CHP ‘Haftalık Değerlendirme Raporu’nu yayımladı

Cumhuriyet halk partisi Genel Koordinatör ve Genel Başkan Baş danışmanı PM üyesi Erdoğan Toprak imzalı ‘Haftalık Değerlendirme Raporu’nu yayımladı. CHP’nin raporunda; İç politika, Dış politika ve ekonomiye ağırlık verildi. İç Politika da “Cumhurbaşkanının açıklamalarından yerel yönetimleri merkezi idarenin kontrolüne alma hazırlıkları yapıldığı ve oluşacak tepkileri bastırmak için örtülü güvenlik yapılanmasına hız verildiği anlaşılıyor!” denildi.

CHP’nin ‘Haftalık Değerlendirme Raporu’nun tamamı şöyle:

TÜRKİYE VE DÜNYA GÜNDEMİ 21 OCAK 2020

İÇ POLİTİKA

  1. Seçmen tabanı çözülen ve anketlerde eriyen İktidar, yeniden toplumu ayrıştırıcı politikalara yöneldi!
  2. Yerel yönetimleri baskılama ve örtülü güvenlik yapılanmasına hız veriliyor!

DIŞ POLİTİKA

  1. Dış politikayı Putin’e göre dizayn eden İktidar, Libya’da da açığa düştü!
  2. İdlib’te defalarca imzalanan ateşkeslerin hiç birisi kalıcı olamadı!
  3. 2024’te görev süresi dolacak olan Putin, ülkesinin siyasetini yeniden yapılandıracak adımlar atıyor! 6. AB, Türkiye’ye yapacağı mali yardımlarda kesintiye gidiyor!
  4. Türkiye ile ABD arasında yaşanan “Yaptırım Krizi” ısınıyor!
  5. Libya’ya asker gönderme adımı geri plana çekildi!

EKONOMİ 

  1. Patates-Soğan, “Stratejik Ürün” kapsamına alındı, ihracatı ön izne bağlanıp yasaklandı! 10. Tarım ÜFE, yıllık yüzde 16,07 artış gösterdi! 11. TÜİK’in işsizlik verilerinde rakam oyunları! 12. Bütçe gerçekleşmelerinde 2020 için tehlike sinyalleri! 13. Hazine nakit açığı, % 85,5 artışla 130,5 milyar TL’ye yükseldi! 14. Fitch Ratings, Türkiye’nin kredi notunu kırma sinyali verdi! 15. MB’nin politika faizini 0,75 puan daha düşürmesi, “negatif faiz” sürecini başlattı!
  2. İktidar, tüm kamuoyu araştırmalarına yansıyan sonuçlara göre erime ve tabanını yitirme sürecine girdi. Bu süreç, toplumu ayrıştırıcı politikalara yeniden hız verilmesi stratejisine yönelmesini beraberinde getirdi!

Kanal İstanbul projesini yeniden gündeme taşıyarak siyasi tartışmaların odak noktasına koymaya çalışan iktidar, kendisine yakın kamuoyu araştırma şirketlerinin bile anketlerine yansıdığı gibi, içine girdiği hızlı erime sürecini durdurmak için toplumu ayrıştırma stratejisine yöneldi. Bu açıdan Kanal İstanbul projesini, rant amacının, Montrö Boğazlar Sözleşmesini delme niyetinin de ötesinde, siyasi bir proje, iktidarın tabanını konsolide etmek için toplumu ayrıştırma projesi olarak görmek durumundayız. Maliyeti üzerinde bile Cumhurbaşkanının, Ulaştırma ve Altyapı Bakanının, Çevre ve Şehircilik Bakanının farklı tutarlar ifade ettiği projenin ana amacının İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni tartışmaların odağına çekerek yıpratmak, buna paralel olarak siyasi kamplaşmayı genişletmek olduğu aşikârdır! İBB Meclisinin Alevi yurttaşlarımızın Cem Evleri’ne ibadethane statüsü tanınarak, imar planlarında bu şekilde kayıt altına alınmasını AKP+MHP oylarıyla reddetmesi, siyasi kazanç sağlamayacağını düşündükleri konularda, inançların özgürce yaşanmasında samimiyetsiz olduklarını göstermektedir. AK Parti’nin 25 yıl yönettiği İstanbul’da rant amaçlı projelerle ortaya koyduğu sonuçlar dururken, şimdi İstanbul’un belediyenin yönetimine bırakılamayacağının dile getirilmesi, kaybedilen İBB üzerinden bir siyasi fatura kesilmesinin hazırlıklarının yapıldığını akla getirmektedir! Kapalı kapılar ardında yapılan imar yasası ve belediyeler yasası değişikliklerinde merkezi yönetimin, yerel yönetimlerin hak ve yetkilerini kısıtlama, hizmeti engelleme, karar sürecini doğrudan Cumhurbaşkanlığına ya da emrindeki bakanlara bağlama niyetinin yasal hale getirilmesine dönük çalışmaların planlandığını düşünmek şaşırtıcı olmayacaktır!

Bu örneklerin sayısını daha da artırmak olanaklıdır. Yeniden sertleştirilmeye başlanan siyasi söylem yanında kentlerin seçilmiş yöneticilerini yok sayan, hakir gören alaycı tutumlardaki artış ayrıştırıp-kamplaştırma siyasetinin bir diğer boyutu olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplumsal barış ve birliği tehdit eden böyle bir yaklaşım kabul edilemez.

  1. Cumhurbaşkanının açıklamalarından yerel yönetimleri merkezi idarenin kontrolüne alma hazırlıkları yapıldığı ve oluşacak tepkileri bastırmak için örtülü güvenlik yapılanmasına hız verildiği anlaşılıyor!

Başta İstanbul olmak üzere artık kentlerde güvenliğin emniyet güçleri ya da polisiye tedbirlerle sağlanmasının giderek imkânsız hale geldiğini söyleyen Cumhurbaşkanı bazı özel güvenlik sistemleri ve oluşumunu gündeme alma zamanı geldiğini ifade etmektedir. 

