Gürsel Tekin'den, CHP İstanbul İl Başkanlığı önünde ilk açıklama…
CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak'ın 14 Ocak 2024 tarihli raporu şöyle:
SICAK GÜNDEM
İÇ POLİTİKA
EKONOMİ
TARIM
DIŞ POLİTİKA
Seçim sonrası memurlara yapılan 8072 liralık seyyanen zammın emeklilere de yansıtılacağını ilan eden iktidar, ardından bu artışın yılsonunda 2024 başından geçerli olarak uygulanacağını açıklayarak emeklileri temmuzda yüzde 25 zamla geçiştirdi. O günden bu yana emekli-dul-yetim aylığı alan 16 milyon kişi 7 aydır seyyanen zam, maaşlarda iyileştirme, enflasyona ezdirmeme vaatleriyle avutuluyor. İktidar medyasının gazete ve televizyonları, her gün yeni bir ‘emekliye zam’ haberiyle tiraj ve reyting peşinde. Milyonlarca emekliyi, aylardır maaş artışı için oyalayan, umutlarını ve beklentilerini istismar eden, her gün yeni bir formülü tartışmaya açan iktidar şimdi de memur emeklileriyle SSK ve Bağ-Kur emeklileri arasındaki maaş farkı ayrımcılığını zamana yaymayı, ocak ve temmuzda iki taksitte yapmayı planlıyor.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz; ‘Emeklileri enflasyona ezdirmeme prensibinden uzaklaşmadıklarını, ocak ve temmuzda yapılacak iyileştirmelerle yıl sonuna kadar memur emeklisiyle, SSK ve Bağ-Kur emeklileri arasındaki farkın kapanmış olacağını’ ilan etti. Kademeli emeklilik konusunda bir çalışma olmadığını ifade etti. Bu açıklamadan memur emeklilerine yapılacak yüzde 49,25 oranındaki zamdan SSK ve Bağ-Kur emeklilerinin yasa uyarınca şu anda yararlanamayacağını anlamak olanaklı. SSK ve BağKur emeklileri ocakta sadece yüzde 37,6 enflasyon farkı kadar artış alacak. Son anda Cumhurbaşkanı ilave bir artış talimatı verip yasa düzenlemesi yapılmazsa, işçi ve esnaf emeklilerinin maaşında iyileştirme ihtimali temmuza kalacak. Yılsonunda TBMM’yi 16 Ocak’a kadar tatile sokan iktidar, emekli zammının ele alınacağı kabine toplantısını da üç haftadır erteliyor. Oysa 7500 TL olan en düşük emekli aylığının artırılması, SSK ve Bağ-Kur ile memur emeklisi zamlarının eşitlenmesi, asgari ücret işveren desteğinin 500 TL’den 700’e çıkarılması için yasa değişikliği gerekiyor.
5510 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu yasasına göre SSK ve Bağ-Kur emekli aylıkları 6 ayda bir oluşan geçmiş enflasyon farkı kadar artırılıyor. Temmuz-Aralık 2023’te 6 aylık enflasyon yüzde 37,6. Bu fark SSK ve Bağ-Kur emeklilerinin kök maaşına yansıtılacak. Kök maaşları 3-5 bin TL ve altında olanlara ödenen en düşük emekli maaşı 5500 TL’den 7500 TL’ye yükseltilmişti. Hazine sayıları 8 milyona ulaşan bu kişilerin aylığını 7500 TL’ye tamamlıyor. İktidar en düşük emekli aylığına hazine desteğini artırmazsa, yüzde 37,6’lık enflasyon farkı kök maaşa yansıtılan bu kişiler yine 7500 TL almaya devam edecek.
Emekli maaşları 15 Ocak’tan itibaren hesaplara yatmaya başlayacak. Ocak ortasına gelindiği halde emekli zammını açıklamayan, yasa değişikliğini meclise getirmeyen iktidarın bu tutumuyla, milyonlarca emeklinin zamlı maaşı muhtemelen bu aya yetişmeyecek. Anlaşılan iktidarın sefalete mahkum ettiği emekli için 2024’te de fazla değişen bir şey olmayacak!
Her gün yeni bir organize suç örgütünün açığa çıktığı İstanbul’da, yeni atanan polisler göreve başladı. İstanbul Emniyeti’nin Avrupa ülkelerinin tamamının polis ve ordu gücünden daha fazla insan ve araç gücüne ulaştığı açıklandı. Tarafsız ve adil olması gereken polis teşkilatının politize edilmesinden kaçınılması anayasa gereğidir.
Avrupa İstatistik Ofisi’nin (Eurostat) verilerine göre Türkiye, emniyet gücündeki polis sayısı açısından Avrupa’da ilk sırada. 2023 sonu itibarıyla yaklaşık 500 bin polisin görev yaptığı asayiş ve güvenlik gücü, bekçilerin, jandarmanın, sahil güvenlik birimlerinin personel sayısıyla birlikte çok daha fazla sayıya ulaşıyor. Türkiye, her 100 bin kişiye düşen 568 polis sayısıyla 335 olan AB ortalamasının çok üzerinde.
