Antalya Büyükşehir'e yeni operasyon. 20 kişi hakkında gözaltı kararı
TKP: "Suyun ticarileştirilmesine karşı su kaynakları derhal devletleştirilmelidir”
Türkiye Komünist Partisi (TKP) “su hakkının gaspıyla doğrudan ilişkili” olduğunu belirttiği kuraklık ve su yoksunluğu sorununa dair değerlendirmesini kamuoyuyla paylaştı.
TKP’nin değerlendirmesinde Türkiye'de su tüketiminin merkezi olarak planlanmasının ve bu planlamada emekçi halkın ihtiyaç ve çıkarlarının esas alınmasının ülkemizin ve halkımızın su ihtiyacının karşılanması için tek akılcı ve insani yol olduğu belirtildi.
‘Tüm su kaynakları üzerindeki özel tahsisler kaldırılmalı'
Yeraltı ve yerüstü bütün tatlı su kaynaklarının kullanım hakkının devlet elinde olması ve tatlı su arzının devlet tarafından merkezi olarak planlanıp gerçekleştirilmesi gerektiğini vurgulanan değerlendirmede “Şebeke suyunun içilebilirliği güvence altına alınmalı, tüm su kaynakları üzerindeki özel tahsisler kaldırılmalı, suyun ticarileştirilmesine karşı bu su kaynakları derhal devletleştirilmelidir” denildi.
Kaynak israfına ve halkın mağduriyetine yol açan su politikaları
Türkiye’de su politikalarının merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasında ciddi bir koordinasyonsuzluk ve hatta çatışma alanına dönüştüğü değerlendirmesini yapan TKP, su politikalarının bilimsel planlama yerine mutlak bir keyfiyetle yürütüldüğünü belirterek, bunun hem kaynak israfına hem de halkın mağduriyetine yol açtığını vurguladı.
TKP’nin “Su hakkının gaspı kuraklık ve su yoksunluğunun asıl nedenidir” başlığıyla yayımladığı değerlendirmenin tamamı şöyle:
“Türkiye’de temiz su kaynaklarına erişim, iklim değişikliği, düzensiz yağış rejimi ve artan nüfus baskısının etkisiyle her geçen gün daha da güçleşmektedir. Ama ülkemizde temiz su kaynaklarına erişimde bu bahsettiğimiz etkenlerin sorun olarak karşımıza çıkmasına da neden olan asıl etken su kaynaklarına, bunların çoğaltılmasına ve suyun tüketimine dair tercihlerin toplumsal ihtiyaçları gözetmemesi ve suyun ticarileştirilmesinin yarattığı kaotik durumdan kaynaklanmaktadır.
Güncel verilere göre, Türkiye’nin yıllık kullanılabilir su potansiyeli yaklaşık 112 milyar m³ olup bunun 94 milyar m³’ü yüzey sularından, 18 milyar m³’ü ise yeraltı suyu rezervlerinden karşılanmaktadır. Ancak bu toplam su miktarının yaklaşık %70’i tarımsal sulamada, %15–20’si evsel kullanımlarda ve %10–12’si sanayi sektöründe tüketilmektedir. Bu durum, özellikle içme ve kullanma suyu temini açısından kaynakların öncelikli ve planlı biçimde yönetilmesini zorunlu hâle getirmektedir.
Belediye şebekeleri aracılığıyla kentsel nüfusun yaklaşık %99’una içme ve kullanma suyu hizmeti sunulmasına rağmen, bu hizmetin sürdürülebilirliği açısından ciddi zorluklar mevcuttur. Sağlanan suyun yaklaşık %40’ı barajlardan, geri kalanı ise yeraltı suları, kaynaklar ve nehir gibi yüzey sularından sağlanmaktadır. Özellikle yaz aylarında, su tüketiminin artmasına paralel olarak baraj doluluk oranlarının kritik eşiklere inmesi; İstanbul, İzmir ve Konya gibi büyükşehirlerde su arz güvenliğini doğrudan tehdit etmektedir. Bu durum, kuraklık ve iklimsel belirsizliklerle birleşerek, su temininde kırılgan bir yapı oluşturmaktadır.
