Ruşen Eşref yazdı... "2002 yazı"

Sıcak bir rüzgar saçlarımı okşuyordu,

Gök, bir daha hiç o kadar görmediğim kadar maviydi.

Kafamı kaldırdığımda güneş gözlerimi yakıyordu.

Terlemiştim,

Buz gibi suyu kafama dikmek için tek bir merdiven çıkmam yeterliydi.

Soluduğum nefes, burnuma gelen yaz kokusu, yürürken hissettiklerim…

Bu, bir çocuğun yaz tatilinde yaşadığı hisler miydi, yoksa bir daha aynı hisleri yaşayamayacağı son yaz tatili miydi?

***

2009’da bu mesleğe başladığımda daha 17 yaşında bir çocuktum.

Gazetedekilerin söylemiyle, acar muhabirdim. Aslında her şeyden habersiz, bir stajyerdim. Kısa aralıklarla ekmek paramı kazanmak için başka işler yapsam da, meslek beni bir gün olsun bırakmadı. 2014 yılı ise benim en önemli sınavımı verdiğim yıl oldu. 5 yıllık çıraklık sürecinden sonra, ‘artık adımlarımı hızlandırmalıyım, koşamasam da tempolu yürümeliyim’ dedim. 2013’un son aylarında, ismini düşünerek, logosunu tasarlayarak, yayın politikası için ince eleyip sık dokuyarak gece gündüz çalıştığım Yeni Soluk, 2014 yılı ilkbaharında kadrosunu kurmaya başlamış, 2014 Haziran’ında ise yayın hayatına başlamıştı.

Her şey çok güzel başladı, ancak her şey çok güzel gitmedi. Halk için habercilik, muhalefete muhalefet etmemek, toplumsal muhalefetin sözcüsü olmak amacıyla kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olarak yola çıkan Yeni Soluk, uzun yıllar maddi sorunlarla uğraşırken, yasaklanan haberleri ve mahkeme kararlarıyla da boğuştu. Haberini yasaklatmayan ne damat kaldı, ne herkesle fotoğrafı olan adam, ne koca koca devlet kurumları… Suç duyuruları, ifadeye çağırtan belediyeler, dava açan koca koca holdingler…

Daha 22 yaşını bile doldurmamış, bir yandan gençliğini yaşamak isteyen birinin hayattan talepleri, diğer yandan işinin ne kadar ciddi bir iş olduğunu bilmesi ve buna uygun davranmaya çalışması…

Yıllar yılları kovalıyor, ülke gündemi bir gün bile rahat nefes aldırmıyordu. Yayına başladığımız dönem, AKP ve Fethullahçıların kavgasının ilk yıllarına denk gelmişti. Yeni Soluk, kuruluşundan itibaren 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimleri, 2015 Genel Seçimleri, 2015 Erken Genel Seçimleri, 2016 darbe girişimi, 2017 Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi referandumu, 2018 Genel Seçimleri ve 2019 Yerel Seçimlerini görmüştü.

Ülkesini seven, Mustafa Kemal Atatürk devrimlerinin önemini idrak etmiş her Türk genci gibi siyasi süreci kaygıyla takip ediyordum.

Parlamenter rejimin değiştiği 2017 referandumu bünyemde kötü izlere sebep olmuş, sonuçlardan sonra aylarca istifra nöbetleri geçirmiştim.

Muhalif bir yayın organının kurucusu olmak dışında elimden bir şey gelmiyordu. Gelmediği için çoğu kez kendimi suçladım, potansiyelimi kullanmadığımı düşündüm. Bir şeyleri değiştiremesem bile gençler için, bizim için daha iyisi için çabalamam gerektiğini düşündüm. Ancak yıllardır süren yenilgiler beni depresif bir ruh haline büründürmüştü. Daha iyisi için çabalayacak motivasyonu bulamadım.

