Antalya Büyükşehir'e yeni operasyon. 20 kişi hakkında gözaltı kararı
Sahi biz ne ara böyle olduk
Sevgili okurlarım,
Çok üzgün ve son derece kızgınım. Neden diyecek olursanız şu yaşadığımız doğal afetlere ve biz Türk milletinin nasıl da değişim geçirdiğine, özünü kaybedişine, İzmir depreminde sosyal medyada yazılanlara, bırakın Türk olmayı insanlığını kaybedenlere…
Depremden mutluluk duyan, oh çeken, sevinen bir millet olmuş çıkmışız. Sosyal medyada yazılanlar bir değil üç değil on değil yüz değil bin değil… “ Yarabbi İzmirliler gibi zinaya, nefsime değil, seccademe köle et beni. Amin. “, “ Allah lanet yağdırıyor İzmir’e..”, “CHP’nin yönettiği şehir namaz iman eksikliği ne beklersin..” Azmış gâvur İzmir, bu sana ikaz…”, “ Haydi zeybek oynayın da Atanız sizi kurtarsın…”, v.s…
Son yirmi yıla baktığımızda Türkiye'de pek çok deprem oldu. Pek çok can kaybı ve yaralı. Milletçe çok üzüldük. Deprem bölgelerinde acıları sarmak için tüm ülke seferber oldu. Elimizde evimizde ne varsa deprem bölgesine gönderdik, pek çoğumuz yardım edebilmek için siyasi görüşü, dini, ırkı her ne olursa olsun koştu gitti. Çünkü "Türk milletinin karakteri yüksek ve çalışkandı. Türk milleti milli birlik ve beraberlik içerisinde güçlükleri yenmesini bilmişti. Bizim milletimiz, vatanı için, hürriyeti ve egemenliği için fedakâr bir halktı. Girişilen büyük işlerde, milletimizin yüksek kabiliyet ve yüksek sağduyusu başlıca rehberimiz ve başarı kaynağımız olmuştu. Bizim halkımız, menfaatleri birbirinden ayrılır sınıflar halinde değil tam aksine varlıkları ve çalışmalarının sonuçları birbirine gerekli olan sınıflardan ibaretti. Biz öyle milliyetçilerdik ki, bizimle işbirliği yapan bütün milletlere saygı duyar ve riayet ederdik…
Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli, şüphesiz onun kahramanlığı ve Türk kültürüdür. Türk milletine doğru ve güzeli veriniz, anlatınız, muhakkak kucaklar…" diyen Mustafa Kemal Atatürk çıktığı yolda onu yalnız bırakmayan kahraman Türk halkına sonsuz güveniyor ve inanıyordu.
Türklerin en çarpıcı özellikleri: soylu, merhametli, hoşgörülü, yardım ve konuksever olmasıydı. Onlar, kadına, yaşlıya ve çocuğa karşı son derece sevgi ve saygı beslerlerdi. Başka uluslarla ilişkilerinde çıkan sorunlara anlaşma ile çözüm yolu aramayı yeğlerlerdi. Anadolu'dan kovduğumuz o düşmanlara, öç alma duygusuyla onların yaptıklarının hiç birini yapmadı. Mustafa Kemal Paşa "Yurtta barış, cihanda barış" ilkesini benimsedi ve hep ona bağlı kaldı.
Öncesinde ise 13.yüzyılın ilk yarısında Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre, Mevlana, Nasreddin Hoca, gibi Türk ulusunun ulu kişileri sağduyuyu, hoşgörüyü, kadın erkek ilişkilerinin uyumlu akışını sağladı.
Kur'an-ı Kerim'in Bakara Suresi’nin 256. Ayetinde "Dinde zorlama yoktur..." diyor. Türk halkına ve dünyaya sağduyunun ve hoşgörünün eşsiz örneklerini veren büyük Yunus bu konuda şunları söylüyor:
Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil.
Yetmişiki millet dahi Elin yüzün yumaz değil.
Gelin tanış olalım. İşi kolay kılalım.
Sevelim sevilelim Dünya kimseye kalmaz.
Adımız miskindir bizim. Düşmanımız kindir bizim
Biz kimseye kin tutmazız.
Kamu âlem birdir bize “
Sevgili okurlarım,
Türk ulusunun tarihinde hiç bir topluluğa vahşet yaptıkları yazılmamıştır. Kimileri kendi vahşetlerini örtbas etmek için bazı şeyler uydursa da Türk merhametliliğinin, yardımseverliğinin son örneğini Çanakkale’de ve 1974’deki Kıbrıs Barış Harekâtı’nda gördük: evini, anasını babasını bulamayan ve askerlerimizin arasına düşen bir Rum çocuğunu kucağına alıp ailesine vermek üzere Türk birliği merkezine götüren Mehmetçiği hatırlayalım. O, merhametli, yüce ruhlu ve soylu Mehmetçik “ Bu çocuk, Türkleri öldüren Rum tohumudur ben de öç alayım” diye o çocuğun kafasına kurşun sıkmadı, karnına süngü saplamadı!!
