CHP’li Yılmaz: Bizim desteklediğimiz Irak’ın toprak bütünlüğüdür

 

 CHP Genel Başkan Yardımcısı Öztürk Yılmaz, partisi adına TBMM’de söz aldı. Öztürk, “Bugün Irak’ta yaşanan gelişmeler tarihî gelişmelerdir. Irak’la ilgili, bu zamana kadar, Cumhuriyet Halk Partisi olarak söylediğimiz uyarılarımızın hepsi harfiyen çıkmıştır ve zamanında, vaktiyle bizi eleştirenler, öyle veya böyle, niyeti ne olursa olsun, bugün bir şekilde hak verir hâle gelmiştir” dedi.

Yılmaz, “Bölgede bu gelişmelerin bir şekilde bölgede iç çatışmaya yol açacağına, savaşa yol açacağına, bölgenin daha fazla ufalanmasına, taşeronlaşmasına ve bölgedeki diğer kuvvetlerin bir şekilde araziye inmesine yol açacağına ilişkin uyarılarda bulunmuştuk; bu uyarılarımız harfiyen olmuştur” diye ifade etti.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Öztürk Yılmaz’ın konuşmasının tamamı şöyle:

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Cumhuriyeti ile Sırbistan Cumhuriyeti Arasında Cezai Konularda Karşılıklı Adli Yardımlaşma Anlaşması’na ilişkin Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum, yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, dış politikada en önemli konu, öngörü ve söylediklerinizin altına imza atabilmektir. Zaman sizi çabuk doğrular veya yanlış bir noktaya iter ama önemli olan: Doğru tektir. Eğer doğruyu doğru zamanda söylerseniz haklı çıkarsınız. Bazen haklı çıkmak da yetmiyor çünkü bir şeyleri zamanında da yapmak lazım; haklı çıkmak sadece, tek başına bir değer olmuyor.

Bugün Irak’ta yaşanan gelişmeler tarihî gelişmelerdir. Irak’la ilgili, bu zamana kadar, Cumhuriyet Halk Partisi olarak söylediğimiz uyarılarımızın hepsi harfiyen çıkmıştır ve zamanında, vaktiyle bizi eleştirenler, öyle veya böyle, niyeti ne olursa olsun, bugün bir şekilde hak verir hâle gelmiştir. Çünkü o bölgede bu gelişmelerin bir şekilde bölgede iç çatışmaya yol açacağına, savaşa yol açacağına, bölgenin daha fazla ufalanmasına, taşeronlaşmasına ve bölgedeki diğer kuvvetlerin bir şekilde araziye inmesine yol açacağına ilişkin uyarılarda bulunmuştuk; bu uyarılarımız harfiyen olmuştur.

Bundan sonra çıkış yolu nedir? Dün ben Mecliste bir basın toplantısı yaptım. Orada bazı uyarılarda bulunduk. Gelinen aşama kritiktir ve ulusal çıkarlar açısında da önemlidir, bir kere daha altını çizmek isteriz. Şu anda Irak topraklarında olan, yani daha önce Irak Anayasası’na göre statüsü tartışmalı olan bölgeler bugün itibarıyla Irak ordusunun ve onu destekleyen Haşdi Şabi’nin kontrolüne geçmiştir.

Dün bazı uyarılarda bulunduk. Biz Irak’ın toprak bütünlüğünü destekliyoruz, bir.

İki: Bölgesel Kürt yönetiminin Irak Anayasası’na göre belirlenmiş sınırlar içerisinde kalması da keza bizim desteklediğimiz bir konu Irak’ın toprak bütünlüğü içerisinde.

Üç: Irak’ta savaşın yaygınlaşmaması için, bölgede daha fazla risk ve çatışma alanı çıkmaması için bundan sonra Irak ordusunun, bölgesel Kürt yönetiminin Irak Anayasası’nda belirlenmiş sınırlarına geçmemesi gerektiğini söyledik çünkü bunun da başka yansımaları olacaktır.

Bir başka uyarı da Haşdi Şabi’nin bu kentlerden, kent merkezlerinden uzak durması gerektiğine işaret ettik. Çünkü bu bölgenin kodları, yirmi dört saat bu bölge için uzundur, burada her an kırılgan bir durum yaratabilir, keza o oluyor.