En son köşe yazımı 2014 yılında, yine bir yerel seçim sürecinde yazmıştım. Seçimlerle doğrudan bağlantısı olmayan bu yazının, benim 10 yıllık bir fetret devrine gireceğim süreci başlatacağından habersizdim. Artık kendime ait bir gazetem vardı, ancak o gazetede tek bir kez olsun köşe yazmamıştım.

İşten hiç kaçmadım. Yeri geldi editörlük yaptım, yeri geldi röportaj yaptım, yeri geldi röportaj çözdüm, yeri geldi grafik tasarım yaptım, yeri geldi basılı gazetemiz için tasarım sürecine müdahil oldum… Hepsini yaptım, ancak yazacak motivasyonu kendimde bulamadım. Dile kolay tam 10 yıl, meslek hayatımın 3’de 2’si…

Aslında yazmaya 2023 seçimleri öncesi başladım. 2022 yılının son aylarında, Tayyip Erdoğan için; “Yorgun mücahit”, Kılıçdaroğlu için “Sakin güç”, Akşener için “Devlet ana”, İmamoğlu için “Gençliğimiz var” başlıklı yazılar yazmıştım. Daha 2022 yılının yaz aylarında, arkadaş ortamlarında, dost meclislerinde seçimlerle ilgili bir konu geçince Kılıçdaroğlu’nun adaylık ihtimalinin beni çok endişelendirdiğini söylüyordum. Ekonomik kriz ortamında bile Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’nu yeneceğini düşünüyor ve çevreme de dilim döndüğünce nedenlerini anlatmaya çalışıyordum. Yine 2022 yılının Temmuz ayında, CHP Genel Merkezi’nde üst düzey makamlarda bulunmuş ve Kılıçdaroğlu’nu da yakından tanıyan bir dostumla saatler süren sohbetimizde, Kılıçdaroğlu’nun muhtemel adaylığının neden yanlış olduğunu konuştuk. O gün gerçekleşen sohbetimiz, 10 ay sonra yaşanacakların adeta bir panoraması gibiydi. Daha ortada hiçbir şey yoktu, ancak küçük partilerin Kılıçdaroğlu’ndan yana olacağını, 6’lı masanın bir ittifak masası değil Kılıçdaroğlu’nun adaylığını kabul ettirme masası olduğunu, Kılıçdaroğlu’nun, iktidarın ‘aday sen ol’ kışkırtmasına kolayca kanabilecek bir yapısı olduğunu, CHP’nin güçlü belediye başkanlarının özellikle Ekrem İmamoğlu’nun iktidar medyası kanalıyla karikatürize edilmeye çalışıldığını, buna da sanat ve medya dünyasından sol entelektüel bir çok ismin çanak tuttuğunu uzun uzun konuştuk. Aslında 2022 yılının Mayıs ayında yapılan ‘Milletin Sesi’ mitingi gelecek kara günlerin habercisiydi. Çünkü ortada ne millet vardı, ne de çıkarabildiği bir sesi. Ortada siyaseti dizayn etmeye çalışan dar bir kadrodan başka hiçbir şey yoktu.

Daha adaylık açıklamadan, 3 Mart Akşener krizi yaşanmadan, ancak havanın puslu, insanların endişeli olduğu, Kılıçdaroğlu’nun muhtemel adaylığının en gür sesle konuşulduğu 2023 yılının Şubat ayında bu kez “Bir gencin rüyası/kabusu” isimli ütopik bir kurgu yazdım. 2023 seçimlerini televizyondan takip eden bir genç, Kılıçdaroğlu’nun kazanmasıyla kendini sokaklara atıyor, eğleniyor ancak sabah uyanıp televizyonu açtığında Erdoğan’ın kazandığını görüyordu. Gece yaşadıkları hayal miydi, gerçek miydi ikileminde kalan gencin serüvenini orada bitirdiğim yazı şu cümleyle son buluyordu; “Bu korkuyu yaşamaya, risk almaya gerek var mı?”

