Kemal Bey’in “Harikalar Diyarı”

Son dakika değişikliklerini bir kenara bırakırsak CHP’de aday belirleme süreci tamamlanmış sayılır.

Tartışmalı bir süreç yaşandığı ortada.

Basına da çok konu çıktı. Neredeyse iki haftadır CHP yazılıyor, konuşuluyor.

Kusur kalmayayım ben de yazayım dedim.

İlk saptamam şöyle olsun: tartışma ekseni kayıktır, yani kaymış durumdadır.

Sorunların temelinden uzak analizler yapılıyor daha çok.

Temel meseleler üzerinde çok yazdık/çizdik. Gene hatırlatırız da, önce CHP’deki aday belirleme sürecine dair gözüme çarpanları ortaya dökeyim.

Öncelikle belirtmeliyim ki, AKP yandaşı gazeteci/yazar/televizyon gülü bildik kişileri ciddiye alacak değiliz.

Bildiğiniz gibi, bütün dertleri CHP’yi kamuoyu önünde tartışılır hale getirmek, AKP karşısında küçük düşürmek. 

Yok, A Haber gibi mizah kanallarını kastetmiyorum. HaberTürk/CNN/NTV gibi güya tarafsız görünen tartışma programlarının akışından bahsediyorum.

Ekrana çıkardıkları bazı CHP milletvekillerini konuşturuyorlar da; mamafih konu hep CHP’deki sorunlar.

AKP’ye bir türlü sıra gelmiyor, gelse de sanki AKP’deki tek adam yönetimi doğalmış gibi bir algı yaratmaya çalışıyorlar. 

Söylediklerine inanabilmeniz için her gün A Haber izleyip beyninize format atmanız lazım tabii. Olsun, yine de neşe kaynağı bu AKP yandaşı gazeteci takımı, eğlenceliler…

Kaldı ki, görev icabı ekrandalar, Havuz Medyası’nda kalem oynatıyorlar ve muhtemelen de iyi para alıyorlar.

Fakat ekranlara çıkartılan CHP milletvekillerinin işi zor...

AKP’yi eleştirirken ayakları gaz pedalında, konu CHP’deki yönetim sorunlarına geldiğinde ne yapacaklarını şaşırıyorlar ve frene basacakları yerde tam gaz savunmaya geçiyorlar. Kendilerinin dahi inanmadıkları açıklamalarla zevahiri kurtarmaya çalışıyorlar.

Aklıma hemen gelen ve şu sıralar sıkça ekranlara çıkartılan Mustafa Balbay, Gürsel Erol, Zeynel Emre mesela…

Öyle bariz çelişkiye düşüyorlar ki, karşı tarafa hem koz veriyorlar hem de inandırıcı olamıyorlar…

Söylediklerinin gerçekle alakası olmadığını kolayca kavradığını düşündüğüm izleyicilerde, CHP seçmeninde karamsarlık (öfke de tabii) yarattıklarını da söyleyebiliriz.

Örneğin her sıkıştıklarında AKP’de parti içi demokrasi olmadığını, her şeye tek adam Erdoğan’ın karar verdiğini söyleyerek işin içinden sıyrılmaya çalışmaları yok mu evlere şenlik vallahi.

Bu nasıl bir muhakeme yeteneğidir anlamak zor.

Bir kere AKP’de parti içi demokrasi, üyenin söz ve karar hakkı olduğunu söyleyen yok ki. İslamcı/Muhafazakâr bir parti AKP ve lidere irade teslimi, biat, itaat üzerinden yürüyen yönetim anlayışı esas alınmakta bu partide...

Diğer bir ifadeyle, olmayan bir şeyi varmış gibi kabul edip hesap sormak, kendinde olmayanı, “bak sende de yok” diyerek makul göstermeye çalışmak hangi akla sığar? 

Sen kendine bakacaksın hemşerim; CHP’nin ülkeye katılımcı/çoğulcu demokrasi getirme iddiası var biliyorsun, sıkışınca manevra yapmaya kalkma!

Kaygan zeminde dans etmek zordur, sonra düşer AKP kalemlerinden bir farkın kalmaz.

Üstüne üstlük CHP’nin bu ülke için önemini anlatayım derken AKP’nin değirmenine de su taşırsın.

Diğer taraftan, yerel seçimler aday belirleme süreci CHP’deki oligarşik/bürokratik yönetim biçimini seçmen nezdinde ikinci kez ifşa etmiştir. 

Önceki yazılardan hatırlayacaksınız, ilk ifşa: Muharrem İnce’nin 36’ncı Olağan Kurultay’daki konuşmasında oligarşik yönetime bayrak açması, cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra kurultay istemesi ve fakat Kemal Bey’in kurultaydan kaçmasıdır. 