İçişleri Bakanlığı verilerine göre 15 Temmuz 2016’daki darbe teşebbüsü sonrasında, Emniyet Genel Müdürlüğünden 30 bin 615, Jandarma Genel Komutanlığından 5 bin 561 güvenlik görevlisi, polis, amir, müdür, komutan vb. ihraç edildi. İhraçlar sonrası 2016-2021 arası beş yılda ise göreve başlatılan yeni polis sayısı yüzde 31 artış gösterdi. Bu artış halen kesintisiz şekilde devam ediyor.
Uçuşlara kapatılan Atatürk Havalimanı pistinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın katılımıyla 5 Ocak’ta düzenlenen törende, İstanbul Emniyet’inde 6992 yeni polis göreve başladı. 1573 yeni polis aracı hizmete alındı. Emniyet güçlerinin ayrım yapmaksızın tüm milletin hizmetinde olması, görevinde tarafsız ve adil davranması vb. anayasa ve yasaların emredici hükmü. Söz konusu anayasal ve yasal kriterler anımsandığında, adeta iktidar mitingine dönüştürülen bu tören, milletin polisinin politize edilmemesi gereğini bir kez daha gözler önüne serdi. Törende yeni göreve başlayan 6992 polisle birlikte İstanbul’daki polis sayısının 56 bin 607’ye, araç sayısının 8894’e ulaştığı dile getirildi. Toplumsal farklılıkları, siyasi tercih ve inançlar yanında demokratik düşünce yaklaşımlarını, yaşam tarzlarını göz önünde bulundurduğumuzda, bireylerin değerlerinin de farklı olması son derece doğal. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı (CB) Erdoğan’ın polislere ‘değerlerimize savaş açanlarla mücadele’ görevi vermesi demokratik bir ülkede, herkesin güvenliğinden sorumlu, herkese eşit ve adil davranması yasa ve görevi gereği olan polis teşkilatını iktidarın polisi olarak gören bir zihniyetin ifadesidir. Bunun için İstanbul polisinden destek beklediğini dile getirmesi, parti devleti anlayışını, parti polisine dönüştürme siyasetidir. Hatırlanacağı gibi 6 Ocak 2021’de yayınlanan bir yönetmelik değişikliğiyle ‘milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, toplumsal olaylar vb. yaşanması durumunda Emniyet ve MİT’e ordunun elindeki silah, mühimmat, araçları kullanma yetkisi verildi. Neden buna ihtiyaç duyulduğu, böyle bir tehdidin saptanıp saptanmadığı soruları iktidar tarafından yanıtsız bırakıldı.
Özetle; İstanbul Emniyetinin Avrupa ülkelerinin tamamının ordusundan daha büyük bir polis gücüne ulaştığı dile getirilirken, Polise iktidarın çizdiği değerleri savunma, valilere seçimlerde ustun gayret gösterme görevi veriliyor. Polis ve valilerden tüm millete eşit ve adil hizmet yerine tek adam yönetiminde parti devletinin takviyesi isteniyor!
İngiltere ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile imzalanan demiryolu ve enerji anlaşmaları, Osmanlı döneminden daha ağır kapitülasyonları ve sınırsız imtiyazlar içeriyor. 10 yılı aşan sürelerle bu ülkelere ve şirketlerine tanınan ayrıcalıklar, Türkiye ekonomisinin, enerji ve demiryolu ulaşımının teslimiyet anlaşmalarıdır!
İktidarın TBMM’ye gönderdiği ‘Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Birleşik Arap Emirlikleri
Hükümeti Arasında Enerji ve Doğal Kaynaklar Alanında Stratejik Ortaklık Çerçeve Anlaşması’ bu ülkeye enerji projeleri alanında çok özel imtiyazlar tanıyan, ülkenin egemenlik ve bağımsızlığını tehdit eden maddeler içermektedir.
Döviz bulmak için 18 milyon dirhemlik (5 milyar dolar) swap anlaşmasının ardından, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir yılda iki kez daha ziyaret ettiği BAE ile 50 milyar dolarlık yatırım ve finansman taahhüdü anlaşmaları imzalandı. BAE şirketleri, fonları son 6 aydan bu yana art arda ülkenin önde gelen deniz taşımacılığı şirketlerini satın alıyor. Stratejik limanlar için pazarlık yapılıyor. TBMM gündemindeki enerji çerçeve anlaşmasında ise BAE’ye; 2500 MW’a kadar deniz üstü rüzgar projeleri, 3000 MW’a kadar karasal rüzgar ve güneş enerjisi projeleri, yeşil hidrojen ve yeşil amonyak üretmek için 5000 MW’a kadar yenilenebilir enerji projeleri, 2000 MW’a kadar hidroelektrik santral projeleri, elektrik şebekeleri ve iletim hatları, 1000 MW’a kadar batarya depolama projeleri, 3000 MW’a kadar temiz kömürlü termik santraller, İstanbul Ambarlı’da 1200-1800 MW doğalgaz kombine çevrim santrali de dahil olmak üzere 3000 MW’a kadar kombine doğalgaz çevrim enerji santrali projesi tahsis ediliyor. Bu projeler için bedelsiz arazi-yer temini, her türlü yasal işlemin ve ÇED raporlarının sorunsuzca temini taahhüt ediliyor. Bu imtiyazlı özel tahsisler 18 ay geçerli olacak. Gerekirse süre uzatılacak.