Polise ilaveten daha önce lağvettikleri bekçi yapılanmasını yeniden uygulamaya koyarak on binlerce genci bekçi kadrolarına alan iktidar, şimdi polis ve bekçi dışında kentlerin güvenliği için özel silahlı güvenlik kisvesi altında bazı oluşumlar hedeflemektedir.  

Kamplaştırma, ayrıştırma söylemleri, yerel yönetimlerin yetkilerinin kısıtlanması büyük kentlere silahlı özel güvenlik yapılanması niyetleri toplumsal kamplaşmayı derinleştirecek tehlikeli yaklaşımlardır. Dozunun artırılacağı anlaşılan böylesi söylem ve stratejilere karşı çok dikkatli davranılması gereken bir sürece doğru ilerliyoruz. 

Siyasi nema ve oy beklentisiyle toplumun ayrıştırılması stratejisine hız verilen bu süreçte; toplumsal barışı muhafaza edecek, siyasi tansiyonun yükseltilmesi gayretlerini bertaraf edecek bir tavır sergileyerek, iktidarın bu beklentilerini boşa çıkartmak durumundayız.

BUGÜN SEÇİM OLSA

AKP CHP MHP İYİP HDP SP DİĞER MAK %38,0 %24,9 %11,9 %11,7 %9,9 %1,2 %4,4 METROPOLL %41,0 %24,8 %9,8 %8,3 %11,0 %0,8 %4,3 KADİR HAS %40,2 %33,0 %8,3 %8,1 %9,2  %1,2

ANKETLERDEN ÇIKAN GENEL SONUÇLAR

*AK Parti eriyor! *Yeni kurulacak partiler, AK Parti tabanından oy alıyor.

*Cumhur İttifakı yüzde 50'nin altına düştü! Millet ittifakı avantajlı…

*Hükümetin vaatleri inandırıcı bulunmuyor, siyasi olarak da “inandırıcılık” sorunu var.

*MHP oyları barajın altında kalabilir.

  1. İktidar, Hafter’in arkasındaki devletleri görmezlikten gelerek tüm kozları Trablus hükümeti üzerine oynayıp, atacağı adımları Putin’e göre dizayn ederek, dış politikada bir kez daha açığa düştü!

Libya’da taraflar arasında arabulucu olmak, ülkede barışın tesisine diplomatik yollarla katkı vermek yerine çatışan taraflardan tek tarafa oynayan, stratejisini Putin’e endeksleyip kendisini Rusya’ya emanet eden iktidar, bir kez daha açıkta kaldı. İktidarın Libya politikası, BM’nin de meşru yönetim olarak tanıdığı Trablus hükümeti ile imzalanan Deniz Sınırları Mutabakatı dışında büyük ölçüde hata ve yanılgıların ağırlıkta olduğu bir çizgide ilerliyor. İki ay öncesine kadar Türkiye’nin Libya krizi diye bir sorunu yoktu. İktidarın yanlışları bugün Türkiye’yi bir Libya krizi ile karşı karşıya bıraktı. Uzun süre ihmal edilen Doğu Akdeniz’deki Türkiye çıkarlarına yoğunlaşan iktidar Trablus hükümetiyle imzaladığı mutabakat ile bu konuda önemli bir hamle yaptı. Libya deniz mutabakatı ile bölgedeki Türkiye’yi dışlayan plan ve stratejiler önemli ölçüde bozulmuş oldu. Bu hamle TBMM’de de tüm partilerin desteğini alarak onaylandı. Ancak bunun hemen akabinde imzalanan Savunma ve Askeri İşbirliği Mutabakatı ve Libya’ya asker gönderme tezkeresinin iktidar oylarıyla kabulü, süreci Türkiye aleyhine dönüştürürken, Doğu Akdeniz’deki ekonomik çıkar mücadelesini bir anda krize çevirdi. Asker gönderme kararının ortaya çıkarttığı en önemli sonuçlardan birisi gerek bölgede gerek Doğu Akdeniz’de ve gerekse Libya’da Türkiye karşıtı cepheyi ve ittifakı genişletmesidir. Libya ile sınırı olan Mısır başta olmak üzere, diğer sınır komşularının ve Arap ülkelerinin yanı sıra, Türkiye gibi Libya ile tarihsel çıkar ve bağ iddiasındaki İtalya, Fransa ve Libya’dan mülteci akınından kaygı duyan AB’nin de soruna müdahil olması kaçınılmazdı. Rusya ve Putin ilk günden itibaren Libya’da idi. Böylesine çoklu, karmaşık denklemlerin ve dengelerin olduğu bir ortamda Libya’ya asker göndererek herkesi bertaraf edeceğini düşünmek iktidarın en büyük yanılgısıydı. Hafter’i arkasındaki güçleri görmeden “isyancı bir terörist” olarak görmek de büyük hata idi. Libya’daki zengin petrol rezervlerine gözlerini diken tüm bu ülkelerin, kendisini korumakta zorlanan Trablus yönetimiyle anlaşarak Libya’da kendisine egemenlik alanı açmayı öngören iktidarın bu politikalarına tavırsız kalacağını düşünmek yine bir yanılgıydı.

Anlaşılan iktidar, Sarrac’a ateşkese imza attırırken, Hafter’in iplerinin de tamamıyla Rusya ve Putin’de olduğunu, onlar ne derse onu yapacağını düşünüyordu! Oysa Rusya, Suriye hamlesiyle Ortadoğu’ya büyük bir dönüş yaptı. Ağırlığını ve etkinliğini en üst düzeyde artırdı. Libya’da da aynı şekilde sahada etkili ve önemli, önde gelen bir oyun kurucu. 

Rusya Devlet Başkanı Putin; 

Mısır Devlet Başkanı Sisi ile yakın,  Suudi Kralını Moskova’da ağırlıyor, Riyad’a gidip milyarlarca dolarlık anlaşmalara imza atıyor, Netanyahu ile sık sık görüşüyor, Esad ile yıllardır birlikte, Moskova’ya davet ediyor, Şam’a gidiyor, Emevi camisini ziyaret ediyor, Hafter’in o masada kimleri temsilen oturduğunu, anlaşmayı imzalamadan Moskova’dan ayrılırken de kimlerin, hangi ülkelerin telkiniyle davrandığını bildiği için Hafter’e de tavır almıyor!

