Erdoğan Toprak’tan Haftalık Değerlendirme Raporu / 4 Eylül 2022

Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili ve Genel Başkan Koordinatör Başdanışmanı Erdoğan Toprak her hafta kamuoyu ile paylaştığı “Haftalık Değerlendirme Raporu”nu yayımladı.

4 Eylül 2022 tarihli haftalık değerlendirme raporu şöyle:

İÇ POLİTİKA

  1. Adli Yıl açılışında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ‘Birileri, ülkemizin adalet sistemini, suç çetelerinin kirli oyunlarına kurban etmek için uğraşıyor.’ sözleri yolsuzlukların üzerine gidilmemesi talimatıdır!
  2. Türkiye, 2022 Dünya Demokrasi Endeksi Raporu’nda 179 ülke arasında 147’nci sıraya inerek, ‘Otoriter Ülke’ kategorisine alındı. Cibuti ve Ruanda gibi ülkelerin gerisine düştü!
  3. Yargıda görevli hakim ve savcıların yüzde 50’den fazlası mesleki deneyim ve kıdemden yoksun!

EKONOMİ

  1. TÜİK, bu yılın ikinci çeyreğinde büyüme hızının yüzde 7,6 olduğunu açıkladı. Hazine ve Maliye Bakanı, Türkiye’nin G20 sıralamasından düştüğünü ve artık ilk 20 ekonomi arasında olmadığını unuttu!
  2. Türkiye G20 içinde en yüksek işsizlik oranına sahip üçüncü ülke! Temizlik işçiliğine başvuran üniversite mezunlarını görmezden gelen iktidar, ‘ülkede işsizlik yok’ yalanına sarılıyor!
  3. Dış ticaret açığındaki büyüme devam ederken sekiz aylık açık toplamı 73 milyar doların üzerine çıktı. İktidar, dış ticaret açığının 100 milyar dolara yaklaştığını gizliyor!
  4. Ek bütçe görüşmelerinde “yeni zam ve vergi artışı yok” sözü veren iktidar, 1 Eylül’deki elektrik ve doğalgaz zamlarıyla halkı aldattı!
  5. Kur korumalı mevduata 130 milyar kur farkı ödeyen Hazine, eylül-kasım döneminde 130,5 milyar liralık yeni iç borçlanmaya gidecek!

DIŞ POLİTİKA

  1. İtalya ve İsveç’te bu ay yapılacak seçimlerde göçmen karşıtlığı ve ırkçılığın hızla seçmen tabanında karşılık bulması, demokrasi açısından endişeleri büyütüyor!
  2. Libya’da yeniden alevlenen iç savaşta Trablus ve Tobruk hükümetleri arasındaki güç mücadelesi, siyasi çözüm beklentilerini güçleştiriyor. İktidar, Libya’da da U dönüşüne hazırlanıyor!

Türkiye’nin ‘demokrasi ve kalkınmada dünyada en üst lige yükseldiğini’ söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı, aynı gün açıklanan 2022 Dünya Demokrasi Endeksi yalanladı. Adli Yıl açılışındaki, ‘Birileri, ülkemizin adalet sistemini, suç çetelerinin kirli oyunlarına kurban etmek için uğraşıyor. Böyle bir rezilliğe asla izin vermeyeceğiz’ sözleri, savcı ve hakimlere yönelik bir tehdittir! 

Daha birkaç ay önce polisle tartışan muhalefet milletvekiline ‘Türk polisine kimse el kaldıramaz’ diyerek talimatla fezleke düzenlettirip, dokunulmazlık dosyası düzenleyen iktidarın Kayseri-Tomarza ilçe gençlik kolları başkanı, karakol basıp, kimlik soran polisin burnunu kırarak hastanelik ediyor. Mersin’de aracını durduran polislere ‘şerefsiz’ diyen iktidar vekilinin hakaretine uğrayan polisler, bir yıldır açığa alınmış vaziyette. Ücret ve çalışma koşullarının insanca olması talebiyle Ankara’da yürümek isteyen özel okul öğretmenlerine yönelik şiddet ve gözaltıların ertesinde

Cumhurbaşkanı           (CB)       Erdoğan,         öğretmenleri         ‘çapulcu’       diye          nitelendirdi.

Yolsuzlukları Saray’a kadar ulaşan rüşvet ağını dile getiren muhalefet milletvekilini ‘terörist’ diye nitelendirip, ‘paçasını kurtaramaz’ diye tehdit etti. Festival, konser, sanatçı yasakları vali ve kaymakamlar eliyle sıradanlaştırılırken, Bursa-Nilüfer Belediyesi’nin düzenlediği festivalde ilçe kaymakamı tarafından ‘konaklama ve içki yasağı’ eklendi. Bir yandan ülkede terörün kökünü kuruttuğunu, iki elin parmakları kadar terörist kaldığını söyleyen iktidar diğer yandan güvenlik ve toplumsal asayiş bahanesiyle yasak üstüne yasak getiriyor. Ayyuka çıkan pis kokuların, patlayan rüşvet-yolsuzluk lağımının üstünü örtmeye çalışan, yargının elini-kolunu bağlayan iktidar, yasaklarla gündem değiştirip, yasaklamalarla gerçeklerin öğrenilmesinden korkuyor. CB Erdoğan’ın Adli Yıl Açılış Töreni’ndeki konuşmasında ifade ettiği “Birileri, ülkemizin adalet sistemini, suç çetelerinin kirli oyunlarına kurban etmek için uğraşıyor. Böyle bir rezilliğe asla izin vermeyeceğiz” sözleri, yargıya, hakim ve savcılara “sakın bu olayların, iddiaların, belgelerin üzerine gitmeyin! Gideni yakarım!” talimatı ve tehdididir. 

