirginleşti. Emekçiler kökenlerine göre bölünebiliyordu. Aşağı görülenlerin daha ucuza çalışması olağan sayılıyordu. Kürt sorunu emeğin baskılanması çerçevesinde anlam ve işlev kazanmıştır.

Her yerde işsizlik varken, topraksız Kürtlerin bütün ülkeye hasada çıkmasıdır Kürt sorunu. Kürt sorunu, bu ailelerin çocuklarının okullar açıldığında aileleriyle beraber memleketin bir ucunda çocuk işçiliğe mahkûm olmasıdır. Türkiye ekonomisinin öncelikli ve en vahşi sektörü inşaatın, birkaç aylığına iş bulduğuna sevinen göçmen Kürtleri istihdam etmesi, bu insanların farklı şehirlerdeki şantiyelerle köyleri arasında mekik dokuyan bir yaşam sürmeleridir. Kürt illerine yatırım dendiğinde akla ilk bölgesel asgari ücretin gelmesidir Kürt sorunu. Ve bunu talep edenler de, kural olarak toprak ağası çocuğu olan Kürt patronlardır. 

Bu kapitalizmin sürekli yeniden ürettiği ve asla çözemeyeceği bir sorundur. Kürt yurttaşlarımızın halay çekti diye saldırıya uğraması, dillerini özgürce kullanmalarının ve geliştirmelerinin bir dert olmasının kaynağı da budur. Aşiret ilişkilerinin dokunulmazlığı bundandır. Kürt kadınının sırtında, geleneksel yapının yükü olabildiğince ağır olmalıdır ki, Türk veya Kürt fark etmez, patronların kârı yüksek olsun. Sömürü devam etsin, her kökenden emekçi çıkarlarının ortak olduğunu anlayamasın diyedir Kürt sorunu.

Bu sorunun siyasette karşılığı yoktur, dile getireni yoktur, Kürt emekçisini savunan yoktur. 

Sosyalizme gerek olmadan, emeğin kurtuluşunu beklemeden, sorunlarımız acilen çözülsün dileği kulağa hoş gelebilir. Ama o zaman, emek sorunu kapsamına girmeyen birtakım işler en fazla komisyona havale edilir. Komisyonun geleceği ise Ortadoğu’daki emperyalist it dalaşına bağlanmıştır. Bekle ki, çözülsün…

Veya ulusal sorunun sınıfsallığını esas alıp sosyalist bir cumhuriyete dönelim yüzümüzü.