İktidar, dış politikada İhvan sevdası, Esad ve Sisi ile kişisel kavgası, İsrail ile Kudüs ve Gazze tartışması, Hafter ile Libya’da güç savaşı, Suudi Veliaht Prensiyle kavga iddiasında! Pek çok bölge ülkesiyle ipleri koparttı! Putin ise bölgedeki hiçbir ülkeyle sorun yaşamak, kavgalı olmak istemiyor. 

  1. Libya’da ateşkes imzalansaydı bile uzun süreli olmayacağını anlamak için İdlib örneğine bakmak yeterli. İdlib’te defalarca imzalanan ateşkeslerin hiç birisi kalıcı olamadı!

Hafter’in Türkiye ve Suriye’den Trablus’a destek için gelen askerlerin Libya’dan derhal çekilmesini, ateşkesin denetimini yapacak kontrol gücü içinde Türk askerlerinin de yer almasına itiraz ederek masayı terk etmesini hangi ülkenin ya da ülkelerin istediği açık değil mi? Gerek Suriye’de gerekse Libya’da ateşkeslerin uzun ömürlü olmayacağını belirtmek isterim. 

Nitekim Moskova’da varılan ateşkes mutabakatı üzerinden bir hafta geçmeden Rusya destekli Suriye ordusunun operasyonlara yeniden hız vermesiyle bozuldu. İdlib’te de Esad ile diyalogu reddedip Putin ile müzakere yürüten iktidar bir kez daha hüsrana uğradı. 

CB Erdoğan sorunu çözmeye çalışmak için 19 Ocak’ta Berlin’de yapılan Libya Konferansı öncesinde Rusya Lideri Vladimir Putin ile bir araya geldi. Yine istediği sonucu alamadı! Ne yazık ki iktidarın Libya’ya asker gönderme kararı, Türkiye karşıtı ittifakı genişletip, Hafter’e desteği artırmak yönündeki kararlılığı pekiştiren sonuçları ortaya çıkarttı. 

Çok sayıda ülkenin desteğini arkasına alan Hafter, Libya’da kontrolü tümüyle ele geçirmek için çatışmaları hızlandırma yoluna gidecektir. İktidarın Libya politikasını gözden geçirmesi, Rusya yanında Mısır ve Suudilerle de diyaloga geçmesinin doğru bir yaklaşım olacağını öngörmekteyim.

  1. Putin, 2024’te dolacak görev süresi öncesinde Glasnost (Açıklık) ve Perestroyka (Yeniden Yapılandırma) hamlelerinin bir benzerini gerçekleştirerek ülkesinin siyasetini yeniden yapılandıracak adımlar attı!

Putin 20 yılı aşkın süreden bu yana kontrolündeki iktidarı ve Rusya’daki yönetim sistemini yeniden yapılandıracak oldukça kritik önemde adımları peş peşe attı. Yıllardır en güvendiği isimlerden birisi olan Başbakan Dmitriy Medvedev ile dönüşümlü şekilde yönettiği Rusya’da, Medvedev’i bir anda görevden alarak yerine siyaset sahnesinde fazla tanınmayan ve etkinliği olmayan bir ismi; Mihail Mişustin’i Başbakanlığa getirdi. Rus medyasında ve dünyanın önde gelen yayın organlarında “Siyasi Perestroyka-Siyasetin Yeniden Yapılandırılması” olarak değerlendirilen bu adımlar sonrasında Medvedev’i ise kendisinin başında olduğu Ulusal Milli Konseyi Başkan Yardımcılığı görevine atadı. Kamuoyu desteği anketlerde dibe vuran Medvedev’e Birleşik Rusya Partisi’nin Genel Başkanlığını sürdürme olanağı sağlayan Putin, Medvedev’i hem pasifize edip hem de vefasını gösterdi. Putin’in bu kararlarla 2024’te sona erecek görev süresi öncesinde, Rusya’daki siyasi yapıyı dizayn ederek, kendisinden sonrası için olası belirsizliklere fırsat vermemeyi hedeflediği kaydediliyor. 

Siyasi sistemi başkanlıktan parlamenter sisteme dönüştürerek, şu anda kendisinde topladığı bu kadar fazla yetkinin ileride başka amaçlı bir kişinin başkan seçilmesiyle ortaya çıkabilecek kötü sonuçlardan ülkeyi koruma kaygısıyla bu adımları attığı belirtiliyor.

Putin’in hayata geçirmek üzere önerdiği anayasa değişikliğiyle başlattığı siyasi perestroyka sürecinde, başkanın yetkilerinin azaltılması, parlamentonun yetkilerinin artırılarak güçlendirilmesi öngörülüyor. Ayrıca iktidarı paylaşan güçler arasındaki dengelerin korunması ve fren mekanizmalarının devreye girebilmesi için, Gossovyet - Devlet Sovyeti adı altında üst düzey bir siyasi istişare organının oluşturulması, anayasal sisteme dahil edilmesi hedefleniyor. Putin’in önerdiği üçlü iktidar paylaşımındaki denge-fren işlevini görecek yüksek siyasi istişare organı Gossovyet’in Sovyetler Birliği dönemindeki Komünist partisi Politbüro yapısını andırdığı dile getiriliyor. 

Putin, siyasi yeniden yapılanmaya giderek kendisinden sonrası için iktidarı tek kişide toplamak yerine, üç ayrı mekanizmaya paylaştırmak yoluyla, sistemde denge kurmaya yöneliyor. Kamuoyunun pek tanımadığı Mişustin gibi bir ismi başbakanlığa getirerek güçlü bir yeni liderin ortaya çıkmasını önlüyor!

  1. AB, Türkiye’ye yapacağı mali yardımlarda yüzde 75’e varan düzeyde kesintiye gidiyor! Bu durum Türkiye-AB ilişkilerinde daha da geriye gidecek bir süreci ve krizi tetikleyecek!