MHP Lideri Devlet Bahçeli'nin alelacele gerçekleştirdiği basın toplantısında, sosyal medyaya kısıtlama çağrısında bulunarak, Dezenformasyon Yasası olarak adlandırılan ancak, asıl doğru bilgilerin ve haberlerin halkla paylaşılmasını engellemek için hazırlanan düzenlemenin hemen gündeme alınıp, ekim ayında meclisten geçirilmesini istemesi, sosyal medyaya sansürün ve kirli çarkların açığa çıkmasını önlemenin iktidar ittifakı açısından ‘acil ve hayati’ olduğunun işaretidir.

İşte tüm bunlar; Türkiye’yi hızla kaos ve kargaşaya, toplumsal barış ve huzurun hasar aldığı bir ülke konumuna sürüklüyor. Türkiye, 2022 Dünya Demokrasi Endeksi Raporu’nda 179 ülke arasında 147’nci sıraya iniyor! Türkiye’nin dünyadaki algısı ‘dikta ve otoriter yönetim altındaki ülkeye’ dönüşüyor!

Türkiye, 2022 Dünya Demokrasi Endeksi Raporu’nda 179 ülke arasında 147’nci sıraya inerek, ‘Otoriter Ülke’ kategorisine alındı. Açlık ve yoksullukla boğuşan, soykırımların katliamların yaşandığı, milyonlarca kişinin evlerini ve ülkesini terk ettiği Cibuti ve Ruanda gibi ülkelerin gerisine düştü!

İsveç Göteborg Üniversitesi V-Dem Enstitüsü'nün hazırladığı 2022 Dünya Demokrasi Endeksi Raporu’nda Türkiye, 179 ülke arasında 147'nci sırada yer aldı. Demokrasi Endeksi kriterleri arasında Türkiye için ‘Toksik (zehirli) bir kutuplaşma ile en çok ve en hızlı otoriterleşen ilk 5 ülkeden birisi’ tespiti yer aldı. 

Demokrasi Endeksi Raporu’nda ‘seçimli otokrasi’ olarak tanımlanan Türkiye’ye yönelik değerlendirmede; Türkiye’de kutuplaşmanın AKP’nin 2002 yılında seçilmesi ile başladığını ve demokrasiye karşı stratejik bir araç olarak kullanıldığına yer verildi. Kutuplaşma toksik hale geldiğinde farklı kamplar birbirlerini kendi yaşam tarzlarına ya da ülkelerinin var oluşuna karşı bir tehdit olarak algılamaya başladığını, vatandaşların çok kutuplaştırıldığında demokrasiyi terk etme eğiliminin arttığına dikkat çekildi. Raporda; zehirli kamplaştırma siyasetiyle otoriterleşen ülkelerin diğer ülkeleri de etkilediği, Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinde en radikal şekilde otoriterleşen iki ülkenin Türkiye ve Yemen olduğu yer aldı.

 

2022 Dünya Demokrasi Endeksi (179 Ülke)

İsveç

140

Kamerun

146

Bangladeş

2

Danimarka

141

Vietnam

147

TÜRKİYE

3

Norveç

142

İran

148

Gine

4

Kosta Rica

143

Cibuti

149

Esvatini

5

Yeni Zelenda

144

Mısır

150

Kongo

..

 

145

Ruanda

..

 

 

TARTIŞMA-İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ SIRALAMASINDA DA DİPTEYİZ!

1

Norveç

137

Cibuti

168

TÜRKİYE

..

 

..

 

169

Belarus

 

Müzakereci demokrasiler, ifade özgürlüğü, muhalefet, üniversiteler, iş dünyası, vb. medyaya baskıya kadar farklı parametrelerde yaklaşık 30 milyon veri ışığında derlenen V-Dem Demokrasi Raporu'nda Türkiye, en alt yüzde 10-20 demokrasi seviyesinde yer aldı.

İnanç, mabet, kutsal değerler, beka söylemleriyle üzerinde oturdukları bataklığı, çamuru gizlemeye çalışan iktidardan yayılan pis kokular tüm ülkeye, tüm dünyaya yayılıyor. Dünya Demokrasi Endeksi raporlarına kadar giriyor. Rüşvetin, hırsızlığın, yolsuzluğun sorgulanamadığı, yargının harekete geçmesinin engellendiği otoriter, baskıcı, tehditkâr yönetim tarzı, AK Parti iktidarının öncelikli tercihine dönüştü!

Adalet Bakanlığı İstatistiklerine göre yaklaşık 15 milyon kişi adliyelerde, yargıyla muhatap konumda. Partizan atamalar ve mülakatlar sonrası yargıda görevli hakim ve savcıların yüzde 50’den fazlası mesleki deneyim ve kıdemden yoksun. Sadece bu bile yargı mensuplarının siyasi talimatlar karşısında neden bağımsızlık ve tarafsızlıklarını koruyamadıklarını somut olarak gösteriyor!

Yeni Adli Yıl açılışında yine yargıda yapacakları reformlardan söz eden CB Erdoğan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Türkiye ile ilgili davalarda siyasi karar verdiğini öne sürdü. Bir anlamda mahkemelere ve hakimlere ‘AİHM kararlarına uymayın’ talimatı olarak nitelendirilebilecek bu ifadeler adalet, yargı ve hukuk devleti üzerindeki siyaset gölgesinin yeni adli yılda da artarak devam edeceğini gösterdi. Adalet Bakanlığı'nın son güncel Adli İstatistiklerine 2021 sonu itibarıyla Türkiye'de hakim ve savcı olarak toplam 23 bin 103 yargı mensubu görev yapıyor. Hakim sayısı 15 bin 614, savcı sayısı ise 7 bin 489. Savcı başına düşen dosya sayısı geçen yıl sonunda 418'e, hakim başına düşen dava dosyası 799’a yükseldi. 