Benzer şekilde aralarında Ankara-İzmir’in hızlı tren hattının da yer aldığı üç farklı demiryolu projesi için Birleşik Krallık İhracat Finansman Kurumu (UKEF) ile sonuncusu 5 Ocak’ta olmak üzere toplam tutarı 4 milyar euro (132 milyar TL) olan kredi garanti anlaşmaları imzalandı. Anlaşmalardaki taahhütler Osmanlı dönemi kapitülasyonlarını bile aratacak türden. UKEF, projelerin tüm makine teçhizat, sinyalizasyon, elektrifikasyon, teçhizat ve ekipmanlarının İngiliz şirketlerinden temin edileceğini duyurdu. İktidar müteahhitlerine verilen demiryolu projelerinin sigorta ve nakliye işlerinin de İngiliz şirketlerce üstlenileceği belirtilen açıklamada, anlaşmaların ‘İngiliz vergi mükelleflerine hiçbir yük getirmediğine, İngiliz şirketlerine çok ciddi kazanç ve avantajlar sağladığına’ dikkat çekildi. UKEF’in kredi garantisi kapsamında Ulaştırma Bakanlığı ve Türk müteahhitlerin İngiliz şirketleriyle yüz milyonlarca sterlinlik tedarik anlaşmaları imzalayacağı kaydedildi.
Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve İngiltere’ye enerji, ulaşım, demiryolu vb. alanlardaki projeler ve finansman için tanınan bu imtiyazlarla, bütçe kaynakları ve hazineden her yıl geri o denmesi teminat altına alınan yüz milyarlarca liralık yeni borçlarla ülkenin ulusal kaynakları, gelecek nesillerin refahı bugünden ipotek ediliyor!
İktidar, kentsel dönüşümü hızlandırma vaadiyle evlerini boşaltacaklara sağlanan kira desteğini artırdı. İstanbul'da aylık 5500, Ankara, Antalya, Bursa ve İzmir'de 4500, diğer büyükşehirlerde 3750 ve diğer şehirlerde 3 bin liraya yükseltildi. Kira desteğinde yapılan bu artış, iktidarın ülke gerçeklerinden koptuğunu gösteriyor!
Kira desteği; binalarını güçlendirme ya da kentsel dönüşüme katılma kararı alan mal sahiplerine yeni konutları tamamlanıp teslim edilene kadar, kiracılara ise iki aylık tutarda ve tek seferde, ödenecek. Bu çerçevede kentsel dönüşümle evden çıkartılacak kiracılara İstanbul'da 11 bin, Ankara, Antalya, Bursa ve İzmir'de 9 bin, diğer büyükşehirlerde 7500 ve diğer şehirlerde 6 bin lira tek seferlik defaten ödeme yapılacak.
İktidar kentsel dönüşümü hızlandırma, insanları oturdukları ev, apartman ve binaları yıkım için boşaltmaya ikna etmek üzere kira desteği vaat ederken ülkeyi içine düşürdüğü ekonomik koşullardan ve şehirlerde kiraların hangi düzeylere çıktığından habersiz. İstanbul, Ankara, İzmir vb. büyükşehirlerde en düşük 10-15 bin TL’den başlayan kiralar karşısında evinden çıkıp kiralık yeni ev arayacak insanlara 4-5 bin TL kira desteği vermek, deprem riskine ve kentsel dönüşüme çözüm olamaz. Kök maaşı 3-5 bin lira olan milyonlarca emekliye hazine desteğiyle 7500 TL aylık ödenirken, asgari ücretin ancak yüzde 49 zamla 17 bin TL’ye ulaşabildiği bir ekonomik ortamda milyonlarca kişi aylık kazancının, sahip olduğu gelirinin çok üzerinde kiralar ödemek zorunda.
İktidarın uyguladığı ekonomi politikalarıyla dünyada konut fiyatlarının en hızlı arttığı, en yüksek düzeylere ulaştığı ülke Türkiye. Konut piyasasını ayakta tutan yabancılar bile artık Türkiye’de konut satın almaktan vazgeçiyor. İktidar, ev sahibi olmayı olanaksız ve hayal edilemez bir noktaya getirdi. AKP iktidarı öncesinde bir SSK işçi emeklisi kıdem tazminatıyla, bir memur emeklisi emekli ikramiyesi ile ev ve araba alabiliyordu. Ülke gerçeklerinden tamamıyla kopan iktidar, bir emeklinin 7500 TL ile geçinebileceğine inandığı için aylık 5500 TL’nin İstanbul’da, 4500 TL’nin Ankara’da kira ödemeye yeteceğini düşünüyor. 1994’ten 2019’a kadar 25 yıl İstanbul ve Ankara’yı, 22 yıldır da ülkeyi yöneten iktidar deprem tehdidinin farkına vardı. Kanal İstanbul ile 1,5 milyonluk yeni şehir kurma planlarını seçim vaadine dönüştürenler artık bu çılgın projeleri ağzına bile almıyor. 1999 depreminden sonra yapılan depreme hazırlık planları, ayrılan rezerv alanları ve toplanma alanlarını ranta açarak yok ettikten sonra şimdi ‘rezerv alan yasası’ ile mevcut binaları yıkmaya, yeni rant alanları yaratmaya, Anadolu ve Avrupa yakalarında 500’er bin konutluk ‘uydu şehirler’ kurmaya yöneliyorlar.