İkinci ifşa birinciyi pekiştirmekle kalmadığı gibi, CHP’nin bu haliyle önümüzdeki seçimlerden başarısız çıkacağı ve sonrasında kaosa sürükleneceği algısını yaratmıştır. 

Gelelim ikinci ifşa süreci hakkında bazı saptama notlarına… 

Tekrar aday gösterilmeyen belediye başkanlarının hezeyanı, “haksızlığa uğradık” iddiaları yersizdir. Çünkü yöntem, açıkça belliydi.

Tek karar verici/tek adam Kemal Bey’e irade tesliminde sakınca görmeyip sonradan ağlayıp sızlamanın çapını, değerli okura bırakıyorum.

Örneğin 2014’teki aday belirleme sürecinde hiç olmazsa geneli kapsayan kurallar konulmuş ve aday belirleme süreci 6 ay gibi geniş bir zamana yayılmıştı.

Ancak, Kemal Bey kendi koyduğu kurallara uymadı ve atamalarda kendine göre tercihlerde bulundu. Evet, Kemal Bey keyfiyeti hiç bu kadar ortalığa dökülmemişti… 

2019 yerel seçim adaylaşma sürecinde ise başından beri kuralsızlığın kural olduğu bir yöntem devredeydi ve aleni biliniyordu.

Öyleyse attan düşenlerin sızlanması, yakınması da ne ola ki? 

Kesin sonuç ilan edilene kadar umutlu bir bekleyiş içinde majestelerine sadakat da kusur etmeyeceksin, aday gösterilmeyince de hayıflanacaksın, küseceksin, ya da başka kapıya yöneleceksin…

Fatih Çekirge köşesine taşıdı (Hürriyet, 4 Şubat) tekrar aday gösterilmeyen Marmaris Belediye Başkanı Ali Acar’ın hezeyanını… 

MYK toplantısından sonra Akif Hamza Çebi aramış kendisini ve “hayırlı olsun” demiş.

Ali Acar Bey sevinmiş, tebrikleri kabul etmiş, çevresinin düzenlediği kutlamalara katılmış.

Fakat nasıl olduysa PM’de karar değişmiş. Ali Acar şu soruları yönelterek Fatih Çekirge’ye içini dökmüş: “MYK’dan sonra o yarım saatte ne oldu? Kimler devreye girdi? Asansörde ne oldu?  

Oldukça gizemli sorular. Hele asansör kısmı…

Ve küskünlüğünün gerçek nedenini ise şuna dayandırıyor Acar Ali Bey: vefasızlık! 

“Bir teşekkür bile etmediler. Beni çileden çıkartan budur.” 

Ali Bey’in tek derdi tekrar Marmaris’te belediye başkanı olmak anlaşılan.

CHP’de artık iyice ortaya dökülen genel merkez hakimiyetine odaklı parti yönetim biçimi, “rant siyaseti” umurunda değil. 

Değişen dengeler sonucu yeni siyasi aktörler, yeni kapılanmalar,

yeni menfaatler ve bu yolda yürüyen kervan, Ali Acar’ı ırgalamıyor…

Kırklareli Belediye Başkanı Kesimoğlu’nun durumu da farklı değil.

O da kendisine haksızlık yapıldığını düşünüyor.

2014 yerel seçimlerinde Kırklareli’nde belediye başkan aday adayları varken Kemal Bey’in talimatıyla milletvekilliğini bırakıp belediye başkan adayı olmak neydi ki?

Hakeza, Kadıköy Belediye Başkanı Aykurt Nuhoğlu.

O da Kemal Bey tarafından sahadan çekildiği için rahatsız ve gazete ilanı ile başarısını kanıtlamanın peşinde. 

Erdal Aksünger’in İzmir Bayraklı’ya aday olmasıyla panikleyen Kemal Bey’in “ben ne dersem o” tavrı konumuza ışık tutuyor kanımca.

Kemal Bey’in demiri kesecek kadar güçlü iradesi çok ilginç hakikaten…

İzmir Bayraklı için Erdal Aksünger isminin MYK’da kabul görmesi ve PM’ye taşınma safhasına gelmesi sonucu “istifa ederim” diyerek MYK üyelerine rest çeken genel başkan sıfatıyla tarihe geçmiştir Kemal Bey.

Muharrem İnce’yi destekleyenleri tek tek diskalifiye ederek 31 Mart sonrasına plan yapmak, seçimlerde başarılı olmaktan daha önemli herhalde Kemal Bey için. 

İzmir Bayraklı değil tabii mesele, Aksünger’in kendisini eleştirenler safında olması. 