2020 yılında 8 milyon 995 bin olan soruşturma sayısı geçen yıl 1 milyon dolayında artışla 9 milyon 856 bine, bu dosyalardaki şüpheli sayısı ise 1 milyon 345 bin artarak 14 milyon 345 bin 936 oldu. Şu an itibarıyla soruşturma sayısının 10 milyonu, bu soruşturmalara muhatap olan kişi sayısının ise 16 milyonu bulduğu tahmin ediliyor.  Savcılıklarda yürütülen soruşturmaların yanı sıra 2021 yılına devreden dava sayısı 3 milyon 290 bin ve bu davaların 2 milyon 529 bini mahkumiyetle sonuçlanmış durumda. Bugüne kadar defalarca yargı reformu paketi ve son olarak İnsan Hakları Eylem Planı’nı açıklayan iktidar yargı bağımsızlığı, adil yargılanma hakkı, yargıç teminatı vb. konuların hiç birisinde somut adım atmadığı gibi eylem planında hakimler için 6 ay içinde hayata geçirileceği vaat edilen ‘coğrafi teminat’ sözü tutulmadı. 2016 yılındaki 15 Temmuz darbe girişiminden sonra en büyük tasfiyenin gerçekleştirildiği yargı sisteminde yapılan ihraçlar sonrası ortaya çıkan hakim ve savcı açığı siyasi referanslarla kapatılmaya çalışılarak yargı siyasallaştırıldı. Hakim ve Savcılığa girişlerde KPSS’deki 70 baraj puanı kaldırıldı. Bugüne kadar 12 bin hakim ve savcı ataması yapıldı. Bu hakim ve savcılar zorunlu staj ve meslek içi eğitim süreçlerini tamamlamadan göreve başlatıldı. Dolayısıyla halen görevdeki hakim ve savcıların yaklaşık yarısının mesleki deneyimi ve kıdemi 5 yılın altında. 

2017’deki anayasa değişikliğiyle yapısı değiştirilen Hakimler-Savcılar Kurulu yeni yönetim sistemine geçişle birlikte tamamıyla politize oldu. HSK'nın Başkanı Adalet Bakanı ve bir üyesi de Adalet Bakan Yardımcısı. Adalet Bakanı'nın isteği dışında HSK’dan karar çıkması olanaksız. Yeni adli yılda ve yaklaşan seçime doğru iktidarın yargıyı daha pervasızca kullanması, kaygı ve endişe yaratmaya yönelmesi kanımca şaşırtıcı olmayacaktır.

TÜİK, bu yılın ikinci çeyreğinde büyüme hızının yüzde 7,6 olduğunu açıkladı. Hazine ve Maliye Bakanı, bu oranın G20 ve OECD ülkeleri içerisinde en yüksek ilk üç orandan birisi olduğunu belirterek uygulanan Türkiye Ekonomi Modelinin istikrarlı ve kalıcı büyüme sağladığını savundu. Ancak Türkiye’nin G20 sıralamasından düştüğünü, artık ilk 20 ekonomi arasında olmadığını unuttu!

Yüksek büyüme hızıyla övünen iktidar aynı gün gece yarısı elektrik ve doğalgaza meskenlerde yüzde 20, sanayide yüzde 50 oranında zam yaparak 1 Eylül’den itibaren uygulamaya koydu. Bir yandan kalıcı, istikrarlı büyümeden söz eden iktidar diğer yandan yaptığı bu zamlarla yaklaşan kışta sözde büyüyen Türkiye’nin 85 milyon vatandaşını donmaya, sanayicisini ise üretimden koparak kapısına kilit vurmaya, milyonlarca kişiyi işsizliğe mecbur edecek.

Bu yılın nisan-haziran döneminde Türkiye ekonomisinin yüzde 7,6 oranında büyümesine karşılık, kişi başına düşen milli gelir (KBMG) 2013’teki 12 bin 582 doların 3 bin dolar altına inerek 9690 dolar oldu. İkinci çeyrekte ücretlilerin milli gelirden aldığı payın yanı sıra tarım ve inşaat sektörleri de daralarak eksi büyümeyle küçülen kesimler oldu. Yüzde 7,6’lık büyümeye karşılık tarımdaki daralma eksi yüzde 2,9 olurken, bu aynı zamanda çok ciddi bir üretim düşüşü anlamına geliyor. TÜİK’in yüzde 80’e varan resmi enflasyon rakamına karşılık gıda enflasyonunun yüzde 95’in üzerinde seyretmesi, önümüzdeki aylarda olası gıda fiyatları ve gıda kıtlığı açısından endişe verici. Sanayi sektöründeki ikinci çeyrek büyümesi yüzde 7,8, imalat sanayiinde ise yüzde 9,1 oldu. İnşaatta, yürütülen tüm kampanyalara, kamu bankalarının ucuz kredi desteğine rağmen geçen yıldan bu yana inşaat sektörü kesintisiz şekilde dört çeyrektir küçülüyor. 2022 ikinci çeyrekte de inşaat sektörü eksi yüzde 10,9 küçülme yaşadı. Hizmetler sektörü yüzde 18,1 oranıyla büyümesini sürdürdü ve GSYH artışına 4,24 puanlık katkı sağladı. Banka-finans sektörü gerek uygulanan faiz indirimi politikasıyla Merkez Bankası’ndan sağladığı sudan ucuz finansman kaynaklarını 3-4 misli faizle kredi olarak vererek gerekse Kur Korumalı Mevduat (KKM) ile sağladığı ucuz kaynaklar sayesinde hem kârını hem de faiz gelirlerini kat kat artırdı, büyüme yüzde 26,6 oldu. Yüksek enflasyonun alım gücünü erozyona uğratmasıyla tüketici kredisi ve kredi kartı harcamaları ikiye-üçe katlanan vatandaşlar, fiyatların daha da yükseleceği kaygısıyla tüketimlerini öne çekince hane halklarının özel tüketim harcamaları yüzde 125 arttı. Özel tüketim harcamalarındaki büyüme hızı geçen yılın aynı çeyreğine göre yüzde 22,5 yükseldi. 