AB, Türkiye’ye yönelik olarak 2020 yılı için öngördüğü mali yardımlarda yüzde 75’e yaklaşan kesintiye gitme kararı aldı. Kararın gerekçesi olarak Barış Pınarı harekâtı ve Doğu Akdeniz’de AB üyesi Yunanistan ve GKRY ile yaşanan Doğalgaz arama ve sondaj faaliyetlerindeki gerilim ile Münhasır Ekonomik Bölgeler, deniz karasuları egemenlik hakları konusundaki anlaşmazlıklarda Türkiye’nin sergilediği tutum dile getiriliyor. 15 Temmuz 2016’daki darbe teşebbüsünden sonra uygulamaya konulan OHAL ve KHK’lar ile; 

Türkiye’de yargı bağımsızlığının ağır baskı altına alındığı, Demokratik hakların kullanımının kısıtlandığı,   Kamudan ve üniversitelerden on binlerce kişinin ihraç edilerek pasaportlarına el konulduğu, Yurt dışına çıkışlarının ve yeni bir işe girmelerinin engellendiği, Gözaltı ve tutuklamaların kitleselleşip sıradanlaştığı,  Çok sayıda gazeteci ve akademisyenin tutuklanarak mahkemeye çıkartılmadan cezaevlerinde tutulduğu, 

  1. gerekçelerle Türkiye’ye yapılan mali yardımlarda kesintiye gidilmesi uygulamasını başlatan AB komisyonu, bu tavrını 2020’de de genişleterek sürdürecek. Son dört-beş yıldan bu yana tırmanan gerginliklerle ikili ilişkiler durma noktasına geldi. Tam üyelik müzakereleri kesildi, yeni bir müzakere faslı da açılmadı. Şimdi buna mali yardımlarda kesinti uygulaması da eklendi. Mülteci mutabakatı çerçevesinde yapılan yardımlarda kesintiye gitme kararı alınmadı. Bu yıl Türkiye, AB’den yalnızca 168 Milyon Euro mali yardım alabilecek. Bu tutarın 150 milyon eurosu demokrasi ve hukuk devleti alanlarındaki reformlara, 18 milyon eurosu ise kırsal gelişmelere ayrılacak. 2014-2020 yılları arasındaki altı yılda Türkiye’ye bu kapsamda sağlanan destek toplamı 3,5 milyar euroya ancak ulaştı. Türkiye’nin AB müktesebatına uyum konusunda gerileme sürecine girmesiyle artan kesintiler olmasaydı, mali yardımların toplam tutarı bu miktarın en az 3-4 katı düzeyinde olacaktı.

Hukuk devleti ve demokratikleşme alanında artan düzeyde hızlanan gerileme bu şansı büyük ölçüde ortadan kaldırırken, mali yardımlarda kesinti kararının duyurulmasıyla küresel piyasalarda, yatırımcılar nezdinde azalan itibar ve güven kaynak akışını, yabancı sermayeli yatırımları gerilettiği gibi, mevcut yatırımcıların da kaçışını tetikliyor!

  1. Türkiye ile ABD arasında yaşanan S-400 krizinde savunma bütçesiyle yasalaştırılan Türkiye’ye yaptırım kararlarının her an devreye girebileceği yönünde işaretler, son günlerde artmaya başladı!

İktidarın S-400’lerden geri adım atılmayacağı, yeni bir S-400 paketinin daha alımı için Rusya ile başlatılan müzakerelerin Nisan ayına kadar sonuçlandırılacağının ifade edilmesi Türkiye ile ABD arasındaki gerilimin çözümsüzlüğe doğru ilerleyeceğini gösteriyor. ABD’den yapılan açıklamada, Türkiye'ye uygulanacak yaptırımlar için belirli bir tarih koymadıklarını ancak Ankara'nın Washington'la olan görüş ayrılıklarını çözmek için zamanının giderek azaldığını söyledi. ABD Başkanı Trump'ın onayladığı 2020 Savunma Bütçesi’nde S-400’lerle ilgili CAATSA yaptırımları ve F-35 savaş uçaklarının Türkiye'ye teslimatının engellenmesi de yer alıyor. Ayrıca TürkAkım Doğalgaz Boru Hattı ve Kuzey Akım-2 Doğalgaz Boru Hatları üzerinden yaptırımlara yasada yer veriliyor.

Yaklaşan Başkanlık seçimleri öncesinde yeniden aday olmayı planlayan Başkan Trump üzerindeki Türkiye’ye yaptırım baskısının arttığını, Trump yönetiminin her an bu yönde adım atabileceğini gösteriyor. Rahip Brunson krizinde demirçelik-alüminyum ürünlerine ek gümrük vergisi getirilmesi yönünde Trump’ın imzaladığı kararın etkilerini Türkiye ekonomisi neredeyse bir yıl boyunca yaşadı. Dolar kuru 7,20 TL’ye yükselince, tarımdan sanayiye kadar artan ithal girdi maliyetleriyle enflasyon yüzde 20’nin üstüne fırladı!

Yaptırımların sadece ekonomiye dönük değil, TSK’ya yönelik silah ambargosunu da kapsaması halinde ülke savunmasında zafiyetlerin yaşanması sıkıntıları büyütebilir. İktidarın Suriye’deki operasyonlarını genişletme, Libya’ya asker gönderme hamlelerinde bulunduğu bir süreçte böylesi bir yaptırım sürecinin başlatılmasının sarsıcı sonuçları olabilir. 

  1. Türkiye, 19 Ocak’ta Berlin’de gerçekleşen Libya Zirvesi’nden çıkan 55 maddelik mutabakatın tamamına onay verdi. Libya’ya asker gönderme adımı geri plana çekildi!

Ana Muhalefet olarak Libya sorununun en başından itibaren asker gönderme yerine Türkiye’nin çatışan taraflar arasında arabulucu olmasını, BM’nin sürece müdahalesini ve Uluslararası Barış Gücü gönderilmesini önerdik. İktidar bu önerileri reddetti, ciddiye almadı. 

[Darbeci terörist Hafter, Mısır-Sisi, BAE ve Suudlarla masaya oturmayacağını, Beyin ölümü gerçekleşmiş Macron ile görüşmeyeceğini, savundu.] 