Türkiye olarak yapılması gereken nedir? Türkiye olarak yapılması gereken konu şudur: Şu anda Irak’ta merkezî ordu Haşdi Şabi ve peşmerge arasında bir çatışma vardır. Bunun sürekli devam etmesi hâlinde Irak’ın bölünmesine yol açacak, bölgede etnik tansiyonu iyice tırmandıracaktır. Türkiye’ye düşen rol nedir? Türkiye’nin çatışmalara bir tarafın yanında yer almadan üst bir noktada kalabilmesi ve Erbil ile Bağdat arasındaki diyalogu geliştirecek bir pozisyon takınması lazım. Aksi takdirde bundan sonraki süreçte her şey daha karmaşık ve kötüye gidebilir. Bizim bunun için -yarın İbadi burada- şunu belirtmemiz lazım: Irak ordusunun Irak kendi toprak bütünlüğünü sağlaması Irak’ın en doğal hakkıdır. Bu, sorgulanamaz bir haktır ama Irak’ın kendi anayasasına uygun bir yönetim yapısı oluşturup yoluna devam etmesi de bir sorumluluktur. Bunda da, bu uyarıda da bulunmak isteriz.

Tarihî süreç nasıl işledi, nereden gelindi buraya? Irak işgale uğradı, Saddam Hüseyin devrildi, Bremer Irak’a atandı ve 2003’ten 2005 yılına kadar geçen sürede “Bremer anayasası” dediğimiz Irak’ın geçici anayasası yürürlüğe girdi. O anayasa, geçici anayasanın bütün maddeleri bir tarafa kondu, bir tek maddesi saklı kaldı; o da 158’inci maddeydi, Anayasa’da 140’ıncı madde olarak yerini korudu. Orada tartışmalı bölgelerden bahsediliyordu yani Musul, Kerkük ve diğer alanların tartışmalı bölge olduğu belirtiliyordu. Neden? Çünkü o dönem o anayasanın yapımında en büyük rol alan Talabani ve Barzani eli güçlü olduğu için bölgesel Kürt yönetiminin kendi sınırları belirlendikten sonra Kürt nüfusun yaşadığı alanları “statüsü tartışmalı bölge” olarak bırakmışlardı ve bunun için bir son tarih vardı; 31 Aralık 2007 yılına kadar bunların çözülmesi gerekiyordu. Ne isteniyordu?

1) Normalleşme yani Saddam öncesi dönemde büyük toplu göçler olmuştu ve göç ettirenlerin tekrar yerine dönmesi isteniyordu.

2) Normalleşmenin akabinde bir nüfus sayımı isteniyordu ve o nüfus sayımına göre de Kerkük’ün statüsünün bir referandumda belirlenmesi, bu referanduma göre ayrı mı kalacağı yani özerk bir yapıda mı kalacağı, Bağdat’a mı bağlı olacağı veya Erbil’e mi bağlı olacağı konusu düzenleniyordu. Bunların hiçbir tanesi olmadı.

Kerkük, Irak’ın en özel kentidir; Türkmen’in, Kürt’ün, Arap’ın ve Hristiyan’ın yaşadığı bir kenttir. Kerkük’le ilgili o nedenle özel bir statü dedik çünkü Irak Anayasası buna cevaz vermekte. Irak Anayasası’na göre bir vilayet kendi başına, münferiden veya birkaç vilayetle bir araya gelmek suretiyle ayrı bir bölge oluşturabilir. Yani “Bölgesel Kürt yönetimine benzer başka bölgeler oluşturabilir.” deniyor. Bu Irak Anayasası’nda yazan bir durum. Biz “Madem öyle Irak Anayasası buna cevaz veriyor, fazla da bir maliyet yok, o zaman Kerkük ayrı, özerk bir bölge olması gerekir.” dedik. Neden? Çünkü kentte Barzani’nin hâkim olduğu dönemde kentin Kürtleştiğinden bahsediliyordu, şimdi İbadi’nin olduğu bir dönemde de kentin Araplaştığından bahsedilecek. “Buna hiç gerek yok.” dedik. Kerkük özel bir statüde olsun ne Bağdat’a ne Erbil’e… Irak’ın bir kenti, Irak toprakları içerisinde bir kent, Irak’ın toprak bütünlüğü içerisinde bir kent ama özel bir statüde olsun. Yani statüsü özel olunca Kerkük’e toplu nüfus kaydırmaları yapılamaz çünkü Irak federal bir yapı. Irak federal bir yapı olduğu için vilayet meclisi seçimi oluyor, vilayet meclisi seçiminden sonra da vali ve belediye başkanı belirleniyor. Hâl böyle olunca o zaman Kerkük’e müthiş bir göç oluyor, her etnik grup kendi göçünü Kerkük’e yığmak istiyor çünkü vilayet meclisini kontrol altına almak istiyor. Buna gerek kalmaması için “Kerkük’ün özel bir statüde olması gerekir.” dedik. Bu, Türkiye’nin esasen bu zamana kadar, uzunca yıllar Dışişlerinin, Dışişleri bürokrasisinin ve benim de o dönemde -bundan on beş yıl evvel Orta Doğu dairesinde başkâtip olduğum zaman- gündeme getirdiğimiz bir konu. Başka sihirli bir formül yok. Ne yapmamız lazım? Hem bir taraftan diyoruz ki: “Kerkük özeldir.” Peki, özelse özel bir statüsü olmalı Irak Anayasası içerisinde, oranın ayrı bir durumu olmalı. E, buna Irak Anayasası da cevaz veriyor, niye biz bunu tartışıyoruz? Kaldı ki bu konudaki önerimiz somut bir öneriydi. Ben bunu iki yıldır bu kürsüden söylüyorum. Bakınız, dış politikada en önemli şey realist olabilmektir, hayalci olmamaktır. Siz, bugün nasıl olsa bir zamanlar Barzani güçlüydü Kerkük’ü aldı, şimdi İbadi güçlü o da alsın. Bu yanlıştır. Bu, sorunun çözümüne katkı sağlamaz. Ayrıca, şunu söyleyelim: Bakınız, burada “yenen” “yenilen” diye bir kavram yok. Arkadaşlar, biz ulusal çıkarlarımız açısından bakmamız gereken doğru bir açıdan bakmalıyız. Ayrıca, biz hiçbir milleti bu savaştan dolayı aşağı göremeyiz, hiçbirini de yukarıda görmememiz gerekir. Yeni bir durum var, o durum da Irak’ın toprak bütünlüğünün sağlanması ve anayasa çerçevesinde oradaki yapının devam ettirilmesidir, doğru olan budur, bunun ötesi fantezidir, Türkiye’nin başına iş açar; bu uyarıyı buradan yapmak istedim.