  • Devletin tüketim harcamaları yüzde 2,3 büyürken, yükselen enflasyon nedeniyle hanelerin tüketim harcamalarının bunun 10 katı düzeyine ulaşması, üretimden değil tüketimden kaynaklı büyümenin en somut göstergesi!

Gerek alım gücündeki düşüş gerekse Merkez Bankası ve BDDK’nın özellikle tüketici kredilerine yönelik yeni kısıtlamaları, bireysel ihtiyaç kredisi faizlerinin yükseltilmesi, 3 ve 4’üncü çeyreklerde özel tüketim harcamalarından büyümeye gelen katkıyı sert şekilde aşağı çekecek.

  • Yüksek büyüme hızına karşılık, milyonlarca ücretli-çalışan-dar gelirlinin fakirleştiği, milli gelirden aldığı payın uygulanan ekonomi politikaları ve yeni ekonomi modeliyle hızla gerilediği açığa çıktı.

2016 yılı ikinci çeyrekte sermayenin milli gelirden aldığı pay yüzde 41,1, işgücünün aldığı pay yüzde 40,5 ile başa baş noktadaydı. 2016’da GSYH’deki payı yüzde 41,1 olan sermaye-rant kesimi iktidarın ekonomi politikalarıyla bu payı 2020’de yüzde 49,4’e, 2021’de yüzde 52,5’a, 2022’nin ikinci çeyreğinde ise yüzde 54’e yükseldi. GSYH içinde işgücünün aldığı pay ise 2016’da yüzde 40,5 iken, 2020'de yüzde 32,9’a, 2021'de yüzde 30,1’e geriledi. 2022’nin ikinci çeyreğinde işgücünün-çalışanücretli milyonların milli gelirden aldığı pay yüzde 25,4’e indi. Sermaye-rant kesimi beş yılda GSYH’daki payını yaklaşık 14 puan artırırken, işgücünün-ücretlilerin payı 15 puan azaldı. CB Erdoğan’ın ve Hazine ve Maliye Bakanı Nebati’nin uygulanan yerli-milli Türkiye Ekonomi Modelinin ya da Yeni Ekonomi Modelinin ‘olumlu sonuçları’ dediği budur! İktidar bilerek uyguladığı ekonomi modeli ve ekonomik tercihleriyle yoksullardan, ücretlilerden, çalışanlardan kesip, sermaye-rant-faiz geliri sahiplerinden oluşan dar bir kesime servet aktararak zengini daha zengin yaparken, muhtaçları, dar gelirlileri, ücretlileri kat kat yoksullaştırdı. Büyüme rakamlarına göre 2022’nin 2. çeyreğinde toplam işgücü ödemeleri geçen yıla göre sadece yüzde 66,4 artmış. Temmuz itibarıyla yüzde 80’e dayanan enflasyon karşısında yüzde 7,6’lık büyümeye rağmen emeğe yapılan ödemeler reel olarak yüzde 14 azalmış. Sermayenin payındaki artış ise emeğin payının iki katından fazla ve yüzde 134,7! İşte Erdoğan-Nebati Modelinin neden 25 milyondan fazla icra davasına yol açtığının, kredi borcunu ödeyemeyenlerin sayısının neden 4,5 milyona yaklaştığının, son bir yılda niçin 105 bin küçük esnafın kepenk kapattığının, niye Türkiye’nin yüzde 7,6 büyümeye rağmen risk priminin 800 puanı aştığının somutlaştığı, gizlenen ama gerçek büyüme tablosu bu!

İktidarın 2023’te 2 trilyon dolarlık GSYH ve kişi başına 25 bin dolar milli gelirle dünyanın en büyük ilk 10 ekonomisinden birisi olacağı yalanını yıllardır yinelediği Türkiye’yi bilerek ve isteyerek getirdikleri nokta budur. Bugüne kadar hiçbir iktidar döneminde, hiçbir ekonomik krizde emeğin, işgücünün milli gelirden aldığı pay bu seviyeye (yüzde 25,4) düşmedi. Görünen gerçek Erdoğan-Nebati ekonomi modeliyle bu pay daha da düşecek. İktidar ve dar çevresi dışında toplumsal yoksullaşma daha da ağırlaşacak!

Türkiye G20 içinde en yüksek işsizlik oranına sahip üçüncü ülke! Dört-beş işsizin işini elinden alıp, dört-beş yerden maaşlı iktidar kadroları kamu kurumları ve bankalarına doldurulurken, temizlik işçiliğine başvuran üniversite mezunlarını görmezden gelen iktidar, ‘ülkede işsizlik yok’ yalanına sarılıyor!

İktidar, TÜİK’in tartışmalı resmi verileriyle; Haziran’da yüksek öğrenim mezunu 1,5 milyon gencin işsiz olduğundan, 15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranının ise yüzde 20,3’e yükseldiğinden habersiz. Genç işsizlerde işsizlik oranı; erkeklerde yüzde 17,1, kadınlarda yüzde 26,3 olarak açıklandı. Resmi işsizlik oranı yüzde 10,3. Dar tanımlı işsiz sayısı 3 milyon 654 bin, geniş tanımlı 8,2 milyon kişi. İŞKUR’a kayıtlı işsiz sayısı da yine 3,5 milyonun üzerinde! 

