Hepimiz aynı gemide miyiz?

Sevgili okurlarım,

Sahiden, hepimiz aynı gemide miyiz?

Sık sık duyuyoruz ‘hepimiz aynı gemideyiz’ sözünü. Hepimiz aynı gemide miyiz bilmiyorum ama geminin aynı yerinde olmadığımız kesin! Genellikle bir felakete uğrandığı zaman kullanılır bu klişe söz. Kimimiz kaptan köşkünde karşımızda sonsuz manzara var, kimimiz alt güvertede sadece denizin köpüklerini görür. Ambardaysak göreceğimiz manzara geminin ambarı.

Her hastalık ve musibet insanların gelir düzeyi ile doğrudan ilişkili. Hem aldıkları eğitim olarak hem de her türlü korunma sistemlerini satın alma gücüne sahip olduklarından dolayı.

Bildiğimiz gibi dünyayı etkisi altına alan salgın hastalık Koronavirüs ile mücadele amansız ve zamansız bir şekilde hastanelerde, laboratuvarlarda ve hatta evlerimizde sürmekte. Doktorlar, sağlık çalışanları, bilim adamları tüm zamanlarını hastanelerde veya laboratuvarlarda geçirmekte.

Hepimizin şu günlerde yaşadıklarına baktığımızda bazı eşitsizlikler olunca “Hepimiz aynı gemide nasıl oluyoruz? “ cümlesini sorguluyor insan. Toplumda herkes online olanaklara eşit bir biçimde erişemezken burada bir dijital uçurum yok mu? İnterneti olmayan, bundan faydalanamayan pek çok insan var. Bunlardan biri de benim bakmaya çalıştığım ana oğul. Evde internet olmadığı için Can Tekin diğer çocuklarla aynı şartlara sahip değil mesela. Ödevini yapamıyor, ders programını izleyemiyor, canı sıkılınca arkadaşlarıyla bilgisayarda buluşamıyor. Hepsinden geçtim telefonu bile yok beni arayacak. Demek ki aynı gemide değiliz.

Aynı, zor ve şiddetli fırtınaya yakalandık ama farklı koşullarda bu fırtınaya karşı direnmeye çalışıyoruz. Neden? Çünkü evlerine kolaylıkla çekilebilen insanlar var. Kendini karantinaya alan. Ya evlerine çekilemeyen ve hala çalışmakta olan hatta toplu taşımayı kullanmak zorunda kalan insanlar ne yapsın?  Onlar sosyal yaşamına ara veremeyecek insanlar. Mesela sağlık çalışanları.

Aynı zamanda aramızda başka dezavantajlı insanlar da var. Onlardan söz etmeden önce “dezavantajlı” ne demek bunu açıklayayım size. Birleşmiş Milletler Örgütü 1998 yılında “Belirli özelliklerinden dolayı toplumsal ve ekonomik olarak entegre olma şansı sınırlı ya da hiç olmayan” olarak tanımlar dezavantajlı grubu. Kendi kendine yetememe olarak da tanımlanan bu durumun gerçekleşmesinde; kaynakların yokluğu, kaynakların ulaşılmazlığı, toplumsal bakış, devlet politikaları, kurumsal uygulamalar ve sosyal şartlar etkili olabilmekte. Dezavantajlı grup olma aslında çatı kavram olup içerinde işsizler, göçmenler, kadınlar, engelliler, yaş almış bireyler, mülteciler, göçmenler, eşcinseller, yoksullar ve çocuklar gibi kesimleri barındırmakta. Korona sürecinde yaş almış bireyler bir dezavantajlı grup olarak çok zarar gördü. Yanlış bilgi aktarımı ile sokağa çıkamıyorlar, sosyalleşemiyorlar. Ekonomik durum bakımından bunların arasında zor durumda olanlar da var.  

Bu arada başka dezavantajlı gruplar da var. Kronik rahatsızlığı olanlar mesela. Onlar da karantina koşullarına uyamayabiliyorlar.

Bir de çalışsa da çalışmasa da kadınlar bu durumdan çok fazla etkilendi. Çalışanlar evlerine döndü. Çocuklar evde eşler evde. Kadınların iş yükü arttı. Kadın cinsiyeti çalışma hayatından tekrar eve kapandı.

Ayrıca bununla birlikte karantinada kalanlarla karantinada kalamayanlar arasında büyük bir uçurum oluştu. Karantinada kalanlara bazı meslek grupları hizmet götürmekle yükümlüler. Kurye, polis, jandarma gibi…

Sağlık sektöründe çalışanlar bu durumdan en fazla etkilenen grup oldu ve hatta oradaki hizmete devamlılık sağlayabilmek için bir anda dezavantajlı hale düştü. Toplumun yeni dezavantajlı kesimi oldular. Çünkü virüse yakalanma riski yüksek, ailelerinden uzaktalar. Kendilerini güvencesiz ve zor durumda hissediyorlar. Buna karşılık ayakta durmaya çalışıyorlar. Dayanıklılık çabası ayakta kalmak.

Bütün bunların dışında sağlık çalışanlarının çocukları haftalarca anne ve baba özlemi çekiyor. Bizler evlerimizde oturup bugün ne izlesem ne okusam ne yapsam derken doktor veya hemşire meslek grubundan insanlar çocuğunu, annesini, eşini tekrar görebilme umuduyla yanıp tutuşuyor. Medyada görüyoruz ne durumda olduklarını ve neler yaşadıklarını.

Bütün bunları düşününce hepimizin aynı gemide olmadığımızı görüyoruz.

Bir oda bir salonlu evde oturanla bahçeli, havuzlu 500 m2 veya 3 oda salonlu evlerde yaşayanlar eşit yaşamlara mı sahipler? Sıkıldığında biraz çimenlere uzanayım ya da biraz balkondan dışarıya bakınayım diyen kaç kişi?

Kimisi özel doktoruyla ve psikoloğuyla bu süreci atlatabilmeyi, dayanıklı kalmayı başarırken kimisi geçim derdinde sıkıntısını paylaşabileceği bir ruh sağlığı görevlisi yok!

Ayrıca kimi devlet memuru. Maaş günü alıyor maaşını, kimisi esnaf dükkân kapalı hazırdan yiyor. Hazırı olmayan ertesi günü nasıl çıkaracağını düşünüyor kara kara…

Pek çok eşitsizliğin olduğu bu kriz anında hepimiz aynı gemideyiz demek doğru değil. Aynı gemide değiliz kesinlikle olsa olsa aynı denizde olabiliriz. Tut ki aynı gemide dahi olsak aynı şartlara sahip değiliz.

Titanik batarken 79 kişilik filikalara 20 kişi binip kaçanlar da sulara gömülenlerle aynı gemide idi mesela.