6 Şubat deprem felaketinin yaşandığı illerde geçen yılsonunda ilk etaplarının teslim edileceği vaat edilen konutlar hala ortada yok. Kurulan çadırkentlerde, konteyner kentlerde insanlık dramları yaşanıyor. Özelleştirilen elektrik şirketleri depremzedelere geriye do nu k 11 aylık fatura gönderiyor. 22 yıldır toplanan deprem vergilerinin nereye harcandığının hesabını vermekten kaçan iktidar, ‘depreme hazırlık’ gerekçesiyle mal sahiplerini-kiracıları kira desteği vaadiyle evlerinden çıkartmak istiyor!
Seçim sonrası uygulamaya konulan faiz artışı, parasal sıkılaştırma vb. ekonomik politikaların yıkıcı etkisi açıklanan kasım ayı sanayi üretimi ve işsizlik verilerine eş zamanlı şekilde yansıdı. Sanayi üretimi temmuzdan bu yana düşüşe devam ederken, işsizlik kasımda artışa geçti!
Uygulanan adı konulmamış IMF programıyla geniş kesimlerin geliri aşağı çekilerek tüketim ve harcama olanakları ortadan kaldırılırken, faiz artışı ve finansa erişim zorlaştırılarak üretim ve yatırımda daralma eğilimi devreye girmeye başladı. Kasım ayı sanayi üretimi ve işsizlik rakamları bu gelişmenin daha da ağır bir kriz tablosunda devam edeceğini sergiliyor. 2026’ya kadar sürecek kemer sıkma, yoksullaşma, üretimsizlik ve yatırımsızlık programıyla işsizlik ve yoksulluğun arttığı bir dönem başlıyor. Asıl tahrip edici yansımalar ise 31 Mart seçimleri sonrasında, nisandan itibaren daha da hızlanacak.
Bu yılın ocak ayında yüzde 1,8 artan sanayi üretimi, 6 Şubat depreminin etkisiyle şubatta yüzde 6 daralmanın ardından martta yüzde 5,8 artarak toparlanmıştı. Nisanda yüzde 1 düşen sanayi üretimi, mayıs ve haziranda ise sırasıyla yüzde 1,4 ve yüzde 1,1 artış göstermişti. Seçim sonrası ekonomi yönetiminde değişimle birlikte faiz artışlarının başlaması, KDV, ÖTV, MTV artışları, ek bütçe ve zamların ardından önce duraklama, sonrasında gerilemeye geçildi. Sanayi üretimi son beş ayda kesintisiz şekilde; temmuzda yüzde 0,4, ağustosta yüzde 0,8, eylülde yüzde 0,1, ekimde yüzde 0,3 gerilerken kasım ayında üretim düşüşü yüzde 1,4 oldu. Turizm sezonu nedeniyle hizmet sektöründe artan istihdam sayesinde son birkaç aydır yavaşlama gösteren işsizlik ise kasımda yükselişe geçti. TÜİK, ekimde yüzde 8,6’ya inen resmi işsizlik oranının kasımda 0,4 artarak yüzde 9’a yükseldiğini, istihdam edilenlerin sayısının bir önceki aya göre 236 bin kişi azalarak 31 milyon 611 bin kişiye gerilediğini açıkladı.15-24 yaş grubu genç işsizlik oranı yüzde 16,5 olurken kadın istihdamındaki genç işsizlik yüzde 20,7’ye tırmandı. Kasımda dar tanımlı işsiz sayısı bir önceki aya göre 115 bin kişi artarak 3 milyon 116 bin kişi oldu. TÜİK’in işsiz saymadığı ve ‘atıl işgücü’ olarak adlandırdığı gerçek işsizlerdeki artış oranı ise yüzde 22,7 olarak açıklandı. Bu çerçevede geniş tanımlı gerçek işsiz sayısı 8,2 milyon kişi.
Sanayide beşinci aya giren üretim düşüşü, ağırlıkla ihracata dönük sanayinin omurgasını oluşturan imalat sanayiinde kendini gösteriyor. Bu gerileme; ihracatın yavaşlaması hem miktar hem tutar bazında duraklaması anlamına geliyor. Bu durumda sanayi işletmelerinin istihdam azaltması, işçi çıkartması söz konusu. Aralık-ocak rakamları açıklandığında işsizliğin daha hızlı arttığını göreceğiz.
İktidarın tüketimi-harcamayı kısıp enflasyonu düşürme planıyla talep azaldığı için üretim düşüyor, istihdam azalıyor. Bu kısır döngüyle işsiz kalıp gelirini kaybedenler artacağı için talep ve harcamalar daha da düşecek. Ekonominin yavaşladığı, enflasyonda yükselişin sürdüğü, işsizliğin hızla arttığı ağır bir kriz do nemine ilerliyoruz. Muhtemelen iktidar, bu olumsuz tablonun yerel seçime kadar etkisini azaltmak için kısa vadeli bazı iyileştirme ve pansuman adımları atmaya mecbur kalacak.