Gazetelerde yer alan, TV ekranlarına da yansıyan bazı haberlere bakılırsa; Gençlik ve Spor Bakanlığı Adıyaman Gençlik ve Spor il Müdürlüğü'nde açılan 6 kişilik erkek temizlik görevlisi kadrosuna, 3 bin 813 kişi başvururken yine Adıyaman’da Sağlık Bakanlığının 19 temizlik görevlisi kadrosuna başvuranların sayısı 17 bin 86 kişi. Bunlar arasında 2 yıllık yüksekokul-ön lisans mezunlarının sayısı 2170 kişi. Yine Adıyaman’da 6 şoför kadrosuna yapılan başvuru 4089 kişi! İstanbul'daki 100 güvenlik kadrosuna 3 bini üniversitelerin ön lisans, 2057’si dört yıllık lisans bölümlerinden mezun 16 bin 583 kişi başvurdu. Şanlıurfa'da açılan 60 temizlik işçisi kadrosuna yapılan başvuru sayısı ise 53 bin 224 kişi, olurken, 3 şoför kadrosuna da 6017 kişi başvurdu. Aksaray Üniversitesi’nin Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne alacağı 261 personel için verdiği ilana 13 bin kişinin başvurduğu açıklandı. 

  • CB Erdoğan, İletişim Başkanından her gün kendisine iş ilanları ve başvuru sayılarını içeren bir bilgi notu hazırlamasını isteseydi bu gerçeği görür, Kütahya meydanında milyonlarca işsizle alay etmezdi!

G20 ülkeleri içinde en yüksek işsizlik yüzde 33,9 oranıyla, Türkiye gibi dünyadaki beş kırılgan ekonomi arasında yer alan Güney Afrika’da. Bu ülkeyi yüzde 12,48 oranıyla İspanya izliyor ve Türkiye yüzde 10,3 oranındaki işsizlikle üçüncü sırada bulunuyor. 

Avrupa’da Eurostat verileriyle Türkiye işsizlikte 9’uncu sırada olmasına karşılık Türkiye’nin üzerinde olan ülkeler ise İspanya ve Yunanistan dışında ekonomik büyüklük ve gelişmişlik açısından Türkiye ile kıyaslanamayacak Makedonya, Kosova, Arnavutluk, Karadağ, Bosna-Hersek gibi ülkeler.

İktidarın ‘bizi kıskanıyorlar, market rafları bomboş, enflasyonda rekor kırıyorlar’ dediği ülkeler yüzde 2-5 arası işsizlik oranlarıyla Türkiye’nin çok gerisinde. Anlaşılan iktidar her konuda olduğu gibi işsizlikte de halka yalan söylemek dışında bir seçenek üretemiyor!

Dış ticarette daha önce öngördüğüm büyük tehlike ağustos rakamlarıyla belirginleşti. Dış ticaret açığındaki büyüme devam ederken sekiz aylık açık toplamı 73 milyar doların üzerine çıktı. İktidar, sadece ihracat boyutunu vurgulayarak dış ticaret açığının hızla 100 milyar dolara yaklaştığını gizliyor!

Türkiye ihracatı ağustos ayında yüzde 13 artışla 21,3 milyar dolar olurken 8 aylık ihracat toplamı 165,6 milyar dolar tutarında gerçekleşti. Buna karşılık ithalat ise geçen ay yüzde 40,8 artarak 32,6 milyar dolar oldu. Ocak-Ağustos dönemi sekiz aylık ithalat toplamı 239,1 milyar dolara ulaşırken, dış ticaret açığı 73 milyar doları aştı.

  • Ağustos ayında Türkiye'nin ihracatı bir önceki yılın ayına göre yüzde 13 artışla 21,3 milyar dolara ulaşırken, ithalat ise bunun iki katı düzeyinde arttı.
  • İhracatın ithalatı karşılama oranı da geçen yılın aynı dönemindeki yüzde 80’ler seviyesinden yüzde 65 düzeyine geriledi.

Euro/Dolar paritesindeki gelişmeler dış ticaret üzerindeki etkisini hissettirmeye başlarken, dış ticaret açığında bir ayda yaklaşık 11 milyar dolarlık yükseliş yaşanmasında parite etkisi büyük. 

Ağustos ayında en fazla ihracat yapan ilk 5 sektör sırasıyla; 2,9 milyar dolar ile kimya, 2,3 milyar dolar ile otomotiv, 1,84 milyar dolar ile hazır giyim, 1,82 milyar dolar ile çelik ve 1,3 milyar dolarla elektrik-elektronik oldu. En çok ihracat yapılan ilk 5 ülke Almanya, ABD, Irak, Birleşik Krallık ve İtalya. Savaş nedeniyle ABD ve AB ülkeleri tarafından yaptırım uygulanan Rusya ise her ne kadar ilk beş arasında yer alamasa da ihracat açısından yeni fırsatlara zemin yaratıyor. Rusya’ya yönelik ihracat istikrarlı bir şekilde her ay artarken şu ana kadar gözlenen artış geçen yıla kıyasla yüzde 110’u buldu. Sekiz ayda 73 milyar doları aşan dış ticaret açığındaki bu süreç, yılsonunda dış ticaret açığının 100 milyar dolara ulaşmasının hatta aşmasının kuvvetli ihtimal olduğunu gösteriyor. Dış ticaret açığının artarak sürmesi, diğer yanıyla cari açık üzerindeki negatif etkisini büyütecektir. 

  • Haziran ayı itibarıyla 32 milyar doları bulan cari açığın, dış ticaretteki bu süreçten etkilenmesi ve 50 milyar doları aşması bugünden kaçınılmaz görünüyor.

Bu durumda cari açığın sağlıklı kaynaklardan finansmanı giderek zorlaşacak ve eksiye düşen Merkez Bankası rezervlerinin cari açığın finansmanında kullanılması hızlanacaktır. Bu da daha önce sıklıkla vurguladığım gibi döviz kıtlığını, döviz darboğazını tetikleyecek, kısa vadeli döviz borçlarının çevrilmesindeki sıkıntıları artıracaktır!

1 Eylül’de elektrik ve doğalgaza yapılan yüklü zamlar, zincirleme şekilde tüm mal ve hizmetlerin fiyatlarında artışa, enflasyonda radikal yükselişe neden olacaktır. Ödenemeyen faturalar nedeniyle icralık olan milyonlarca kişiye, icra dosyalarını kapatmayı vadeden iktidar, bu zamlarla yeni icraların kapısını açtı!