Aslında Kılıçdaroğlu, aylar öncesinden bunun cevabını herkese duyurmuştu: “Bu riski almak zorundayım. Başarılı olur muyum bilmiyorum… Ama deneyeceğim”

Evet denemişti, 3 Mart krizi yaşanmış, masa dağılmış tekrar toplanmış ve artık adaylığı kesinleşmişti. Bu kez “Tek adam değil, ortak akıl” başlıklı bir yazı kaleme aldım. Çevreme anlattığım endişelerimi bıçak gibi kesmiş, artık en güçlü muhalif adayın yani Kılıçdaroğlu’nun etrafında kenetlenmemiz gerektiğini ifade ediyordum. Öncesinde her sorumlu yurttaş gibi endişelerimizi paylaşmıştık, ancak artık olan olmuş ve kazanılması gereken bir seçim vardı. 6 Mart - 28 Mayıs arası tek bir eleştiri dahi yapmadan Kılıçdaroğlu’nun arkasında durdum. Bir siyasi parti üyesi değilim, siyasi ikbal beklentilerim yok, ‘kaybetsin de partinin başından gitsin’ gibi bir amacım yoktu. Halktım, sadece halktım ve gerçekten Kılıçdaroğlu’nun kazanmasını istedim. Ancak kaybetti…

2023 seçimleri öncesi süreci takip etmekte zorlanıyordum. Tabir-i caizse kimin eli kimin cebinde belli değildi. Siyaset zaten kirliydi ancak bu kez sanki bir başka kirlenmişti. Yazdığım yazıları yayınlayamadım, özellikle “Bir gencin rüyası/kabusu” başlıklı yazım beni mutsuz etmiş, kendini gerçekleştiren kehanet gibi olma ihtimali canımı sıkmıştı. Ayrıca bu yazıların yayınlanması sonrası yazmaya devam etme motivasyonum da yoktu. Kendim için doğru olanı yaptım ve yayınlamadım.

Aradan 1 yıl geçmişti. İnanın, bu yazıya başlamakta epey zorlandım. Yıllar boyu unutulmuş, yok sayılmış, tüm çocukluğu, ergenliği, gençliği tek bir siyasi figürün dönemine denk gelmiş, aslında denk gelmemiş, getirilmiştim, getirilmiştik. Nice hezimetler gördük, AKP’nin şaşalı 2002-2012 yıllarını ve o yıllarda muhaliflerin yaptığı hataları saymıyorum bile. Tam bitti dediğimiz noktada koalisyon kurmayı bile beceremeyip, erken genel seçim için risk alıp oynanan oyunu göremeyenleri, referandumda sayılan mühürsüz oyları, Ekmeleddin faciasını, millet ekran başında bir açıklama beklerken ‘adam kazandı’ diye sms atanları… Hepsini yaşadık!

Artık 2023 olmuştu. AKP’nin 12 yıl öncesinden hedef 2023 dediği yıl, Cumhuriyetin 100. yılı…

Bu en büyük hezimetti. Yine kimsesizdik, yine sahipsizdik. Öyle sanmıştık, yine kısa bir sessizliğin ardından kaybedenler kaybettiğiyle kalacak, yine kimse halka hesap vermeden sıcacık koltuklarında oturup yeni seçim mağlubiyetlerini bekleyecek sanmıştık.

Bu kez öyle olmadı…

Biri çıktı, “Unutmayın değişmeyen tek şey, değişimdir. Her sahada her ortamda değişim. Aynı şeyleri yaparak farklı sonuç asla beklemeyeceğiz artık” dedi.

Biri çıktı, “Ben artık kaybetmek istemiyorum” dedi.

Biri çıktı, “Ayağa kalkacağız” dedi. Biri çıktı, “Son değil başlangıç” dedi. Biri çıktı, “Dimdik ayaktayız” dedi. Biri çıktı, “Geldikleri gibi giderler” dedi. Biri çıktı, “Güzel günler çok yakın” dedi. Biri çıktı, “Kanala geçit yok” dedi. Biri çıktı, “Güzel günlere uyanacağız” dedi. Biri çıktı “Biz insan ayırmayız” dedi.