Erdal Aksünger’in Kemal Bey’in bu tavrına yönelik yorumu şöyle (Gazete Duvar): 

“Açıkça söyleyeyim bu kadar büyük bir karşıtlığın nedenini ben de çözmüş değilim.

Bir genel başkanın bir ilçe için istifa ederim demesi gerçekten çok anlamsız. Hiç tutarlı bir tarafı yok. Arka planda ne vardır, onu ben de bilemiyorum. Gövdesini ortaya koyuyorsa bizim göremediğimiz farklı bir şey dönüyordur.”  

Neler döndüğünü önümüzdeki hafta anlamaya çalışalım; yanı sıra 10 Aralık Hareketi’nin Kemal Bey üzerindeki etkisini, sosyalist Alper Taş’ın CHP Beyoğlu adaylığını da irdeleyelim…  

Önceki bölümde; CHP’deki aday belirleme sürecinde yaşanan olumsuzlukların aslında yapıdan/yapısal sorunlardan kaynaklandığını, şişmiş egolar, davranış bozuklukları, çıkar siyaseti, klik/hizip oluşumları vs. üzerinden yürüyen irdemeleri yetersiz bulduğumuzu, sorunların kaynağına da yönelmek gerektiğini dillendirmiştik.

Yanı sıra; sadece sonuca odaklı ‘patates baskı saptamalar’, terennüm edilen ezberler gerçeği perdelemekle kalmıyor, teferruata da boğulan partililerin sebep-sonuç ilişkisini gözden kaybetmelerine yol açıyor ve neticede sağlıklı bir durum analizi yapmalarını engelliyor. 

Daha başka gerekçeler de sayılabilir ama çıktığı kapı aynı olduğu için uzatmayalım. 

Evet, sorunun kaynağında: güç odaklarının kontrolünde ve yönlendirmesinde bir CHP var ve “kasetle genel başkan yapılan Kemal Bey’in” orkestra şefliğinde idare ediliyor. 

Diğer bir ifadeyle, partililerin genelde figüran, dolgu malzemesi, konu mankeni görüldüğü bir sisteme dayalı yönetiliyor CHP. Siyasi arenadaki işlevi de parti dışı odaklar tarafından tasarlanıyor, şekillendiriliyor.

Bir kısım partilinin/seçmenin, Kemal Bey CHP’sinin muhalefetimsi tutumunu eleştirmelerinin, bunun AKP’nin önünü açtığı serzenişlerinin arkasında yatan gerçek budur; ama her nedense bu konuşulmaz da Kemal Bey’in etrafının sorunlu olduğundan, bireysel hırsların, rant siyasetinin partiyi bu duruma düşürdüğünden bahsedilir.

Oysa MYK turnikesinden geçen 100’ü aşkın yönetici var ve bunları istediği gibi koltuğa oturtan, koltuktan kaldıran sanki Kemal Bey değil de başkası.

Dahası, başarısızlıklardan MYK turnikesinden geçenler sorumluymuş gibi bir izlenim yaratmakta da çok mahir CHP’nin Umum Müdürü. 

Merkez yöneticileri istediği gibi belirleme hakkı kendinde olan bir genel başkanın başarısızlığın suçunu yardımcılarına atmasının taktiksel yanını bir kenara bıraktığımızda ise, elimizde sadece trajikomik bir hikâye kalıyor kuşkusuz. 

Bir de Kemal Bey’e sadık, hep en yakınında konuşlanmışların çıkışları var şu sıralar ki bu da başka bir mizah konusu.

Akif Hamza Çebi’den söz etmiştik geçen hafta. Sonradan adaylıktan düşen Marmaris Belediye Başkanı Ali Acar’a müjdeli haberi veren MYK üyesi Akif Bey, genel sekreterlikten istifa etti. 

Ortada dolaşan haberlere göre, istediği kişileri adaylaştıramadığı için kızmış.

Hatırlarsanız kendisini İstanbul’a başkan da görüyordu bu Akif Hamza Bey; ancak hamisi Kemal Bey yol vermedi. Buna da sinirlenmiş olmalı… 

Nitekim daha Maliye bürokratlığından Kemal Bey’in yakın arkadaşı, CHP’de uzun zamandır himaye edilen Akif Hamza Bey, istediği olmadı diye boşaltıverdi genel sekreterlik koltuğunu. Şaka gibi…

“İstifa edeceğim” deyip sonradan hizaya sokulan Canan Kaftanoğlu’na “Şımarık” diyen Engin Altay, bu durum karşısında şaşırıp kalmıştır herhalde.

Öyle ya, genel sekreterlik koltuğu bu boru değil; irade ister, ciddiyet ister, sorumluluk ister, özveri ister…

Üstelik “devlet terbiyesi”(!) de almış bir siyasi figür Akif Bey; demek ki ihtiras öne geçtiğinde geriye ‘değerler posası’ kalıyor.