Yılbaşı gecesini yüzde 127 oranındaki elektrik ve yüzde 50’yi aşan doğalgaz zammıyla millete zehreden iktidar, 1 Eylül’de yeni elektrik-doğalgaz zamlarını yürürlüğe koydu. Aileleri ve işletmeleri ağır enerji faturalarıyla yıkıma sürükleyecek bu adım; milyonlarca haneyi elektrik ve doğalgazsız, fatura davaları ve icralarla karşı karşıya bırakacaktır. Ticaret Bakanı Mehmet Muş, bütçe imkânları elvermediği için elektrik ve doğal gaz zamlarının yapılmasında mecbur kalındığını açıkladı. Oysa 2022 bütçesini 6 ayda tüketip, TBMM’den 1,2 trilyonluk ek bütçe geçiren iktidarın Hazine ve Maliye Bakanı, ‘Bu bütçe nedeniyle zam yapılmayacak, yeni vergi konulmayacak, vergi artışına gidilmeyecek.’ demişti. İktidarın topluma, sanayiciye hediyesi ZAM oldu! Zamlar 1 Eylül’de yürürlüğe konulduğu için 5 Eylül’de açıklanacak ağustos enflasyonuna yansımayacak, eylül enflasyonuna sarkacak. Ancak temel girdi olan elektrik ve doğalgaza yapılan bu zam, tüm mal ve hizmetlerin fiyatlarında, hemen tüm sektörlerde zincirleme zamları ve nihai ürün fiyatlarında artışları beraberinde getirecek. 

  • TÜFE sepetinde elektrik fiyatlarının yüzde 2,32, doğalgazın yüzde 1,55 ağırlığı bulunuyor. Bu iki zam eylül enflasyonunu asgari 0,8-0,9 puan yukarı çekecek.

Sanayide kullanılan elektrik ve doğalgaza yapılan zam oranının yüzde 50 düzeyinde olması nihai mamul fiyat artışları ve diğer dolaylı etkilerle enflasyona 2 puana kadar yükseltici etki yapabilecek. Bu zamlar sonrasında ekim-kasım aylarında yıllık TÜFE oranının yüzde 85-90 bandında oluşması yüksek ihtimal. 

  • Yılbaşından bu yana konutlarda kullanılan doğalgazın fiyatı yüzde 174, kademeli şekilde küçük ve orta boy işletmelerde kullanılan doğalgaz fiyatı yüzde 277 ve büyük ölçekli sanayide kullanılan doğalgaz fiyatı yüzde 379 artmış oldu.
  • Elektrikte ise konutlardaki fatura yüzde 109-212 arasında, ticarethanelerin elektrik fiyatı yüzde 177-269 arasında ve sanayinin kullandığı elektriğin fiyatı yüzde 408 oranında arttı.

Kullandığı elektrik 8 ayda yüzde 408 zamlanan bir sanayi kuruluşunun üretimini sürdürmesi giderek olanaksız hale gelecektir. İktidarın faiz-döviz-kur politikalarıyla dünyadaki ortalama fiyatların çok üzerinde fiyatlar ve zamlarla karşı karşıya kalan aileler ve işletmeler, iktidarın yanlışlarının bedelini ödemeye mecbur edilmektedir. 

Tüm bu zamların temelinde iktidarın elektrik ve doğalgaz dağıtımını özelleştirmesi, verilen kur ve alım garantileri, kamuya ait termik-hidrolik ve doğalgaz elektrik santrallarının iktidara yakın şirketlere, müteahhitlere hazine garantili-kefaletli döviz kredileriyle satılması yatmaktadır.

Önümüzdeki kış aylarında özelleştirilen pek çok üretim-dağıtım bölgesinde, elektrik ve doğalgaz kesintileri, ödenmeyen faturalardan dolayı elektrikdoğalgazı kesilen milyonlarca hane ve işyerleri, fabrikalarla birlikte pek çok ilde yeni ‘Isparta vakaları’ yaşanacaktır. İktidarı bu zamları geri çekmesi, elektrik ve doğalgaz faturalarında en az yüzde 25 destek ödemesi veya sübvansiyon uygulanması konusunda uyarıyorum!

Mart-Temmuz arası beş ayda Hazine ve Merkez Bankası’ndan Kur Korumalı Mevduat (KKM) hesaplarına 130 milyar kur farkı ödenirken, Hazine ve Maliye Bakanlığı eylül-kasım dönemi için üç ayda 130,5 milyar liralık yeni iç borçlanmaya gidecek. Dış borçlanma yapamayacak!   

Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın duyurduğu eylül-kasım dönemi borçlanma stratejisine göre bu üç aylık dönemde 130,5 milyar liralık yeni borçlanmaya gidilecek. Temmuz ayı itibarıyla her 100 liralık ana para borcuna karşılık 143 lira faiz ödeme mecburiyetiyle karşı karşıya bulunan hazine, bu yeni borçlanmalarla birlikte her 100 liralık ana para borcuna karşılık 150 lira faiz ödeme riski altında olacak. Hazinenin eylül-kasım dönemi iç borçlanma stratejinin ayrıntılarına bakıldığında, bu dönemde dış borçlanma yapılmayacağı anlaşılıyor. Bunun nedeni ise uygulanan ekonomi programı, para-faiz-döviz kuru politikalarıyla yeniden 800 puanın üzerine çıkan ülke risk puanının (CDS) hazinenin elini-kolunu bağlaması. Hazine Libor+8 düzeyine çıkan maliyetlerle dışarıdan döviz borçlanmaya kalkacak olursa en az yüzde 12-13 oranında dolar faizi ödemek zorunda. Bu oranın her geçen gün daha da artması söz konusu. O yüzden iktidar içeriden borçlanmaya hız veriyor, bankaları hazine kâğıdı almaya zorlamak için peş peşe yeni kararlar, tebliğler yayınlıyor. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın üç aylık borçlanma stratejisi çerçevesinde eylülde 30,2 milyar liralık iç borç geri ödemesine karşılık 50 milyar liralık yeni borçlanma yapılacak. Ekimde ise 61,7 milyar liralık iç borç servisine karşılık 50 milyar TL, kasımda da 30,1 milyar liralık iç borç servisine karşılık 30,5 milyar TL yeni iç borçlanma yapılması öngörülüyor. Eylül ayındaki iç borçlanmanın 40 milyar lirası, ekim iç borçlanmasının 44,9 milyar lirası ve kasım ayındaki iç borçlanmanın ise 27,6 milyar lirası piyasadan, yani bankalardan yapılacak. 