Atıksu arıtma altyapısı Türkiye genelinde büyük ölçüde yaygınlaşmış olsa da, arıtılmış suyun yeniden kullanım oranı yalnızca %1 civarındadır. Oysa, gelişmiş su yönetimi uygulamalarında, özellikle kurak ve yarı kurak bölgelerde, arıtılmış suyun tarım, yeşil alan sulaması ve endüstride yeniden kullanımı temel stratejilerden biridir. Türkiye’de bu potansiyelin değerlendirilememesi, su kaynakları üzerindeki baskıyı artırmaktadır.
Bir başka önemli gösterge olan kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı, Türkiye’de yaklaşık 1.313 m³ seviyesindedir. Bu değer, Türkiye’yi “su stresi” yaşayan ülkeler kategorisine sokmaktadır. Mevcut demografik eğilimler ve iklim değişikliği senaryoları doğrultusunda bu miktarın 2030 yılına kadar 1.000 m³’ün altına inmesi beklenmektedir. Bu durum, Türkiye’yi “su fakiri” ülkeler sınıfına dahil edecektir.
Kişi başına yıllık su tüketimi 1.700 m³'ten az olan yaşam alanlarında “su stresi”, 1000 m³'ten az olan alanlarda ise “su kıtlığı” olarak tanımlanmaktadır.
Tatlı suyun tüketim dağılımı dünya genelinde %70 tarım, %20 sanayi, %10 içme ve evsel kullanım şeklindedir. Özellikle sanayide kullanılan suyun geri dönüşü olmayan atıksuya dönüşmesi, su döngüsünü olumsuz etkilemektedir. Tarımda salma sulama yapılması kritik öneme sahip tatlı su kaynaklarının orantısız kullanımına neden olmaktadır.
Su tüketiminin dağılımı dünya genelindekine benzerdir. Türkiye’de tatlı suyun %73'lük kısmı tarımda, %14'lük kısmı sanayide, %13'lük kısmı ise insani yaşam ihtiyacı olarak tüketilmektedir.
Tatlı su kaynakları üstündeki kirlenme ve aşırı tüketim baskısı yanında, iklim değişimi de adım adım çok ciddi etkilere yol açmaya başlamış durumdadır.
Yıllık toplam yağış miktarlarında azalma eğilimi, özellikle kış aylarında yağan kar miktarının ve kar erimelerine bağlı su kaynaklarının azalması, daha düzensiz ve kısa süreli yağışlar iklim değişiminin olumsuz etkileri olarak ortaya çıkmaktadır. Özellikle İç Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve Ege bölgelerinde kurak dönemler son yıllarda artış eğilimi göstermektedir. Yeraltı sularının beslenmesinin ve yağışa bağlı su kaynaklarının azalması, su döngüsünün düzensizliği iklim değişiminin bugünkü yansımalarıdır. Yakın gelecekte bu durum daha da riskli hâle gelecektir.
Artan sıcaklıklar nedeniyle baraj, göl ve nehirlerde buharlaşma miktarı artmakta, barajlardaki su seviyeleri aynı miktarda yağış alsa bile düşmektedir. Sıcaklık artışları ile tarım alanlarında sulama ihtiyacı artarken verim düşmektedir.
Artan sıcaklıklar ve su kaynaklarında seviyelerin azalması ile kentlerde su arz ve dağıtım süreçleri yönetilemez bir hâl almaya başlamış durumdadır. Büyükşehirlerin içme suyu ihtiyacının karşılanması riskli hâle gelmiştir.
Türkiye de son 10 yılda kişi başına düşen yıllık tatlı su miktarı 1.600 m³'ten 1300 m³ mertebesine düşmüş ancak tersine, endüstriyel tarım ve sanayi kaynaklı su tüketimi artmıştır.