CHP’deki aday belirleme sürecinde ortaya dökülenler karşısında Gürsel Tekin’in çıkışı da dikkat çekici.

Kemal Bey’in bir dönem has adamıydı Tekin, geri düşmüş olmalı ki partisinin yönetim biçimine kuvvetli eleştiri getirdi geçenlerde.

Basına yansıyanlar özetle şöyle… 

//Üzülerek söylüyorum, adayların objektif kriterlere göre belirlendiğini söylemek mümkün değil... kamuoyu anketlerinde en çok destek bulan arkadaşlar aday gösterilmedi. (...)  

Kişisel, şahsi ölçütler ve keyfilik ne yazık ki maliyetsiz değildir. 31 Mart’ta bu maliyet ile partimizin karşılaşmamasını umut ediyoruz… Liyakat ilkesi bir kenara bırakıldı, şahsi yakınlık ve tutum öne çıkartıldı.

(…)

 Birçok ilde partimize ve vatandaşa başarıyla hizmet eden belediye başkanları yalnızca olağanüstü kurultay talep ettikleri için yeniden aday gösterilmedi.

Yine bazı illerde seçimi kazanabilecek seviyede olan halk desteği bulunan arkadaşlarımız da aynı gerekçeyle adaylık dışında bırakıldı. Bu CHP tarihine, kültürüne yakışan bir adım değildir.

(…)

Hiçbir koltuk başarısızlık üzerine kurulamaz… Bugünden itibaren ben de seçim bitene kadar canla, başla CHP’nin her ilçede, her ilde zafer kazanması için çalışacağım. Bütün örgütümüze ve seçmenlerimize de büyük bir heyecanla çalışma çağrısında bulunuyorum//

Tekin, CHP yönetiminde etkili bir hizbin varlığına da işaret etmiş bu arada.

Kastettiği 10 Aralık Hareketi’nin önde giden mensupları olsa gerek.

Oğuz Kaan Salıcı, Canan Kaftancıoğlu, Burhan Şenatalar’ın, CHP merkez yönetimini ele geçirdiklerini düşünüyor kanımca.

Gürsel Tekin’in göremediği, ya da daha açık konuşmaktan çekindiği için söyleyemediği husus: 10 Aralık Hareketi’nin bazı mensuplarının CHP’ye “operatör” konumunda monte edildiğidir. Çünkü örgüt içinden gelen bir küme değildir bunlar. Hepsi Kemal Bey tarafından himaye edilen ve etkin görevlere getirilen figürlerdir.

CHP’deki varlıkları da, Kemal Bey’in genel başkanlık koltuğuna oturduğu 2010 yılından itibarendir.

Örneğin Oğuz Kaan Salıcı’nın milletvekili, İstanbul İl Başkanı, PM/MYK üyesi, örgütlerden sorumlu genel başkan yapılması bir başarı öyküsüne mi dayanmaktadır; yoksa CHP’nin kontrol altında tutulmasında, dizayn edilmesinde görevli taşeronlardan biri olduğu için mi o koltuklar kendisine sunulmuştur? 

Gürsel Tekin’in bu sorunun cevabını bilmemesi mümkün değil.

Gösterdiği tepkinin ardında aday gösterilmemesi mutlaka var; fakat bugüne kadar köklü eleştiri getirmediği Kemal Bey’in 31 Mart sonrasına tahkimat yaptığı ve merkez yönetimi 10 Aralık Hareketi kadrosuna bırakacağı endişesi de var galiba.

Görüyoruz ki, önümüzdeki yerel seçimlere CHP yine kolu kanadı kırık girecek.

Çünkü CHP elitlerinin grupçuklar halindeki bu parti içi iktidar kavgası seçmeni kızdırıyor, karamsarlığa sevk ediyor.

Halbuki AKP karşısında en güçlü olacağı bir dönemde CHP.

Ne var ki, enerjisini yine iç çekişmelerde tüketiyor.

Ve bu kısır döngüden bir türlü çıkamıyor.

Haliyle seçmenini de bıktırıyor.

Bu durumun, CHP’nin parti dışı odaklar tarafından kontrol altında tutulduğu, yönlendirildiği iddiası ile bir ilişkisi olabilir mi?

Geçmişten gelen sorunlu parti yönetim anlayışının/tarzının günün koşullarına uyarlanarak CHP’nin kontrol edilmesinde, örselenmesinde kullanılması söz konusu olabilir mi?

AKP’nin ülkeyi tarumar eden neoliberal ekonomi politikaları karşısında CHP etkili bir muhalefet yapamıyorsa engel nerede?

Devamı gelecek

Nurhan Işıkseren