Ussal Şahbaz yazdı: Medya bu hale nasıl geldi?

ABD seyahatinden dönüşünde Cumhurbaşkanı Erdoğan seyahat eden gazetecilerin soracakları soruların önceden tespit edildiğinin ortaya çıkması kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Tartışmalar genelde gazetecilik etiği üzerinden yürüdü. Bizim gazetemizin adı EKONOMİ olduğu için ben işin ekonomisini tartışacağım. Acaba bu hale nasıl geldik? Çünkü her etik üst yapının bir de ekonomik altyapısı vardır.

Önce yazılı medyanın altın çağına geri dönelim: 1990’lar ve 2000’lerin Amerika’sına. Geçenlerde yayımlanan ve aşağıda isimlerini bulabileceğiniz iki kitap, o zamanların kültürel açıdan en önemli medya grubu Condé Nast’ın şaşalı hayatını anlatıyor. Condé Nast, Vogue, Vanity Fair, New Yorker gibi dünyanın önde gelen dergilerini bünyesinde barındıran küresel bir medya kuruluşu. Ankara’daki üniversite yıllarımda bu dergilerin İngilizce nüshaları o zaman Ankara’da Tunalı Hilmi Caddesi’nde bulunan Üniversite Apartmanı’ndaki Dünya Kitabevi’nde satılırdı. Ben de Bilkent’in kütüphanesinde okurdum.

Ussal ŞahbazIn Ekonomim'deki yazısı şöyle devam ediyor; Vogue’daki kıyafetleri alabilmek bir sınıf atlama olarak görülebileceği gibi, ortalama bir makalenin 400 bin dolara mal olduğu rivayet edilen New Yorker’daki yazıları sindirerek okuyacak zaman bulabilmek de tamamen üst sınıf bir hareketti. Bu yayınlar sadece benim gibi dünyanın farklı ülkelerinde yaşayan okurlara dönük hazırlanmazdı. Daha çok Condé Nast gibi o zamanki ana akım medyanın sınıfsal yayıncılığın bir sonucu olarak, ABD’deki okurlarına da bir gün parçası olabilecekleri seçkin bir hayatın penceresini açardı. Aynı zamanda bu yayınların kültürel eliti şekillendirme güçleri vardı. Öte yandan Vogue’un Genel Yayın Yönetmeni Anne’ın icadı olan Metropolitan Müzesi’nin gala gecesi, hâlâ dünyanın en önemli etkinliklerinden.

Tabii, yayınların reklam gelirleri ve çalışanlarına sağladıkları imkânlar da ihtişamlarıyla orantılıydı. Condé Nast’ın sahibi, dışarıdan aldığı editörlerinden birini Paris’e gittiğinde Ritz Oteli’nden aradığında bulamamış. Sonra sekreterine buldurup, “Neden Ritz’de kalmıyorsun?” diye azarlamış. Concorde ile uçmadığını duyduğunda ise neredeyse işten atacakmış. Condé Nast ofislerinin zemin katında 24 saat açık bir vezne olurmuş. Stajyerler dahil tüm gazeteciler her zaman, her türlü harcamaları için bu vezneden istedikleri kadar nakit alabilirmiş.

Dergiler şimdilerde tek bir haber havuzundan besleniyor

Nereden nereye… 2010’ların başında internet tüm medyayı dönüştürdü. Bugün Condé Nast dergileri hâlâ hayatta ama tirajları da reklam gelirleri de o ihtişamlı günlerin çok gerisinde. Vanity Fair’in Genel Yayın Yönetmeni Graydon Carter 2017’de emekli oldu, Anne Wintour da bu sene. Eskiden birbiriyle rekabet eden bu dergiler şimdilerde tek bir haber havuzundan besleniyor. Adeta Türk medya grupları gibi değil mi? Aslında eskiden Türk medyası da ihtişamlıydı. Peki, ne oldu? Birincisi, internette trafik elde etmek için, iyi haber yapmak değil, Google’da öne çıkmak kritik hale geldi. Öyleyse parayı, haberi yapan değil, Google kazanıyor. Geçen sene ülkemizde de bu konuda çok gürültü koptu. Ama bu küresel düzeni değiştirecek gücümüz yok!

İkincisi, sosyal medya, kurumlar yerine kişileri öne çıkardı. Önce gazeteciler sosyal medya hesabı açtı. Sonra siyasetçiler, iş adamları, ünlüler... Sonra Paris Hilton’un geleneksel medyada reality şovlarla kotardığı “ünlü olduğu için ünlü olma” kavramı sosyal medyada normalleşti. Buna “sosyal medya fenomeni” diyoruz. Bu kişilerin hiçbirine erişim için geleneksel medyaya ihtiyaç kalmadı. Geleneksel medyaya okur ilgisi düştükçe reklam gelirleri de azaldı ve medyanın ekonomik modeli çöktü. Sosyal medya fenomenliği, eskiden Anne Wintour’ların kazanabileceği ölçüde gelir sağlayan bir kapıydı. Şimdilerde Donald Trump gibi bazı siyasetçiler sosyal medya fenomenine döndü.

Medya atomlarına ayrıldıkça ortak zemin de kayboluyor

Eskiden siyasette, iş dünyasında veya kültürel dünyada öne çıkmak için editörlerin sizi dikkate alması önemliydi. Geleneksel medyanın editoryal süzgecinin önemi azaldıkça, hakikat ile yalan arasındaki fark önemsizleşti. Şimdi kimin, ne dediği önemli. En kısa sürede, en çok görülen mesajlar doğru kabul ediliyor. Medya atomlarına ayrıldıkça toplumun üzerinde uzlaştığı ortak zemin de kayboluyor.

Eskiden ayda bir kez alabileceğiniz Vogue’da görebileceğiniz hayatlar, artık her an sosyal medyada. Ancak 2010’dan beri uygulanan düşük faizler ve hızlı dijitalleşmeyle gelir dağılımı o kadar bozuldu ki eskiden Vogue alarak aralanabilecek pencereden bugün geçilemeyeceğini herkes biliyor. Şimdilerde üniversite öğrencilerinin hayatta elde edecekleri servetin en önemli belirleyicisi, ne kadar okudukları ya da çalıştıkları değil, anasının babasının şehrin neresinde ev aldıkları veya dedesinin tarlalarından imar geçip geçmediği olacak.

Başkalarının sorunları hakkında konuşmaktan, kendi sorunları hakkında konuşmayı zül kabul etseler de gazeteciler de günün sonunda eve ekmek götürmek zorunda olan kişiler. Gazete patronlarının da ay sonunda maaşları ödemesi gerekiyor. Sorunun içerikle ilgili değil de bu içeriğin oluşturulduğu ekonomik altyapıyla ilgili olduğunu idrak etmek lazım. Haberin para etmediği ve medyanın yeni bir hikâye ya da hayal oluşturamadığı ekonomik düzende, uçağa binen gazetecilerin sorularının önden toplanmasının sadece etik düzlemde tartışılmanın pek bir manası yok sanki?