AKP iktidarında patlama yapan Alışveriş Merkezi (AVM) inşaatları ve buna dayalı rant paylaşımı ekonomisi çöküş sürecine girdi. 447’ye ulaşan AVM sayısıyla Avrupa’da birinci olan Türkiye’de şimdi AVM’lerin yeni sahibi icra ve hacizler sonrası ‘BANKALAR’ oldu. Yabancı AVM yatırımcıları peş peşe Türkiye’den çekiliyor!
İlki 1988 yılında Galeria ile İstanbul’da açılan AVM yatırımları, AKP iktidarı döneminde kupon arazi-rant paylaşımı-inşaata dayalı beton ekonomisi politikasıyla patlama yaptı. 2002’de AKP iktidara geldiğinde 14 olan AVM sayısı bu iktidarın imar rantı ve beton-inşaat ekonomisi politikalarıyla 447’ye yükseldi. Dar gelirlilere ucuz konut yapmakla görevli Toplu Konut İdaresi (TOKİ) ve Emlak Konut Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı (Emlak Konut GYO) gibi kamu sermayeli kuruluşlar, ‘gelir paylaşımı’ adıyla Hazine-Milli Emlak ve kamu kurumlarına ait arsaları iktidar müteahhitleri ve yabancı ortaklarına dağıtıp, AVM-Lüks Konut-Rezidans inşaatlarıyla iktidar çevresine milyarlar akıttı.
Alışveriş Merkezleri ve Yatırımcıları Derneği’nin (AYD) verilerine göre halen toplamı 447 olan AVM’ler çöküşün eşiğinde. Türkiye, AVM sayısında Avrupa birincisi. Görünürde dolup taşan AVM’lerin çoğu icra-haciz batağında. 530 bin kişiye istihdam sağlayan AVM’lerdeki dolaylı istihdam ise 2,1 milyon. Sadece İstanbul’da faaliyet gösteren AVM sayısı 147, Ankara’da ise 48. AVM’lerin yaklaşık yarısı sadece 2 şehirde. Ticaret Bakanı Ömer Bolat’ın bütçe görüşmelerindeki açıklamaları ve AYD’nin güncel raporlarına göre 70 AVM, kredi borçları nedeniyle alacaklı bankalara geçti. AVM’lerin bankalara olan kredi borçları 12 milyar dolar ve yüzde 80’i döviz kredisi. Türkiye’de bu alanda yatırım yapan küresel AVM zincirleri peş peşe Türkiye pazarından ayrılıyor. 9 Forum AVM’nin sahibi Hollandalı Multi Development geçen ay konkordato talebiyle mahkemeye başvurdu. Faal durumdaki her 6 AVM’den biri banka kredisi, döviz borçları, kur farkı, kira ödemeleri, işletme giderleri vb. nedenlerle icralık halde. AVM ekonomisini hem büyüten hem de çökerten iktidarın ekonomi politikaları. İktidar destekli gelir paylaşımı-imar-rant-finansmanla, ağırlıkla kamu bankalarından alınan döviz kredileriyle inşa edilen yüzlerce AVM’nin iflas ve el değiştirme noktasına gelmesinde faiz indirimi ısrarıyla patlayan döviz kurları ve yükselen enflasyonla geri ödenemez hale gelen kredi borçları etkili oldu.
Ankara’nın en gözde AVM-Rezidans ve İş Merkezinin (Next Level) bir kısım hissesi, kredi borcu karşılığında Ziraat Bankası’na geçti. Ziraat Bankası verdiği krediden daha düşük bedelle devraldığı bu AVM’yi geçtiğimiz hafta iktidara yakın bir başka müteahhide sattı. Böylece iki iktidar müteahhidi kamu bankası üzerinden katmerli kâr ve kazanç elde ederken, zararı ise kamu bankası ve hazine üzerinden millet yüklendi.
Alım gücü azalan geniş kesimler artık AVM’lerde sadece vitrin gezen, vakit geçiren kuru kalabalık haline geldi. Ülkenin ve faaliyet gösterdiği kentlerin ekonomisinde o nemli yeri olan AVM’lerin içinde bulunduğu darboğaz aşılamazsa, yakın do nemde zincirleme AVM iflasları yaşanabilir. Bu AVM’lerde yer alan dükkânların kapanması, buna paralel olarak AVM çalışanlarının işsiz kalması ve yeni işsizler ordusuna katılmaları ihtimali oldukça yüksek görünüyor!
Bireysel kredi kartı borçları 2023 sonunda 708 milyar TL artışla 1 trilyon 155 milyar liraya yükseldi. BDDK rakamları; artırılan kart faizine rağmen temel ihtiyaçlarını karşılayamayan milyonlarca kişinin kredi kartıyla yaşadığını, hemen tüm hanelerin ve bireylerin bankalara borçlu olduğunu, gösteriyor!