Biri ilk defa bizi sahipsiz bırakmadı, kimsesiz bırakmadı, umutsuz bırakmadı.

Gitmez diyenleri gönderdi, bu delege yapısı geçilmez diyenleri ezdi geçti, kuyusunu kazan para babalarını, rezidans krallarını kazdıkları yere gönderdi. Siyaset yaptığı tarihi kuruma, Atatürk’ün partisine çöreklenen oligarkları yıktı geçti, millete umut verdi. Daha sonra milletine dönüp önümüze bakacağız ‘Tam yol ileri’ dedi.

***

2002 yazı unutamayacağım bir yazdı. 2001 krizinin etkileri hala sürüyordu. Çocuktum, özenmiştim. Babam mutsuz olduğumu görmüş, senetle, ederinin 3 katı fiyata tefeci kılıklı bir mağazacıdan istediğim bisikleti almıştı. O kadar büyüktü ki pedala ayaklarımın ucuyla anca ulaşabiliyordum.

Düşmüş dizimi yaralamıştım. Dizimdeki sargı da koparamadı sokaklardan. Çünkü deniz bir başka kokuyordu, ağaçlar bir başka yeşildi, hava bir başka güzeldi. Çünkü çocuktum…

2002 yazının son günleriydi. Havalar yavaştan serinlemeye başlamış, okul yolu gözükmüştü. Her şey, her zaman olduğu gibiydi. Kendimi çocuk hissettiğim son yaz olduğunun da, çocukken geçirdiğim en güzel yaz olduğunun da farkında yıllar sonra varacaktım.

Okullar açılmış, aylar ayları kovalamış, kasım ayı ise on yıllar sürecek kötü havaların habercisi olmuştu. Büyümüştüm, 2002 yazı bir daha gelmeyecekti ancak benden sonrakilere 2002 gibi yazlar yaşatmak için mücadele etmeliydim.

***

Bu yazının ana teması, 14 Mayıs seçimlerinde oy kullandıktan sonra oluştu. Oyumu kullandım, biraz yürümek istedim. Kapıdan çıkar çıkmaz genç bir kız kardeşimiz annesine “Anne doğru söyle yine ona verdin değil mi, bak o kadar konuştuk” dedi gülerek. Annesi “vallahi bu sefer vermedim, inanma, gerçekten vermedim” dedi. Tebessümle izlemiştim, gelecek güzel günlerin bir habercisi olsun istemiştim. Yürümeye devam ettim, ayaklarımın beni çocukluğumun geçtiği sokaklara, caddelere götürüyordu. Çok geçmedi, kendimi hemen denizin kıyısında buldum. Çocuklar top oynuyordu, koşturuyordu. Aileler piknik yapıyordu. İşte o an 2002 yazı geldi aklıma, acaba dedim, olabilir mi dedim…

Olmamıştı.

Çok üzüldüm, ancak umutluydum.

Çünkü 29 Mayıs 2023 sabahı biri çıkıp bize “Bugün, büyük hayal kırıklığı yaşayan on milyonların olduğunun farkındayım. Sevgili çocuklar, sakın ama sakın üzülmeyin. Kıymetli gençler, sakın ama sakın umutsuzluğa kapılmayın. Hanımefendiler, asla tedirgin olmayın. Beyefendiler, başınız dik yürümeye devam edin. Biz, az zamanda çok ve büyük işler başarabilen bir ulusuz. Yine başarırız” demişti. Bu sözler 2002 yazı için bir umut oldu, işaret fişeği atılmıştı, şimdi bizim yapmamız gereken çocuklarımıza 2002 yazlarını yaşatmak için çok çalışmaktı.

Bizim heyecanımız yüksekti bizim gençliğimiz vardı. Biz adalete susamış, demokrasiye inancı tam, Türk gençliğiydik. Ve de asla vazgeçmeyecektik.

Öyle de yaptık...

Vazgeçmedik!