Libya’daki gelişmeler haklılığımızı teyit etti. İktidar önce Moskova’da, ardından Berlin’de Hafter de dahil soruna müdahil 12 ülke ile birlikte masaya oturdu. BM sürece dahil oldu. İç savaşta taraflara silah ambargosunun sürdürülmesine onay verdi. 

İktidarın desteklediği Trablus’daki Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanı Sarrac yönetimi de Birleşmiş Milletler (BM) “Barış Gücü” çağrısı yaparak bizim önerdiğimiz formülü dile getirdi. Tüm bu yaşananlarla; iktidarın diplomatik sorunlara yalnızca askeri müdahale ile çözüm seçeneği dışındaki seçenekleri reddetmesinin yanlışlığı, bir kez daha ortaya çıktı.   

Sonuç olarak Libya Zirve’si sonunda; 

Birbirinden bağımsız, beşer kişiden oluşan dört çalışma grubu oluşturulması kararlaştırıldı.   Tüm taraflar ateşkese destek verme taahhüdünde bulundu.   Askeri komite önümüzdeki günlerde Cenevre'de toplanacak.    Libya Temsilciler Meclisi'nin onayladığı “tek, birleşik, kapsayıcı ve etkin bir hükümetin kurulması” müzakerelerine başlanacak ve desteklenecek.   Buna paralel olarak merkezi ve sivil otoritenin kontrolünde, birleşik bir Libya ulusal güvenlik sisteminin oluşturulması çalışmaları desteklenecek.   BM himayesinde Uluslararası İzleme Komitesi oluşturulacak.

Libya Zirvesi başlar başlamaz Libya Ulusal Ordusu (LUO) Genel Komutanı Hafter'e bağlı güçler, Libya'nın petrol ihracatının yapıldığı limanları ve boru hatlarını kapattı. Bu da mutabakatın kalıcılığı, beklenen sonucu yaratıp yaratmayacağı konusundaki tereddütleri, gündeme taşıdı! 

  1. Geçen yıl patates-soğan üreticisini, hal esnafını terörist ilan eden iktidar, şimdi bu iki ürünü “stratejik ürün” kapsamına alarak ihracatını ön izne bağlayıp yasakladı. Bu kararın anlamı, üreticiyi mağdur etmektir!

Ticaret Bakanlığı ile Tarım Bakanlığı yayınladıkları kararlarla patates ve soğanı stratejik ürün kapsamına alarak, ihracatını yasakladı ve ön izne bağladı.  İktidarın soğan-patates ihracatını yasaklaması, ön izne bağlaması tarım ve hayvancılıkta yıllardan beri süregelen politikasızlığın, yerli üreticiye üvey evlat muamelesinin sonucudur! Üretim girdilerindeki artışları göz ardı ederek, üreticiyi ithalatla terbiye etme yoluna giden iktidar tarımsal destekleme olmayınca üretimden vazgeçen, azalan üretim nedeniyle fiyatı yükselen ürünlerde çözüm üretmek yerine yerli üreticiyi cezalandırıyor. Markette, pazarda kilosu 1,95-2,25 TL’ye kadar düşen ve üreticinin maliyetlerini karşılamayan bu ürünlerin ihraç edilmek suretiyle üreticinin emeğinin karşılığını almasının yolu bu ön izin ve ihracat yasağı kararlarıyla kesilmiş oldu.

İktidar tarım ve hayvancılıkta kalıcı uzun vadeli, planlamalar, destek ve teşvik politikaları, üretim planlaması, üreticinin ve tüketicinin korunmasına ilişkin çözümler üretip, yöntemler arayacağına yine günü kurtarma çabasıyla geçen yıl ithalatı serbest bırakırken bu yıl ihracata yasak koydu!

  1. TÜİK’in açıkladığı son verilerle Tarım Ürünleri Üretici Fiyat Endeksi (Tarım ÜFE), Aralık 2019'da bir önceki aya göre yüzde 2.17, 2018'in aynı ayına göre ise yıllık yüzde 16.07 artış gösterdi!

Gerçek enflasyonu gösteren 12 aylık ortalamalara göre Tarım ÜFE’deki yıllık artış yüzde 22,74 düzeyinde gerçekleşti. Ormancılık ürünlerinde Aralık ayında yüzde 2,42 azalırken, tarım ve avcılık ürünleri ve ilgili hizmetlerde yüzde 2,18, balık ve diğer balıkçılık ürünlerinde ise 5,49 arttı. Bir önceki aya göre soğan ve patatesin de aralarında yer aldığı bitkisel ürünlerde aylık Tarım ÜFE yüzde 3,58, canlı hayvanlar ve hayvansal ürünlerde yüzde 2,56 olarak gerçekleşti. Kış mevsiminde olmamıza rağmen turunçgillerde Tarım ÜFE aylık yüzde 48,38 ile en yüksek artışı sergilerken, diğer meyvelerdeki aylık üretici enflasyonu yüzde 45,85 oldu. Aralık 2019'da Tarım ÜFE endeksinin kapsadığı 86 tarımsal ve hayvansal ürünün 50'sinin fiyatlarında artış, 30 maddenin fiyatlarında azalış olurken, 6 maddenin fiyatları ise değişmedi. TÜİK’in güvenilirliği tartışılan verileriyle bile tarımsal üretimde üretici enflasyonu yıllık ortalamalarda yüzde 22’yi aşarken üreticiyi ürününü düşük fiyatla satmaya zorlamak, yabancı pazarlara ihracını men etmek, gelecek yıl üreticiyi yine soğan ve patates ekiminden uzaklaştıracak, yeniden ithalat kapılarının açılmasını gündeme getirecektir. 

ÇÖZÜM: Üreticiyi destekleyerek, girdi maliyetlerini aşağı çekecek sübvansiyonlar uygulayarak, Ziraat Bankası kredilerini iktidar medyasına ya da müteahhitlerine akıtmak yerine düşük faizli kredileri üreticiye, çiftçiye, seracıya, besiciye akıtmaktır. Kaldı ki dünyanın gelişmiş ülkeleri yüksek teknolojili, know how’ı kendilerine ait ürünleri “stratejik” kapsama alıp, bu alanda rakip olabilecek ülkelere ihraç ve satışına kısıtlamalar getirirken, ihracatını izne bağlarken, iktidarın soğan-patatesi stratejik ürün kapsamına alması ülkemiz adına üzücüdür!