Son 60 yılda Türkiye'deki 240 doğal gölden 186’sı tamamen kurumuştur, kalanlar ise kritik durumdadır. Endüstriyel ve içme suyu kullanımında altyapı sorunlarıyla birlikte %20-70 mertebesinde su kayıpları yaşanmaktadır.
Tüm bu veriler ışığında,
1) Su tüketimi, ihtiyaç arttıkça artmakta, bu artışın plansız ve kontrolsüz olması, kaosu ve büyük sorunları beraberinde getirmektedir.
Özellikle tarımda, “vahşi sulama” olarak tanımlanan sulama yönetimi, önemli su kayıplarına neden olmaya devam etmektedir. Türkiye’de aşırı su tüketen, aynı zamanda su kaynaklarını kirleten sanayilerin su ihtiyacı, çok yüksek seviyelerdedir. Kentlerde altyapıdan kaynaklanan şebeke kayıpları ise kabul edilemez mertebelerdedir.
Türkiye'de su tüketiminin merkezi olarak planlanması, bu planlamada emekçi halkın ihtiyaç ve çıkarlarının esas alınması, ülkemizin ve halkımızın su ihtiyacının karşılanması için tek akılcı ve insani yoldur.
2) Türkiye'nin tatlı su kaynaklarının çeşitliliği ve potansiyeli bellidir. Belirtilen bir dizi etken bu çeşitliliği ve potansiyeli tehdit etmektedir. Ama asıl büyük tehdit, var olan tatlı su arzının büyük oranda öngörüden yoksun, plansız ve kontrolsüz şekilde gerçekleşiyor olmasıdır.
Canlı yaşamının susuz olması mümkün değildir. Bu var olan su kaynaklarının temiz ve verimli kılınması, ancak yeni ve temiz su kaynakları yaratılması ile mümkündür. Aynı şekilde, sahip olunan su rezervlerinin en verimli şekilde kullanımı, kayıp ve kaçakların en aza düşürülmesi, atıksuların belli alanlarda kullanım için tekrar kazanılmasını sağlayacak yöntemlerin geliştirilmesi şarttır.
Türkiye’de yeraltı ve yerüstü tatlı su kaynaklarının kontrolü ve düzenlemesi esas olarak Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü’nün sorumluluğundadır. Tarımsal sulama, ülkemizde toplam su kullanımının yaklaşık %70’ini oluşturduğundan, DSİ, başta tarımsal sulama için olmak üzere, su talebinin karşılanmasında gerekli planlama, düzenleme ve denetimleri yapmaya uygun şekilde yeniden yapılandırılmalıdır.
Türkiye'de yeraltı ve yerüstü bütün tatlı su kaynaklarının kullanım hakkı devlet elinde olmalıdır. Tatlı su kaynağı potansiyel ve rezervlerine dair güncel olarak çıkarılacak bilimsel veriler dikkate alınarak tatlı su arzı devlet tarafından merkezi olarak planlanmalı ve gerçekleştirilmelidir. Bu anlamda doğada tatlı su kaynaklarının kullanımı yine devlet tarafından çok sıkı bir denetime tabi tutulmalıdır.
3) Türkiye’de başta içme suyu olmak üzere, çeşitli amaçlarla kullanılan tatlı suyun ticarileştirilmesi ve yeraltı su kaynaklarının özel şirketlere tahsisi artık su hakkı gaspının ötesine geçmiş, su kaynaklarının talanı noktasına gelmiştir.
