Nadas…

Elbette ne demek olduğunu biliyorsunuz, kırsal kalkınmanın en temel maddesi toprak. Ama özellikle bahar mevsiminde bir yere giderseniz bu işin ülkemiz için ne boyutlarda olduğunu anlarsınız. Ekilebilir arazinin nerdeyse yarısı boş. Normal şartlarda nedeni de basit. Toprak dinlensin de gelecek sene daha iyi ürün alınsın. İyi de toprak acaba dinlenmeyi biliyor mu?

 "Bak sevgili toprak bu sene nadasa bırakılıyorum…

 Bir sene keyif yap, enerji topla. Seneye ben seni ekeceğim, biçeceğim, sen de bana ürün vereceksin" deyin bakalım anlayacak mı? Öyle olsa idi her sene tarım aynı seviyelerde kalırdı ama gerçek pek de öyle olmaz. Bu sene havalar şöyle oldu, böyle oldu der dururuz. Yağsa da dert, yağmasa da. Öyle ya tarlayı sür, et ve sonbaharda ekinin her ne ise onu ek ve beklemeye başla. Kış sert geçse diye dua et ki ekin kar altında kalsın, bol bol kar yağsın da su olsun. Sonrası bahar ve bol güneş ve bahar yağmurları...

Çok da olmayacak az da, kararınca. Tabii ki kararınca ne demek oluyor ise ama bahar yağmuru bu, giderek sağanaklara döner ve bir metre ötesine havadan bidonlarla su boşalırken diğer yer kuru kalır. Hadi bu da geçti, sıcaklar başladı, bu sefer de yağış istenmez. Ekin başak versin, boya gitmesin, fazla boylanmasın, rüzgar devirmesin telaş…Sonra hasat zamanı gelir ve mutlu sona yaklaşılır.

 

 Tamam, bunlar ekilen araziler için geçerli.  İnsan da öyle değimli. İmkanı olan okutup meslek sahibi yaparken…Peki ya ekilmeyenler.  Onlar dinlenmede ya bir şey de ekilmediği için bom boş araziler, dinleniyorlar zannediyorsanız yanılıyor olmayasanız…

İşte bu nedenle toprak, nadasa da bıraksanız, yağmur yağarsa zenginleşiyor; yağmazsa yapacak bir şeyiniz yok. Kuraklık edebiyatı hemen devreye giriyor, insanoğlunun mazeret de sınır tanımaması gibi…

 Yani toprağı her sene ekerseniz hava koşulları uygun olur ise buğday ekmezseniz gelincik olup çıkıyor, ama siz tarlanızı nadasa bırakırsanız bir sene daha eli boş beklemek durumunda kalıyorsunuz. Yani toprağın gücünü kullanmıyor, siz beklediğiniz ile kalıyorsunuz… Bu anlamsız ve doğanın çalışmasını düşünün… Üretimin gücüne bakın. Toprak yerine de düşünün, acaba haklı mı diye bir sorsalar ne iyi olur.

 Yaşanmış bir hikâye anlatayım…

Bir Yörük kızı köyünde ödevini yapamaya çalışıyor, çalışıyor diyorum … Çünkü ödevini yapacak kalemi yazacak boyutta değil…Babasının parası olmadığı içim kalem alamıyor, ne yaptı biliyor musunuz?  Babasının eski tıraş bıçağının jiletini kırıp, sapını kaleme taktı. Tarlanın içinde yetişen Yörük kızının artık ödevimi yapacağı için yüzünde gelincikler açtı…Artık kendi yaşantısını belirleyecek ilk adımı atmış, itaat etmek yerine, karar vermek gerektiğini kavramıştı gelincik çiçeği.

Nadasa bırakılan tarlalarda çıkan gelincikler, tıpkı şu günler de herkesin yaşadığı zorluklar gibi... Kırsal kalkınma üretim gücünü kullanmak savaş, açlık, hastalık ve yoksulluğu yok eder. Tıpkı gelincikler gibi. Türkiye’nin de içinde bulunduğu bağılı ve küresel sermaye boyun eğmez

Yıllarca doğal nadasa bırakılan, bıraktırılan insanlar, onlarla bir şeyler yetiştirmeyi deneyin bakalım ne olacak. Nazlı ülkemde ne buğdaylar başak verecek ne gelincikler açacak, düşünürken bile insanı gülümsetiyor. Üretmek nasıl da güzelsin.

Umarım Yörük kızının ölümden öte her şeyin çözümü olduğuna olan inancını bulaşıcıdır. Toprağınızı nadasa bırakmayın, o kadar zengin bir ülke değiliz.