Gelinen nokta; iktidarın tarım ve hayvancılıkta hızla artan dışa bağımlılıktan, üreticinin neden üretmekten vazgeçtiğini sorgulamaktan, üretim alanlarının niye boş kaldığından bihaber şekilde yaşananlardan ders alınmadığını, ithalat sopasıyla terbiyeyi tarım ve hayvancılık politikası haline getirerek bu konuda dersten sınıfta kaldığını ortaya koymaktadır!

  1. TÜİK’in işsizlik rakamlarını düşük göstermek için başvurduğu hesap oyunları artık gizlenemiyor. Rakamlarla oynanarak, işsiz sayısının ve işsizlik oranının aşağı çekilmesi yöntemi açığa çıktı, TÜİK suskunluğunu koruyor!

Ekim 2019 itibarıyla işsizlik ve istihdam verilerindeki çarpıklık hemen herkesin dikkatini çekti. İstatistik alanındaki uzman akademisyenlerin yanı sıra yurt içi ve yurt dışındaki çok sayıda saygın medya organında yer alan analiz ve yorumlarda, adeta TÜİK’in rakam ve hesap oyunları açığa çıkartıldı. Ekim 2019 itibarıyla yüzde 13,4 olarak açıklanan resmi işsizlik oranının güvenilirliği ve doğruluğu tartışılmaya başlandı. [TÜİK işsizlik oranının Eylül 2019’a kıyasla yüzde 0,4 puan gerilediğini, işsiz sayısının ise 2018 Ekim’ine göre 1,8 puan artışla 608 bin olduğunu açıklamıştı.]

İşsiz sayısı artarken, istihdam azalırken işsizlik oranının bir önceki aya göre nasıl 0,4 puan gerilediği sorgulanınca ortaya bambaşka bir tablo ve hesap yöntemi oyunları çıkıyor. TÜİK’in yayınladığı bültende ‘işgücüne dahil olmayanların nedenlerine göre dağılımına’ ilişkin tabloda yer alan rakamlara bakıldığında ev işleriyle meşgul olan, ev kadını olduğu için işgücüne dahil edilmeyenlerin sayısındaki keskin değişim dikkat çekici. Rakamlara göre ev işleriyle meşgul olduğu için iş aramayanların sayısı; 

Eylül ayında 11 milyon 404 bin kişiyken,   Ekim’de bu rakam 11 milyon 549 bin kişiye çıkmış.   Bir ayda 145 bin kadın, işgücünden ayrılıp, iş aramaktan vazgeçip ev hanımı olmaya karar vermiş!   Bir yılda iş aramaktan vazgeçip ev kadını olmaya karar verenlerin sayısı ise 632 bin kişi artmış!

Kişilerin çeşitli nedenlerle iş aramaktan vazgeçmesi veya istatistiklere bu şekilde yansıtılması, işgücüne katılımı azalttığı, işsiz olduğu için iş arayanların sayısını düşük gösterdiği için işsizliğin de düşük çıkmasını sağlıyor. Bu tespitten yola çıktığımızda son bir ayda 145 bin kadın, iş aramaktan vazgeçip, işgücüne dahil olmayanlara katılmasaydı, ev hanımı olmaya karar vermeseydi Ekim’de işsiz sayısı 145 bin kişi daha fazla olacaktı. İşsiz sayısı 608 bin değil 753 bin olacağı için de işsizlik oranı Ekim ayında Eylül ayına kıyasla yüzde 0,4 düşmeyecekti. 

Bir başka çarpıcı gelişme; TÜİK’in “Çalışma Çağındaki Kişi Sayısını” gösteren 15 yaş ve üstü nüfus, 

2018 yılı Ekim ayında 60 milyon 841 bin kişi iken, Ekim 2019’da 915 bin kişi artarak 61 milyon 756 bin kişiye yükselmiş!   Buna karşılık aynı dönemde işgücü toplamı sadece 82 bin kişi artışla 32 milyon 658 binden 32 milyon 740 bin kişiye yükselmiş! 

Bu rakamları analiz ettiğimizde TÜİK’e göre, son bir yılda çalışma çağındaki kişi sayısı 915 bin kişi artarken sadece 82 bini iş gücüne katılarak iş aramaya çıkmış. 833 bin kişi işgücüne dahil olduğu halde iş aramıyor! Bugüne kadar geçmiş yılların hiçbirisinde görülmeyen böyle bir durumun, birdenbire ortaya çıkması 833 bin kişinin birden çalışma çağında olmasına rağmen aylak kalmayı tercih etmesi görülmüş bir şey değil. TÜİK’in kendi istatistikleri bile kendisini tekzip ediyor. 2017 yılının Ekim ayı itibariyle son bir yıldaki çalışma çağı nüfusu 1 milyon 158 bin kişi artarken işgücü 1 milyon 18 bin artmış. 2018’de ise çalışma çağı nüfusu 693 bin kişi artarken çalışmak isteyen, iş arayan işgücüne dahil olanlar bunun da üzerinde ve 726 bin kişi arttı. Daha gerilere gidildiğinde de bu durum değişmiyor. Yani çalışma çağındaki nüfusta gerçekleşen artış kadar ya da ona yakın sayıda kişi işgücüne katılarak iş arayanlar arasında yer almış. Oysa 2019 Ekim’inde çalışma çağı nüfusuna dahil olan 915 bin kişiden sadece 82 bini çalışmak isteyip işgücüne dahil olmuş. İstihdam olanakları artmadığı halde işgücüne katılım artarsa, işsizlik artacak. Çalışma çağındaki nüfusun bir bölümü, ‘işgücü’ yerine ‘işgücüne dahil olmayan’ nüfusun içinde gösterilirse işsiz sayısı ve işsizlik oranı olduğundan daha düşük gözükecek. TÜİK, Ekim verilerinde bu rakam oyunlarını yapmış görünüyor. TÜİK son üç ayda çalışmaya hazır olan, iş arayan ancak bulamayanları işsiz sayarken, bu süreyi son 4 haftaya indirdi. Yani, son dört hafta içerisinde iş aramayanlar işsiz sayılmıyor. Bu da işsiz sayısını düşük göstermenin bir başka yolu!