Mehmet Bey sağ olsun, söyledi, cevap vermeyeceğim çünkü açıkçası neyine cevap vereyim? Sayın Bahçeli de bugün benzer şeyleri söyledi. AKP’nin de benzer noktada olduğunu görüyoruz. Bunu tartışmayı bile doğru bulmuyorum, açık söyleyeyim. Dolayısıyla, Kerkük özel bir statüde olmalı.

Haşdi Şabi’ye de kalmamalı. Kesinlikle, Haşdi Şabi’nin, zaten, arkadaşlar, kentlerden uzaklaşması gerekir.

Bugün, bakınız, burada bu Meclis çatısı altında şunu bilmeliyiz: Paramiliter bir güç, kime ait olursa olsun, kontrol edilemez bir güçtür ve tehlikelidir. Onun için kent merkezlerinden, ne olursa olsun, her ne adla olursa olsun, her kim desteklerse desteklesin…

Şunu bilmeliyiz: Irak’ta etnik olarak başlayan bu savaşın daha çok uzayacağını görüyoruz. Şimdi, zaten fay hatları derin olan mezhep konusuna da son verilmesi gerekir. Bu bölgeye olan müdahalelerin engellenmesi lazım. Bizim doğru durmamız gereken nokta budur. Yarın İbadi geldiğinde bence bunlar özel bir konu hâlinde kendisiyle konuşulmalı.

Biz bu zamana kadar taraf olduk ve Suriye dosyasından önemli ölçüde uzaklaştırıldık, Irak’ta keza olaylara müdahale edemedik. Olaylar bizim önümüzde oldu, biz olayları takip ettik ama artık, şimdi, doğru bir noktada durup Irak’ı sakinleştirmek, oradaki anayasal yapıyı korumak, Irak’ın toprak bütünlüğünü sağlamak gerekir. Burada da Irak’ın bütün etnik unsurlarıyla diyalog ve bir yol gerekir, bu da dış politikanın realizmle alakalı olan bölümüdür. Ayaklarınız yere basmıyorsa hata yaparsınız.

Suriye’yle ilgili şunu söyleyeyim: Sayın Cumhurbaşkanı “İdlib’te önemli ölçüde iş bitti.” dedi. Bakınız, İdlip’te bizi bekleyen en önemli konu, yine bu Meclis çatısı altındaki bütün siyasi partileri bekleyen en önemli konu, sınırımızdaki Heyet Tahrir Şam yani büyük ana omurgasını oluşturan El Nusracıların sınırdan uzaklaştırılmasıdır. Onlar o sınırdan uzaklaştırılmadıkça kentlerimizin güvenliği olmayacaktır. Önümüzdeki dönemde eğer bir şekilde halledilemezse olaylar, oraya bir hava bombardımanı başlarsa, o silahlı unsurların kaçabileceği tek yer, altı yıldır devirmek istedikleri Esad değil, komşu Türkiye olacaktır ve bu da arazideki şartları Türkiye’nin aleyhine geliştirecektir.