İktidarın borcu borçla çevirme üzerine kurduğu borçlanma stratejisiyle geri ödenenden daha fazla yeni borçlanmaya gidilmesiyle iç borç stoku hızla kabarmaya devam edecek!

İtalya ve İsveç’te bu ay yapılacak seçimlerde Neo-Nazi ve Faşist Partilerin yükselişi, göçmen karşıtlığı ve ırkçılığın hızla seçmen tabanında karşılık bulması, demokrasi açısından endişeleri büyütüyor!

İsveç’te 11 Eylül’de, İtalya’da ise 25 Eylül’de yapılacak erken seçimler öncesinde Faşist-Irkçı-Aşırı Milliyetçi partilerin ve bu partiler öncülüğündeki aşırı sağ ittifakların anketlerdeki yükselişi Avrupa’da demokrasi kaygılarını büyütüyor. Özellikle Rusya-Ukrayna savaşının Avrupa ülkelerinin ekonomilerinde yarattığı derin sarsıntı, bugüne kadar son 40 yıldır görülmeyen düzeylerdeki enflasyon artışı ve başta enerji fiyatları olmak üzere artan hayat pahalılığı geniş kitleleri olumsuz etkiliyor. Rusya’ya uygulanan yaptırımlar ve Rusya’nın da petrol ve doğalgazı kesmesiyle yaklaşan kış için Avrupa ülkelerinde artan endişeler, iktidardaki sosyal demokrat ve liberal partilerin ciddi oy kayıplarına neden oldu.

İtalya’da Faşist Mussolini’nin siyasi mirasçılarının kurduğu İtalya’nın Kardeşleri (Fdl) partisi öncülüğündeki sağ ve aşırı milliyetçi seçim koalisyonu anketlerde yeni hükümeti kurma konusunda en yüksek desteğe sahip görünüyor. Faşist/ Nazi Fdl liderliğindeki sağ koalisyonun seçmen desteği ve parlamentoda çoğunluğu sağlama endişesi aynı zamanda ‘İtalya’da demokrasi rafa mı kalkıyor?’ sorusunu da siyasetin ve Avrupa’nın gündemine taşıdı. 

İtalya’nın Kardeşleri partisinin Neo-Nazi lideri Giorgia Meloni, küreselleşme ve AB karşıtı. Aynı zamanda göçmen karşıtı sert bir ırkçı olan Meloni, Yahudi karşıtı olmadığını ısrarla vurguluyor. İtalya’da solun bittiğini, seçimler sonrası İtalya ve Avrupa’da ‘Faşizm Baharı’ başlayacağını, bu dalganın kısa sürede Polonya, Macaristan, Fransa ve Almanya’yı da saracağını savunuyor. 

Meloni’nin seçim koalisyonunun diğer öne çıkan ismi, yine aşırı sağcı ve yabancı karşıtı Lega Partisi’nin lideri Matteo Salvini. Siyasi lakabı ‘Küçük Mussolini’ olan Salvini’nin yanı sora sağ koalisyonun diğer ortağı eski Başbakan Silvio Berlusconi’nin partisi Forza İtalia. Ağır borç batağında olan İtalya ekonomisi AB desteği ve fonlarına büyük ölçüde muhtaç konumda. Daha önce Yunanistan, İspanya ve Portekiz ile euro bölgesi krizinde ağır hasar alan İtalya ekonomisi moratoryum noktasına gelmiş, AB ve IMF desteğiyle bu süreçten çıkabilmişti. Üç faşist ve aşırı sağ partiyi bir araya getiren Meloni liderliğindeki sağ koalisyon, halka olağanüstü ekonomik vaatler, vergi indirimleri, maddi destekler vs. vaat ediyor. 

  • Son dönemde faşist sağ partilerin yükselişi, önceki koalisyonlarda Salvini’nin partisinin hükümet ortağı olması İtalya demokrasisinin dünya demokrasi endeksinde gerilemesini beraberinde getirdi ve 31. sıraya indi.

İtalyan seçim sistemi tek başına bir partinin iktidara gelmesini olanaksız kıldığı için birden fazla partiden oluşan koalisyonlar yıllardır ülkeyi yönetiyor. 

  • 25 Eylül’deki seçim sonuçları şayet faşistlerin-neo nazilerin zaferiyle sonuçlanırsa İtalya’da ve AB içinde çok derin yeni siyasi çalkantılar ortaya çıkabilir.
  • Aynı şekilde İsveç’te de 11 Eylül Pazar günü yapılacak erken seçimde İsveç’i İskandinav ülkelerini ve Avrupa’yı sarsacak bir siyasi tablo ortaya çıkabilir.

Kamuoyu araştırmalarına göre İkinci Dünya Savaşı’nda nazilerle iş birliği yapan İsveç Demokratları (SD) partisi bugüne kadar hep ilk sırada olan Sosyal Demokrat Parti’yi (SDP) yakalamak üzere. 