TÜİK’in hesap oyunlarını bir kenara itip,  “İş arayan işsizler” ile “İş aramayan işsizleri” birlikte değerlendirdiğimizde, “gizlenen gerçek işsiz” sayısının 6 milyon 571 bin kişi, gerçek resmi işsizlik oranının ise yüzde 20,9 olduğu ortaya çıkıyor!

  1. 2019 Bütçesi’nin 80,6 milyar TL’lik yılsonu açık hedefine rağmen 123,7 milyar TL açıkla kapatılması, 2020 bütçe hedeflerinin de tutmayacağının ve 138 milyar yılsonu açık hedefinin aşılacağının göstergesidir!

2019 yılı Ocak-Aralık döneminde 123,7 milyar TL açık veren bütçe sadece bir ayda, Aralık’ta 30,8 milyar TL tutarında açıkla karşı karşıya kaldı. Faiz dışı açık tutarı ise olağanüstü bir yükselişle 26,6 milyar TL oldu. Aralık ayında bütçe gelirleri 2018 yılı Aralık ayına göre yüzde 9,1 artışla 73,3 milyar liraya yükseldi. Giderlerdeki artış gelirlerin üç katına yaklaştı, 104,1 milyar liraya çıktı.

Verilere yıllık olarak baktığımızda; Bütçe gelirleri 2019'da bir önceki yıla kıyasla yüzde 15,5 artarak 875,8 milyar lira, Bütçe giderleri de yüzde 20,3 yükselerek 999,5 milyar lira, Merkezi yönetim bütçe açığı, yüzde 69,9 artarak 123,7 milyar liraya çıktı. Bütçenin 123,7 milyar TL tutarında bir açığa ulaşması yanında asıl vahim olan, bu tutarın Merkez Bankası’ndan yapılan önemli tutarlardaki aktarmalara, bedelli askerlik, İmar Barışı gibi ciddi tutarlardaki “tek seferlik” gelirlere rağmen gerçekleşmiş olmasıdır.

2018 yılı Ocak-Aralık döneminde 1,1 milyar TL faiz dışı fazla verilmiş iken 2019 yılı Ocak-Aralık döneminde 24 kata varan artışla 23,8 milyar TL faiz dışı açık verilmiştir.

Bir bütçenin en sağlam gelir kaynağını oluşturan vergi gelirlerinde geçen yıl hedefin ciddi şekilde altında kalınırken, bütçe harcamalarının dörtte birine yakın kısmı vergi dışı gelirlerden karşılanmıştır. 2019 yılı Ocak-Aralık döneminde vergi gelirlerindeki artış, geçen yılın aynı dönemine göre sadece yüzde 8,3 oranında kalırken vergilerden sağlanan gelir tutarı ise 673,3 milyar TL olarak gerçekleşti. 2017 yılında vergi gelirlerinin toplam bütçe gelirleri içindeki payı yüzde 85,1 iken 2018 yılında yüzde 82’ye 2019 yılında yüzde 76,9’a geriledi.

Vergi gelirlerinin bütçe gelirleri içindeki payı, 2001 krizinin ardından daralan ekonomi nedeniyle 2002 yılında yüzde 76 düzeyine inmişti. 2019’da bütçe gelirleri içerisinde vergi gelirlerinin payının yüzde 76,9’a inmiş olması, Türkiye ekonomisinin 2001 krizine benzer, hatta ondan da ağır bir kriz içinde olduğunun somut göstergesidir!

  1. Hazine nakit açığı (130,5 milyar TL) ile ilgili tablo bütçeden daha vahimdir ve 2020’de hazine üzerindeki borçlanma baskısının katlanarak artacağını ortaya koymaktadır!

Hazine nakit açığı rakamları bütçenin neden dikiş tutmadığını, 2020’de durumun daha da kötüleşeceğini gösteriyor. İlave kaynak aktarımlarına rağmen, 2019’da Hazine’nin nakit açığı, 2018’e göre yüzde 85,5 artarak 70,3 milyardan 130,5 milyar liraya çıktı! Faiz dışı açık, 2018’e kıyasla altı kat artış ve yüzde 493 yükselişle 6,3 milyardan 27,5 milyar liraya ulaştı. 2019’da net dış borçlanma yüzde 495 artarak 28,9 milyar TL olurken, net iç borçlanmadaki artış oranı yüzde 160,5 düzeyine, tutar ise 124,7 milyar TL’ye yükseldi. Bu rakamlar, iktidarın bir bütçe ve mali disiplin anlayışının olmadığını, devlet bütçesinin delik deşik edildiğini gösteriyor. Bütçe yama tutmayınca iktidar, içeride ve dışarıda hazineye yüklenerek yüksek faizlerle borçlanma yoluna gidiyor. Daha yılın ilk ayında olmamıza rağmen yine MB genel kurulunu 20 Ocak’ta olağanüstü toplayıp, 2019 kârını erkenden aktarmayı planlayan iktidar, diğer yandan hazineyi borçlanmak için piyasaya sürüyor!

Hazine 14 Ocak’ta gerçekleştirdiği iki ayrı ihaleyle, bir günde piyasalardan 9,2 milyar TL yeni borçlanmaya gitti. Bu borçlanmaların mevcut ekonomik konjonktürde artarak devam etmesi kaçınılmaz görünürken, 2020’de öngörülen 138 milyar TL’lik bütçe açığı hedefinin tutturulması imkânsız!

  1. Yayınladığı Türkiye Raporu’nda; Türkiye ekonomisi ile ilgili gözlemlerini, değerlendirme ve tespitlerini sıralayan Fitch Ratings, Türkiye’nin kredi notunu kırma sinyalini verdi!