Seçim sonrası başlatılan faiz artışları ve krediye erişimi zorlaştırma politikasıyla ihtiyaç kredisi alamayan milyonlarca aile, ücretli, çalışan, kredi kartı faizi, gecikme faizi, ceza faizi artışlarına rağmen bireysel kredi kartı harcamalarıyla yaşamını sürdürmeye mecbur kaldı. Kredi kartı limitlerine getirilen kısıtlamalar, kredili mevduat hesaplarındaki (KMH) limitlerin düşürülmesi ve kredi kartı borçlarında asgari ödeme tutarının artırılmasına rağmen, kredi kartıyla harcamalar azalmadı. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’nun (BDDK) 29 Aralık 2023 itibarıyla yayınladığı son veriler, aylık yüzde 5’e yıllık bileşik faizi yüzde 70’e ulaşan kredi kartı faizinin de kartlı harcamaları frenleyemediğini, milyonlarca bireysel kredi kartı sahibinin yaşamını kartla sürdürmeye mecbur kaldığını gösteriyor. İktidarın kimseyi enflasyona ezdirmeme vaadine karşılık sadece son bir haftada 30 liraya yükselen dolar karşısında TL, yüzde 3 değer kaybetti!
BDDK’nın açıkladığı 2023 sonu rakamlarına göre, geçen yıl bireysel kredi harcamaları önceki yıla kıyasla 708,3 milyar TL artarak 1 trilyon 154 milyar 9 milyon TL’ye yükseldi. BDDK, 2022 yılsonunda bireysel kredi kartı harcamalarının toplam tutarını 446,6 milyar TL olarak açıklamıştı. Kredi kartı harcamaları seçimlerin yapıldığı mayıs sonunda 252,8 milyar TL artışla 699,4 milyar liraya yükselirken, seçim sonrası ise faizlerin yükselmesine rağmen kredi kartı harcamalarındaki artış daha da hızlanarak haziran-aralık arasında 455,5 milyar TL oldu. Böylece toplamda 708,3 milyar TL artan kartlı harcamalar yılsonu itibarıyla 2022’ye göre yüzde 158 artarak 1 trilyon 155 milyar liraya ulaştı. Kredi kartı borçlarındaki bu artış TÜİK’in yüzde 64,77 olarak açıkladığı 2023 resmi enflasyonunun iki katından fazla. Bu da milyonlarca kişinin enflasyon nedeniyle yaşadığı gelir erimesi ve alım gücündeki düşüşten kaynaklanan açığı, kredi kartı harcamasıyla kapatmak zorunda kaldığını gösteriyor. Kredi kartına taksitle yapılan harcamalarda geçen yıl gözlenen yüzde 130’luk artış ayrıca dikkat çekiyor.
Bireysel kredi kartı borçlarının yüzde 150’yi aşan düzeyde artmasına karşılık ihtiyaç kredilerine erişimin zorlaştırılması, faizlerin yükseltilmesinin en belirgin etkisi konut kredilerinde görülüyor. 2022 sonunda 360 milyar TL olan konut kredisi tutarı, 2023’te 78,2 milyar TL ile sadece yüzde 21 artış göstererek 438,2 milyar TL oldu. Haziranda başlatılan faiz artışları sonrasında ağustos-aralık döneminde ise konut kredileri yüzde 1,9 azaldı. Yine faiz artışları ve krediye erişim maliyetinin yükselmesiyle tüketici-ihtiyaç kredisi tutarında da ciddi gerileme gözleniyor.
İhtiyaç kredisi alamayan milyonlarca kişi bireysel kredi kartına yüklenmek zorunda kalınca, ihtiyaç kredilerinde 2023’teki artış yüzde 45’te kaldı. Konut, taşıt, ihtiyaç kredileri ve bireysel kredi kartıyla birlikte bireylerin bankalara olan toplam borcu 2023 sonunda 2,7 trilyon liraya ulaştı!
Tarımsal destekleme ve asgari ürün alım fiyatlarının önceden ilan edilmemesi, ülkedeki tarımsal üretim ve fiyatlandırmada üreticiyi mağdur ediyor. Vaat edilen ödemelerin bütçede kaynak sıkıntısı nedeniyle zamanında yapılmaması üreticiyi üretimden caydırıyor!
Tarımsal üretimde girdi fiyatları ve üretici maliyetleri TÜİK’in son açıkladığı rakamlarla yüzde 70’e yaklaşırken, pek çok üründe açıklanan destekleme fiyatları bu oranın çok altında kaldı. Yeni ürün ekim dönemi öncesinde de 2024 yılında hangi ürüne ne kadar destekleme yapılacağı, üretim açığı bulunan hangi ürünlerin üretiminin destekleneceği ilan edilmiş değil. Geçen yıl ilan edilen tarımda planlı döneme geçiş vaatlerine karşılık şu ana kadar bu konuda iktidarın ve Tarım ve Orman Bakanlığı’nın somut bir icraatı yok.
Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB), 2024 yılında tarım ve hayvancılığın sorunlarının çözümüne yönelik somut bir plan ve programın ortaya konulmadığını, dile getirilen sorunlara iktidarın duyarsız kalmaya devam ettiğini açıkladı. TZOB Başkanı Tarım ve Orman Bakanına, ekonomi yönetimine çağrıda bulunarak; tarımsal desteklerin ürün ekiminden önce açıklanmasını, destekleme bedellerinin zamanında ödenmesini, üretici ve girdi fiyatları başta olmak üzere istikrarlı bir piyasa oluşturulmasını istedi. Hangi ürüne ne kadar destekleme ödeneceğinin önceden bilinmemesinin üreticiyi ekim yapmaktan alıkoyduğu, ürünün tarlada ya da bahçede kalması, üründen zarar etme veya emeğinin karşılığını alamama endişesinin artarak devam ettiği vurgulandı.