Örneğin, ambalajlı su sektörü, yeraltı sularını düşük bedellerle kullanmakta, halk ise kamusal altyapıya rağmen suyu pet şişe veya damacanayla satın almak zorunda bırakılmaktadır. Bu durumun temelinde sadece altyapı değil, şebeke suyuna duyulan güvensizlik, sosyolojik yönlendirme ve yıllardır beslenen bir, “Ambalajlı su iyidir” algısı yatmaktadır. Oysa Türkiye’de şebeke suyu, Sağlık Bakanlığı denetiminde 7/24 izlenmektedir. Ancak kamu eliyle dağıtılan bu su, yıllar içinde suyun ticarileştirilmesine alan açmak için hem ihmal edilmiş hem de itibarsızlaştırılmıştır. Ticari su firmaları, yeraltı sularına ruhsatla ya da açık kaynaklara erişerek ulaşmakta ve hiçbir kamusal katkı sunmaksızın sağlık, temizlik ve doğallık gibi söylemlerle bu suyu halka yüksek fiyatlarla satmaktadır.
Ortaya çıkan tablo karşısında yapılması gereken bellidir: Şebeke suyunun içilebilirliği güvence altına alınmalı, tüm su kaynakları üzerindeki özel tahsisler kaldırılmalı, suyun ticarileştirilmesine karşı bu su kaynakları derhal devletleştirilmelidir.
4) Türkiye’de su kayıp-kaçak oranları gelişmiş ülkelere göre oldukça yüksektir. En düşük oranlardan birine sahip olan İstanbul’da bile bu oran %18-19 civarındadır. Bu, şehre verilen her 100 birim suyun yaklaşık 20 biriminin kaybolduğu anlamına gelir. Bazı şehirlerde bu oran %40’ı aşmaktadır.
Bu sadece teknik bir mesele değil, aynı zamanda kamu kaynaklarının boşa harcanması, halkın parasının heba edilmesi anlamına gelmektedir. Buna rağmen merkezi hükümet ve yerel yönetimlerin su politikalarında bu konuya dair kapsamlı ve sürdürülebilir bir planlama bulunmamaktadır.
Bu mesele, sadece altyapı yatırımı değil, önceliklendirme meselesidir. Çünkü kayıp-kaçak oranı yüksek olan bir sistemde, yeni barajlar ve kuyular açmak değil, önce mevcut sistemin verimli çalışması sağlanmalıdır. Kuraklık ve su yoksunluğundan söz edilen günümüz koşullarında kayıp kaçakların en aza indirilmesi birincil öneme sahip olmak durumundadır.
5) Türkiye’de su politikaları, merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasında ciddi bir koordinasyonsuzluk ve hatta çatışma alanına dönüşmüştür. Özellikle büyükşehir belediyeleriyle iktidar arasında yaşanan siyasi gerilim, su gibi yaşamsal bir alanda dahi kurumlararası uyum ve bilgi paylaşımını imkânsız hâle getirmektedir.
Sazlıdere Barajı örneği bunun çarpıcı bir göstergesidir. İstanbul halkına içme suyu sağlayan bu barajın “içme suyu kaynağı” statüsü, İSKİ'nin haberi dahi olmadan kaldırılmıştır. Bu sadece teknik değil, halkın temiz su hakkına karşı yapılmış açık bir siyasi müdahaledir. Var olan işleyişe göre, baraj inşa etmek DSİ’nin, suyu arıtmak ve dağıtmak ise yerel yönetimlerin görevidir. Ancak bu görev paylaşımı bile ortada merkezi bir planlama ve yönetimin olmaması, üstüne, AKP hükümetinin yerel yönetimleri dışlayıcı yaklaşımı nedeniyle işlememektedir. Su politikaları, bilimsel planlama yerine mutlak bir keyfiyetle yürütülmekte, bu da hem kaynak israfına hem de halkın mağduriyetine yol açmaktadır.
Merkezi hükümet ile yerel yönetimlerin her ikisini de bağlaması geren ve bu yapılar arasındaki uyumu sağlayacak olan da, Türkiye'de tatlı su arz ve tüketiminin emekçi halkın ihtiyaç ve çıkarlarını gözetecek şekilde merkezi olarak planlanması, arz ve tüketimin devlet eliyle ve devlet kontrolünde sağlanmasıdır.”
Yorum Yap