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch Ratings, Türkiye'nin para politikalarının kredibilitesinin ve inandırıcılığının zayıfladığını, faizlerdeki hızlı düşüşün siyasi olmasının negatif değerlendirildiğini kaydetti. Fitch rapora ilişkin yaptığı açıklamada ise, “Merkez Bankası'nın itibarı ve bağımsızlığı, başkan ve üst düzey yöneticilerin, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın enflasyon ve faiz arasındaki ilişki hakkındaki sıra dışı görüşleri çerçevesinde görevden alınması nedeniyle daha da büyük zarar gördü.” ifadelerine yer verdi.

MB, politika faizini 0,75 puan daha düşürerek, yüzde 12’den yüzde 11,25’e indirmesi üzerine Fitch tarafından yapılan değerlendirmede, politika faiz oranının Haziran 2019'daki yüzde 24 seviyesine göre 6 ayda yarıdan fazla düşmüş olduğuna dikkat çekildi. Dış finansman ihtiyacının 2018'deki 211 milyar dolarlık tutardan 2020'de 170 milyar dolara gerilemesinin beklendiğini vurgulayan Fitch, buna rağmen ekonominin temel kırılganlıklarının ağırlıklı şekilde sürdüğünü kaydetti. Fitch, dış politikada jeopolitik şoklara karşı duyarlılığın ekonomiyi sarsacak temel kırılganlıklar arasında yer almaya devam ettiğini belirtti. Fitch’in görüşlerini günlük dilde yorumlayacak olursak; 

 MB’nin bağımsızlığının ortadan kalkması, uluslararası itibarını zedeliyor.   Faizler hızlı bir şekilde, altı ayda yarı yarıya düşürülüyor.  MB özerkliği yok sayılıyor, itibar erozyonuna uğruyor.  MB kararları siyasi iktidarın talimatıyla alınıyor.  Para politikasının inandırıcılığı ve kredibilitesi zarar görüyor.

Para ve faiz politikalarına inanılırlık ve güvenilirliğin ortadan kalktığının vurgulanması, uluslararası sermaye, yatırımcı açısından kötü bir görünüm olduğu kadar ülkemizin bu piyasalardan beklediği kaynağın güvenle Türkiye piyasalarına gelmesini de engelleyecektir. 

  1. MB’nin politika faizini 0,75 puan daha düşürmesi, negatif faize varan bir süreci başlattı. Mevduat faizi getirisinin enflasyonun altına inmesi, mevduat kaybına yol açacak ve dövize kaçışı hızlandıracaktır!

MB, haftalık repo ihale faizini (politika faizi) 0,75 puan düşürerek yüzde 12’den yüzde 11,25’e indirdi. Beklentiler, faiz indirimine gidilmeyeceği ya da bir puan dolayında bir indirim yapılacağı şeklinde oluşmuştu. MB’nin PPK toplantılarını yılda 12’ye çıkartması, her an gelişmelere göre faiz artışına da gidilebileceğini akla getirmektedir. 2019’un yıllık enflasyonu yüzde 11,84. MB politika faizini yüzde 11,25’e düşürerek yıllık enflasyonun altına çekti ve negatif faiz sürecini başlattı. Cumhurbaşkanının “faiz düştükçe enflasyonda düşecek” tezini doğrulamak mecburiyetiyle faiz indirimini hızlandıran MB’nin bu kararının doğruluğu Ocak ayı enflasyonu ile test edilecek. Ocak ayında yıllık enflasyonun yüzde 11,84’ün altına inmesi yönündeki beklentiler oldukça düşük!

Enflasyonun altında faiz, tasarruf mevduatı sahipleri açısından parasının değerini enflasyona karşı korumak, enflasyon karşısında getiri elde etmek beklentilerini tersine çevirecek bir uygulamadır. Anlaşılan MB, ekonomi literatüründe yer almayan “faizi düşürerek enflasyonu düşürmek” tezini kabullendi. Faizin enflasyonun altına düşürülmesi yönünde atılan bu adımın ekonomik gerçekler çerçevesinde inandırıcı bir gerekçesi görünmüyor. Şayet MB iktidarın maaş zamlarında uygulamaya koyduğu “gerçekleşen enflasyona göre değil, hedeflenen enflasyona göre zam” ilkesini benimseyerek bu adımı atıyorsa, 2020 için hedeflenen yılsonu enflasyonunun yüzde 8,5 olduğunu hatırlamak gerekiyor. 

Bu durumda MB’nin hedefinin politika faizini yüzde 8,5 seviyesine indirmek olduğu söylenebilir. Ancak politika faizi ile hedef enflasyonun eşitlenmesi halinde, stopaj ve diğer yasal kesintiler sonrasında tasarruf faizi bu oranın çok altına inecek ve negatif kalmaya devam edecek demektir!

Rekabet Kurumu’nun 20 banka hakkında inceleme başlatma kararı alması, özel bankalar üzerindeki iktidar baskısının özerk kurullar eliyle artırılacağının, faiz indirimine ve kredi vermeye zorlanacaklarının işaretidir!

Faiz indiriminden önce bile Ocak ayının ilk yarısında yüzde 12’lik politika faiziyle yüzde 9,88’lik ortalama mevduat faizi arasındaki fark eksi 2,12 puan iken, şimdi 0,75 puanlık yeni indirimle yüzde 11,25’e düşürülen politika faiziyle mevduat faizi arasındaki fark eksi olmak kaydıyla daha da artacaktır. 

Bu durumda mevduat kaçışı, dövize geçişin hızlanması gibi sonuçların ortaya çıkması kaçınılmaz hale geleceği gibi, Şubat ayında açıklanacak Ocak enflasyonunun yıllık bazda çift hanede kalmayı sürdürmesi durumunda MB’nin yeniden faiz artışına gitmesi söz konusu olabilecektir. Tüm bu tablo ekonominin siyasi talimatlarla yönlendirilmesinin piyasaları belirsizliğe iteceği gibi, bu politikalara olan güveni iyice tüketeceğini gösteriyor! 

Ne olursa olsun; Bankaların kredi faizlerini indirtmek için MB’ye politika faizini düşürtüp, mevduat faizlerini aşağı çekmeye zorlayan iktidarın, Merkez Bankası üzerindeki “faiz indirimi baskısının” sonuna gelindiğini öngörmekteyim!

ERDOĞAN TOPRAK

 21 OCAK 2020