Bugüne kadar olduğu gibi yine üreticiye kulak vermeyen iktidar; tarlada, bahçede çürüyen tonlarca üründen dolayı mağdur olan üretici yanında kıtlığı çekilen bu ürünleri fahiş fiyatla satın almak zorunda kalan tüketiciye de sahip çıkmıyor. Tarım Kanunu’nun emredici hükmüne rağmen bütçeden tarımsal desteklemeye ayrılacak tutarın en az GSYH’nın yüzde 1’i düzeyinde olması kuralını uygulamayan iktidar 2023 bütçesinde tarımsal destek ödeneğini yüzde 44 artırırken, bu yılın bütçesindeki artış enflasyonun altında belirlendi. Tarımsal üretime ayrılan desteklerdeki artış her yıl enflasyon artışının altında kalırken, bazı ürünlerde destekleme fiyatları değişmedi.
Yıllardır enflasyona rağmen değişmeyen destekleme primleri nedeniyle üretici üretimi bırakıyor. Ürün açığını kapatmak için milyarlarca dolarlık ithalat yapılıyor. Bir yandan yurt dışından borç döviz bulmak için yabancı bankerlerin, faiz lobilerinin kapısı aşındırılırken diğer yandan her yıl en az yılda 14-15 milyar dolarlık döviz üreticiden esirgenip ithal ürünlere o deniyor. Tarım ve hayvancılıkta 2024 yılında da aynı yanlışlar devam ediyor!
İngiltere’nin Ukrayna’ya hibe ettiği mayın arama-avlama gemilerinin boğazlardan geçişine izin verilmemesinin ardından geçen hafta NATO üyesi Türkiye, Romanya ve Bulgaristan arasında Karadeniz'deki mayın tehlikesiyle mücadele mutabakatı imzalandı. Mutabakat kapsamının diğer NATO üyeleriyle genişletilmesi tartışılıyor!
Ukrayna donanmasına destek amacıyla İngiltere Kraliyet Donanması tarafından hibe edilen 2 mayın avlama-tarama gemisinin boğazlardan geçişine Montrö Sözleşmesi gerekçesiyle izin vermeyen iktidar, ara formül olarak Karadeniz’e kıyısı olan NATO üyeleriyle mayın mutabakatı imzaladı. F-16 savaş uçağı alımıyla ilgili pazarlıkta bir yandan İsveç’in NATO üyeliğine onay koşulunu öne süren ABD, diğer yandan da Ukrayna’ya destek için İngiliz mayın gemilerinin Karadeniz’e çıkışı için baskı uyguluyor. Anlaşılan ABD ve İngiltere NATO’yu bir şekilde Karadeniz’e sokmakta ısrarlı. Bunun için de Bulgaristan devreye sokularak Karadeniz’e kıyısı olan NATO üyesi ülkeler arasında mayın avlamatarama konusunda iş birliği mutabakatı masaya getirildi. Geçen hafta, İstanbul’da imzalanan ‘Karadeniz Mayın Karşı Tedbirleri Görev Grubu Mutabakatı (MCM Karadeniz)’ ile ortak bir askeri mekanizma oluşturuldu.
Anlaşmanın imza törenine ev sahipliği yapan MSB Yaşar Güler 2022 Şubat’ında başlayan Rusya-Ukrayna savaşının Karadeniz’e kıyısı olan ülkeleri farklı şekillerde etkilediğini, bölgede risk ve tehditlerin arttığını ifade etti. Türkiye’nin savaşın başından bu yana tarafsız pozisyonunu koruduğunu, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin kapsamlı şekilde titizlik ve sorumlulukla uygulandığını vurgulayan MSB Güler, bölgesel ve küresel anlamda barış ve güvenliğin devamının öncelikli olduğu görüşünü dile getirdi. Üç ülkenin imzaladığı mutabakat ile ‘Karadeniz Mayın Karşı Tedbirleri Görev Grubu’ oluşturuldu. Görev grubunun oluşumunda üç ülkenin Deniz Kuvvetleri Komutanlarından oluşan bir komite karar alıcı konumunda olacak. Üçlü komitenin kararları oy birliği ile alınacak. Görev grubu girişiminin sadece Karadeniz’e kıyıdaş üç ülkenin deniz kuvvetlerine ve savaş gemilerine açık olacağı, Karadeniz’de seyrüsefer güvenliğine önemli katkı sağlanacağı dile getirildi. Rusya-Ukrayna savaşının sona ermesi durumunda üçlü mutabakatın Karadeniz’deki diğer kıyıdaş ülkelerin de katılımına açılmasının söz konusu olabileceği belirtilirken, ABD ve Avrupa medyasında ilerleyen süreçte görev grubuna diğer NATO üyesi ülkelerin donanmalarının da katılacağı, ABD-İngiltere gemilerinin de oluşuma dahil olacağı öne sürülüyor. Bulgaristan ve Romanya’nın da ABD ve İngiltere’nin talebiyle böyle bir girişimi gündeme getirdiği, ileride ortak komite kapsamının genişleyeceği iddiaları dile getiriliyor.