  • Şu anda anketlerde ikinci sırada yer alan Nazi partisi SD’nin oyu yüzde 20’nin üzerinde görünüyor.
  • Karşı blokta ise Sosyal Demokrat Parti öncülüğünde Çevre Partisi, Merkez Parti ve Sol Parti yer alıyor.

Eski İsveç Komünist Partisi’nin devamı olarak görülen Sol Parti tıpkı SD gibi ‘aşırıcı’ olarak görüldüğü için seçim ittifakında yer almasına karşılık bugüne kadar hiçbir sosyal demokrat hükümette bakanlık verilmedi ve hükümeti hep dışarıdan destekledi. Şimdi her iki ittifak, ‘aşırı’ olarak görülen SD ve Sol Parti de bakanlık ve hükümette yer almak istiyor ve pazarlık yapıyor. İsveç’te özellikle Somalili göçmenlerin banliyölerde oluşturdukları gettolar ve suç bölgeleri, çeteleşmeler yabancı ve İslam karşıtlığını yaygınlaştırmış durumda. 

  • Somalili çetelerin birbirleriyle hakimiyet savaşları İsveç’te bugüne kadar görülmemiş bir cinayet dalgasına ve suç artışına yol açmış durumda. Eurostat verileriyle son bir yılda Avrupa’da en çok cinayet İsveç’te yaşanıyor.

Irkçılığı da körükleyen bu süreçten ötürü Avrupa’nın ‘sakin demokrasisi’ olarak adlandırılan İsveç ve diğer İskandinav ülkelerinde (Norveç, Danimarka, Finlandiya) halkın artan endişeleri, güvenlik kaygısı ve yabancı düşmanlığı tırmanışta. O yüzden her iki seçim ittifakı da öncelikle güvenlik, göçmen çeteleriyle mücadele ve yabancıların entegrasyonu konularındaki vaatlere öncelik veriyor.

Bunun yanı sıra Nazi partisi SD’nin parlamentoda güçlü bir şekilde yer alması, İsveç demokrasisi ve Avrupa açısından kritik önemde olacak. İtalya ve İsveç seçimleri özellikle aşırı sağın ve Faşizmin-Neo Nazizmin Avrupa’daki yükselişi açısından siyasi konjonktürü ve dengeleri derinden etkilemeye aday görünüyor!

Libya’da yeniden alevlenen iç savaşta Trablus ve Tobruk hükümetlerinin Başbakanları Abdülhamid Dibeybe ve Fethi Başağa arasındaki güç mücadelesi, siyasi çözüm beklentilerini güçleştiriyor. Her iki taraf kendisini ‘meşru yönetim’ sayıyor ve uzlaşmaya yanaşmıyor!

Libya’da geçen yıl 24 Aralık’ta yapılması konusunda tarafların anlaşmaya vardığı seçimlerin son anda iptal edilmesiyle tırmanışa geçen gerginlik, Tobruk’taki Ulusal Meclisin Trablus hükümetini güvensizlik oylamasıyla düşürdüğünü ilan etmesi ve eski İçişleri Bakanı Fethi Başağa’yı Başbakan olarak atadığını duyurmasıyla yeni bir boyut kazanmıştı. Trablus yönetiminin Başbakanı Abdülhamid Dibeybe kendisinin meşru başbakan olduğunu ve görevden ayrılmayacağını ilan etti. Tobruk yönetimi ise Dibeybe yönetiminin düştüğünü meşru Başbakanın Başağa olduğunu duyurdu. Aşiretler Dibeybe ve Başağa arasında bölünürken son birkaç haftadan bu yana Başağa’ya bağlı güçlerin Trablus’a yönelik saldırıları başarılı olamadı. 

Trablus yönetimini destekleyen iktidar, Tobruk yönetimi ve Libya Ulusal Meclisi ile diyalogdan kaçınıyordu. Rusya, Mısır, Fransa, İtalya’nın desteğine sahip Tobruk yönetimi, Türkiye ile Trablus yönetimi arasında imzalanan petrol, ekonomik iş birliği ve askeri iş birliği anlaşmalarının hükümsüz olduğunu öne sürüyor. Ancak son birkaç günden bu yana CB Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Libya’daki gelişmelerde devreye girdi. Trablus ve Tobruk Başbakanları Dibeybe ve Fethi Başağa Türkiye’ye davet edilerek İstanbul’da CB Erdoğan arabuluculuğuyla uzlaştırılmaya, iç savaşı sonlandırmaya ikna edilmeye çalışılıyor. 

Bu girişimde dikkat çeken gelişme, Tobruk yönetiminin Başbakanı Fethi Başağa’nın görüşmeye davet edildiğinin resmi olarak Cumhurbaşkanlığı tarafından açıklanması ve CB Erdoğan’ın Başağa ile görüşeceğinin duyurulması. Libya Başbakanı olarak bugüne kadar Dibeybe’yi tanıyan iktidarın Tobruk Başbakanı Başağa ile ilgili bu resmi davet ve görüşme programı açıklaması tarafları uzlaştırma yanında bir tavır değişikliğinin de işareti olarak görülebilir. 

Tahıl Koridoru anlaşmasından umduğu siyasi yankıyı ve küresel liderlik imajını parlatma beklentisini karşılayamayan CB Erdoğan, Libya’da arabuluculuk ve barış elçisi pozisyonuyla ‘Dünya Lideri’ algısını seçmen nezdinde muteber kılmak istiyor. 

Suriye’deki gibi Libya iç savaşında taraf olan İhvancı yaklaşımla sürece müdahale ederek, Suriye’den paralı cihatçı milisleri Libya’ya taşıyan iktidarın, şimdi Libya’da da sıkıştığı, bugüne kadar yok saydığı Tobruk yönetimiyle diyalog arayışına girdiği görülüyor. Barış elçisi ve uzlaştırıcı rolünü üstlenerek olası gelişmelerden kendisini sıyırıp aklamaya, olabildiğince bu süreci yöneterek siyasi nema sağlamaya çabalıyor!