Bizim Suriye’yle ilgili yapmamız gereken en önemli konu, iş işten geçmeden, bir an önce… Suriye’yle ilgili Astana süreci, sadece kısmi ateşkesle giden bir süreç. Bizim yaramıza merhem olmuyor, Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamamıza merhem olmuyor. Ayrıca, Cenevre süreci çökmüş, işlemiyor. Bizim yapmamız gereken, Suriye’de bütünlükçü bir çözümü bütün unsurlarla, Suriye’nin toprak bütünlüğünü destekleyen bütün unsurlarla masaya yatırıp diplomatik bir şekilde yol bulmaktır, yol almaktır; bunun dışındaki bütün çözümler, Suriye’nin bölünmesi, bizim çıkarımıza değildir, Suriye’nin birlikte kalması bizim çıkarımızadır. Onun için, burada bugün göreceli bir avantaj, göreceli bir başarı, askerî küçük bir başarı, siyasi bir süreçle eğer tahkim edilmiyorsa o başarı kadük kalır ve bir süre sonra da sizin aleyhinize döner.

Avrupa Birliği konusuyla ilgili birkaç söz söylemek istiyorum. Şimdi, Avrupa Birliği, biliyorsunuz, çok üst perdeden konuşuluyor: “Bizim Avrupa Birliğine ihtiyacımız yok, onların bize ihtiyacı var.” Ya, ben bunları çok siyasi ve gereksiz görüyorum. Dünyada yerküre altında, gök kubbe altında herkesin birbirine ihtiyacı var. Önemli olan akıllı olabilmek ve bizim çıkarımıza uygun olduğu ölçüde ilişkileri geliştirebilmektir. Avrupa Birliği şu anda Türkiye’yi bir şekilde marazlı göstermeye çalışıyor, bunun için gerekçe arıyor, 16 Nisan referandumuyla ilgili bu gerekçeyi kendi kamuoyuna yaymak istiyor “Türkiye’de demokrasi bitti, otokratik bir eğilim var, bakınız işte bütün bunlar gelişiyor.” Siz onu düzeltmek için hiçbir şey yapmıyorsunuz. Bu yanlıştır. Türkiye’nin manevra alanı daralıyor.

Bakınız, katılım öncesi fonlar… Bu fonlardan kim yararlandı, nasıl yararlandı, ne kadar şeffaf oldu onları bilmiyoruz ama 2014-2020 yılları arasında 4,5 milyar avro Türkiye’ye katılım öncesi, Türkiye’yi müzakereye hazırlamak için sunulması gereken fonlar vardı ve Almanya’nın bir çelme takmasıyla bu fonlar katılım için değil, ne için gidiyor biliyor musunuz? 1999’da Türkiye AB’ye aday olarak kabul edildiğinde adaylık kriteri olan Kopenhag Siyasi Kriterleri’ni tekrar karşılasın diye gidiyor yani insan hakları, temel haklar ve hürriyetler. Bu, Türkiye’nin on yedi yıl, on sekiz yıl AB’ye ilişkilerde geri düşmesi anlamına geliyor. Buna yazıktır. En azından, ihtiyacınız da yoksa bu söylenmez, başka şekilde yapılır, buna hiç gerek yok.

Son bir şey arz etmek istiyorum. ABD’yle olan ilişkiler… Vize krizinin ve karşılıklı yapılan açıklamaların ve atılan adımların bir şeklide olayı çözmek için değil, olayı daha da tırmandırmak için, o yönde geliştiğini üzülerek görüyoruz. Bizim şahsen söyleyeceğimiz şudur: Biz, bu sorunun, ABD’yle ilgili sorunun bir şekilde bir diplomatik yolla görüşerek, görüşmelerle çözüme kavuşturulması gerektiğini düşünüyoruz. Aksi takdirde, Türkiye AB’yle sorunlu, ABD’yle sorunlu, bölgeyle sorunlu… Bakınız, en büyük tehlikeyi söyleyeyim size: Bu Irak konusunda Türkiye’nin İran’la çatıştırılması senaryoları konuşuluyor; Haşdi Şabi’nin Başika’ya saldırması, akabinde Türkiye’nin karşılık vermesi ve İran’la karşı karşıya getirilmesi. Bu senaryolar, hayalî, fantastik senaryolar değil. Bizim, bu hassas dönemde bize gelen bir bilgiyi, konuşmamız gereken bir ifadeyi elli defa tartmamız lazım ve ondan sonra açıklama yapmamız gerekiyor; yoksa Türkiye’nin manevra alanı, bu üst perdeden yapılan içi boş konuşmalarla iyice zayıflatılıyor.

Şunu söyleyelim: Bizim şu andaki en büyük gücümüz, bu zamana kadar Türkiye’nin en büyük gücü, her zaman demokrasimiz olmuştur; Türkiye’nin açık bir toplum olması, çok partili hayatta olması, Türkiye’nin demokratik bir karakterinin olması olmuştur. Bugün o konuda da ciddi soru işaretleri vardır ve bu, dış politikada bizim elimizi zayıflatmak isteyen çevrelere de önemli bir enstrüman sağlamış bulunuyor.