İster Türkiye, Romanya, Bulgaristan gibi NATO üyesi ülkeler isterse savaş sonrası Rusya, Ukrayna, Gürcistan gibi Karadeniz’e kıyısı olan diğer ülkeler olsun, Montrö Boğazlar Sözleşmesi sadece Karadeniz’e kıyısı olan ülkeler açısından öncelik ve ayrıcalık tanıyor. Bunun dışında kıyıdaş olmayan ülkelerin Karadeniz’e çıkışı tamamıyla Türkiye’nin iznine ve inisiyatifine bağlı. Dolayısıyla ilerleyen süreçte ABD ve İngiltere talep etseler bile Karadeniz’de askeri açıdan var olmaları, misyon yürütmeleri ve Türkiye’nin buna onay vermesi söz konusu olamaz.
İsrail’in Gazze saldırılarına karşı Filistin ve Hamas’a destek veren Yemenli Husilerin Kızıldeniz’de ticari gemilere yönelik ablukası, ABD ve İngiltere’nin askeri müdahalesine yol açtı. İran destekli Husi güçleri, ABD ve İngiltere’ye en sert şekilde yanıt vereceklerini açıkladı!
İsrail-Gazze savaşında üç ay geride kalırken savaşın Lübnan ve Suriye’ye yayılması endişelerine karşılık, ABD ve İngiltere Yemen’de, Husi hedeflerine saldırarak savaşı Kızıldeniz’e yaydı.
Hamas’a destek ve İsrail’in saldırılarına misilleme amacıyla Kızıldeniz’de, Aden Körfezi’ndeki İsrail bağlantılı ticari gemilere saldırılar düzenleyen, bazı gemilere el koyan Ensarullah’a bağlı Husi güçlerinin bu girişimleri üzerine dünya ticari gemi taşımacılığında güzergah değişikliği gündeme geldi.
Uluslararası gemi taşımacılığında maliyetlerin olağanüstü yükselmesine ve milyarlarca dolarlık ticari kayıplara yol açan bu gelişme sonrası ABD ve İngiltere, Kızıldeniz’de güvenliği sağlamak üzere 20 ülkenin katıldığı uluslararası koalisyon gücü oluşturdu. ABD ve İngiltere deniz ve hava kuvvetleri başta Yemen’in başkenti Sana’daki bazı Husi karargahları, insansız hava aracı (İHA) üsleri ve liman bölgesine hava bombardımanı ve roket saldırıları gerçekleştirdi. Husi hedeflerinin imha edildiği açıklandı.
Suudi Arabistan ile ortak sınırı bulunan Yemen’de Şii Husilerin yönetimi ele geçirmesinden sonra 2015’te Suudi Arabistan öncülüğünde BAE, Bahreyn, Sudan vb. ülkelerin yer aldığı Sünni Arap Koalisyon güçleriyle Husiler arasında çatışmalar yaşandı. Uzun süre devam eden çatışmalarda BAE ve diğer Arap ülkeleri koalisyondan çekilince Birleşmiş Milletler (BM) girişimiyle Suudilerle Husiler arasında geçici ateşkes imzalandı.
ABD ve İngiltere, BM Anlaşması’nın 51’inci maddesinden doğan meşru savunma hakkıyla müdahalede bulunduklarını, küresel ticaret yollarının güvenliğini sağlamayı amaçladıklarını öne sürüyor. ABD-İngiltere’nin Suudi Arabistan, Katar, BAE vb. bölge ülkelerinde çok sayıda askeri üssü bulunuyor. Bu üslere yönelik olası Husi saldırıları savaşın Kızıldeniz bölgesine yayılmasını, Suudilerle ateşkesin bozulmasını beraberinde getirebilir.
İsrail, Lübnan ve Suriye’de Hizbullah, Hamas ve Devrim Muhafızları liderlerine suikastlar düzenleyip, bu ülkeleri savaşa çekerek ABD’yi de Gazze savaşına dahil olmaya zorlamak isterken, ABD-İngiltere’nin Yemen’e saldırması gelişmelere yeni bir boyut kazandırdı.
Yemen'de Husilere yönelik saldırıyı eleştiren Cumhurbaşkanı (CB) Erdoğan, ABD ve İngiltere’nin Yemen’ saldırısına tepki gösterirken, yaptığı açıklamada iki ülkenin İsrail’in Gazze’de yaptığı gibi orantısız güç kullandığını, bölgeyi kan gölüne çevireceklerini söyledi.
İngiltere Dışişleri Bakanlığı CB Erdoğan’ın açıklamalarına yanıt verdiği resmi açıklamada, ‘BM Anlaşmalarından kaynaklanan meşru savunma hakkının kullanıldığını’ savundu.
Husilere destek veren İran’ın çatışmalara müdahil olması beklenmiyor. İran, Kızıldeniz ve Hürmüz boğazına savaş gemileri konuşlandırdı. Irak’tan Türkiye’ye ham petrol taşıyan bir tanker gemisine de el koydu.
Önümüzdeki günlerde Kızıldeniz bölgesinde Husilerin ABD-İngiltere-İsrail hedeflerine, bölgedeki ABD üslerine yeni saldırılar gerçekleştirmesi, çatışmaların yayılması gundeme gelebilir. Boyle bir gelişmenin Türkiye açısından öncelikle bazı ekonomik bedelleri olabilir.