Biz, Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna dek Osmanlı uyruğundaki Rumlarla, Ermenilerle ve Yahudilerle, sevgi, saygı ve güvenlik içinde dostça yaşadık. Birbirimizle iyi geçindik.
Çanakkale Savaşı’nda bu topraklarda hayatını kaybeden düşman askerlerine bile kucak açmıştır bu millet. Atatürk'ün, "Bu memleketin topraklarında kanlarını döken kahramanlar! Burada, dost bir vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçiklerle yan yana koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve rahat uyuyacaklardır. Onlar bu topraklarda canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır" sözlerini hatırlayalım.
Türkler, merhamet alanında, hastaneler, şifahaneler, konukevleri, kervansaraylar, hanlar, vakıflar, hamamlar, çeşmeler gibi uygarlık örnekleri vermiştir.
Şimdi gel gelelim bugüne. Kardeşi kardeşe düşman edene kin tutana. İzmir gâvur İzmir ilan edileli beri ne olursa olsun konu hep dine dayatılıyor. Peki, son yirmi yılın büyük depremlerine bakalım:
Adapazarı, Kocaeli, Yalova, Gölcük depreminde 18 bin kişi öldü, 20 binden kişi yaralandı.
Düzce depreminde 710 kişi hayatını kaybetti, 2 bin 678 kişi yaralandı.
Van depreminde 644 kişi yaşamını yitirirken, 1966 kişi yaralandı.
Elazığ depreminde 45 kişi yaşamını yitirdi, 1240 kişi yaralandı
Ak Parti’nin kaleleri olan bu şehirler neredeyse yerle bir oldu çok sayıda vatandaşımız hayatını kaybetti, sakat kaldı, vs. Şimdi sizinle aynı siyasi görüşte olmayan birileri de buna sevinse miydi oh mu çekseydi? Kaldı ki sizin hani Tanrı’nın sevmediği gözdağı verdi dediğiniz o gâvur İzmir’de 6,9 şiddetindeki bir depremde çok şükür ki az kayıp var. Zarar daha büyük de olabilirdi. Eğer sizin gibi düşünürsek Tanrı hangisini daha çok korumuş oluyor acaba!!!
Gerçekten kapkara günler yaşıyor Türk milleti. En önemli konu bencilliklerimiz, toplumun nasıl böylesine vicdandan, dostluktan, yardımlaşmadan uzaklaştığı. Asıl sorun, “ Biz bu karanlığı yüreğimizden nasıl söküp atabiliriz” sorunu! Şimdi tam da düşünme zamanı…
Biz Türk milleti hangi ara böyle kindar olduk?
Bu güzel milleti bu hale getirmek, ayrıştırmak, bölmek kimlerin işi hiç düşündünüz mü? Yukarıda özelliklerini yazdığım bir milletin ferdi böyle düşünemez, böyle vicdansız olamaz.
Yahu biz ne ara böyle olduk…
Asıl felaket, afet ve musibet nedir biliyor musunuz? Bizim bu zalimliğimiz, acımasızlığımız ve acıya umursuzluğumuzdur.
Afette bile kutuplaştırma ve ötekileştirici oluşumuzdur..
Kaybettiğimiz vicdanımız, kararmış ruhumuz, unuttuğumuz insanlığımızdır.
Biz acıya bile yabancılaştık, hatta kendi acımıza bile…
Halil Cibran’ın dediği gibi;
Acıyla karıldı harcın ama acıya da yabancısın.
Ağıtları sen yakarsın ama kendi kulakların duymaz kendi ağıtını,
Dönüp de bakmazsın ölülerine.
Ama sen kendi acına da yabancısın.
Ölülerine dönüp de bakmazsın.
Ve sen kendine bile ağlamayacaksın.
Utancı bilir ama utanmazsın.
Senin bedenine dokunmadıkça hiçbir acıyı duymazsın…
Ve eğer deprem gibi, sel gibi, savaş gibi felaketlere bile ruhsuz ve kalpsiz bir gözle bakacak acımasızlık ve gaddarlık içinde olursak kendi sonumuzu kendimiz hazırlarız. İşte en büyük deprem de bu’dur.
Sahi biz ne ara böyle olduk…
Yorum Yap