Özgür Özel: "Hiçbir sıkıntımız yok. İmralı Heyeti salı günü bizi ziyaret edecek"

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, DEM Parti ilişkileri, bütçe görüşmeleri, asgari ücret ve İBB davasına ilişkin konuştu. DEM Parti sorusuna “Hiçbir sıkıntımız yok” yanıtını veren Özel, İmralı Heyeti’nin salı günü kendilerini ziyaret edeceklerini duyurdu.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, İlke TV canlı yayınında asgari ücretten bütçe görüşmelerine, DEM Parti ilişkilerinden İBB davasına kadar birçok konuda önemli açıklamalar yaptı. Özel, DEM parti ile ilişkilerine dair soruya,  “Hiçbir sıkıntımız yok şöyle söyleyeyim bizim demle ilişkileri bozma lüksümüz yok. Bu bir siyasi çıkarlar açısından değil Türkiye’nin ortak geleceği, çözüm umudu, barış umudu, demokrasi umudu, bu baskılardan kurtulma, birlikte bir ortak yarına yürümek için demle CHP ayrı düşemez. Hatta sandıktan ümidi olan kimse birbiriyle ayrı düşünemez” dedi.

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, İlke TV’de gazeteciler Ercüment Akdeniz, Banu Güven ve Dilek Odabaş’ın sorularını yanıtladı. Geniş gündemde Türkiye ekonomisi, asgari ücret, bütçe süreci, grev yasakları, MESEM konusu ve DEM Parti’yle ilişkiler gündeme geldi.

“DEM İLE İLİŞKİLERİ BOZMA LÜKSÜMÜZ YOK”

Özel, CHP–DEM ilişkilerine dair “Hiçbir sıkıntımız yok” diyerek şöyle konuştu:

““Hiçbir sıkıntımız yok şöyle söyleyeyim bizim DEM’le ilişkileri bozma lüksümüz yok. Bu bir siyasi çıkarlar açısından değil Türkiye’nin ortak geleceği, çözüm umudu, barış umudu, demokrasi umudu, bu baskılardan kurtulma, birlikte bir ortak yarına yürümek için demle CHP ayrı düşemez. Hatta sandıktan ümidi olan kimse birbiriyle ayrı düşünemez. Ben 19 Mart, 26 Mart arası Saraçhane‘de otobüsün üstünde aynı anda hem Selahattin Demirtaş‘ı, hem de Zafer Partisi’nin genel başkanının meselesini söyledim. İlk başlarda bunu söyleyince DEM’liler ve kitlenin geneli, bu tarafı söyleyince Zafer Partili gençler ve geneli alkışlayıp bu kısma bunlar bu kısma bunlar homurdanıyordu. Çünkü arada bir gerilim var. Ama biz ısrarla ‘Kurtuluş yok tek başına hayat beraber ya hiçbirimiz’ dedik. Bu bir demokrasi meselesidir.”

‘İMRALI HEYETİ CHP’Yİ ZİYARET EDECEK’ 

Özel ayrıca İmralı Heyetinin salı günü CHP’yi ziyaret edeceklerini duyurdu. 

BÜTÇE ELEŞTİRİSİ: “MECLİS GENEL KURULU ONLARA GÖRE DEKOR OLDU” 

TBMM Genel Kurulu’nda süren 2026 bütçe görüşmelerine değinen Özel, Meclis’in etkisizleştirildiğini belirterek şu ifadeleri kullandı: 

“Yani bir meclis kurulmuş da sonra bütçeyi yapsın diye komisyon kurulmuş, o da bütçe yapmış’ diye bir şey yok insanlık tarihinde. Magna Carta, tek adamın vergiyi tek başına belirleyemeyeceğini yazıya dökmesiyle, insanlık tarihinin en önemli kazanımının ilk somut adımıdır. O günden itibaren devletin vergi alan sağ eliyle dağıtan, şefkatli sol elinin dengesine meclisler karar verir. Önce 1215’te bir yazı olarak kazanım oldu. Devamında 17’nci yüzyılda damgasını vuran ‘temsil yoksa vergi de yok’... Yani bir mecliste temsil edilmiyorsam vergi de vermem. İngiliz parlamentosu, Fransız ihtilaliyle Fransız parlamentosu ve bizde biraz daha geç olmakla birlikte önce bütçe hakkı elde edildi, sonra onun konuşulacağı yere çatı yapıldı. Oraya meclis dendi. Meclisten önce kazanılmış bir hak bu. Ama şimdi Meclis’te görüşülüyor, 12 gün sonra bitecek. Diyelim ki 600 milletvekili reddetti bütçeyi. Bütçe, geçen senekinin üzerine yeniden değerleme oranı konup devam edecek Cumhurbaşkanı hükümet sistemi ve tek adam rejiminde. Neden? Çünkü OHAL’de değiştirdikleri anayasaya bunu koydular. ‘Eğer bütçe geçmezse bir önceki bütçeye yeniden değerleme oranı konulur. Ona göre hükümet devam eder.’ Düşünün ki milletin meclisinin tamamı bütçesini reddetmiş… Normalde bütçesi geçmeyen hükümetler dünyada düşer, yerine yenisi konulur. Türkiye siyasi tarihinde de örnekleri var. Ama maalesef bütçenin göstermelik bir şey olduğu, yani artık bizim Meclisimiz onlara göre, onların getirdiği rejime göre bir dekor orası, Genel Kurul salonda. Milletvekilleri oyuncu, halk seyirci, demokrasi de adeta orada atılan bir tirad. Yoksa bir karşılığı yok. Önce bu tespiti yapmak lazım.”

“BU BÜTÇE ‘-MIŞ GİBİ’ YAPAN BİR BÜTÇE”

“Devamında; bu bütçe nasıl bir bütçe? Bu bütçe ‘-mış gibi’ yapan bir bütçe. Bu bütçe aslan payını iktidarın, iktidarın önceliklerinin; işte büyük holdinglerin, şirketlerin, onların vereceği vergilerin affedildiği veya büyük teşviklerin, Kamu - Özel İşbirliği’ne büyük paraların, Yap - İşlet - Devret’lere büyük paraların aktarıldığı ama emeğin, emekçinin ve emeklinin hakkını alamadığı bir bütçe bu. Tabii bugün 16 bin lira en düşük emekli maaşından, 22 bin lira asgari ücretten bahsediyoruz. Geçen sene AK Parti, kendi pratiğini ki o pratik de gerçekleşen bir pratik değil ama hep şunu söylüyordu; ‘Biz asgari ücretliyi enflasyona ezdirmiyoruz.’ Nasıl ezdimiyorsun? ‘TÜİK, bir enflasyon belirliyor ve biz enflasyon kadar zam veriyoruz.’ Bir kez TÜİK enflasyonu belirlemiyor, orada enflasyon üzerinden manipülasyon yapıyor. Gerçek enflasyon yüzde 60 iken yüzde 30 çıkarıyor. Zaten sen oradan, emekten bir şeyler çalıyorsun. Ama geçen sene TÜİK’in, ben ‘Tayyip Erdoğan’ı Üzmeyen İstatistik Kurumu’ diye kısaltıyorum onu, onun rakamlarıyla da enflasyonu vermediler. Neyi verdiler? Beklenti enflasyonunu verdiler. Yani karnede sınavda aldığı notu değil de sınava girmeden önce umduğu notu veriyor. Böyle bir eğitim sistemi, böyle bir puanlama sistemi var mı? ‘Ben enflasyonu yüzde 20’ye düşürecektim, beceremedim yüzde 40 oldu. Sana 40 vermiyorum, 20 veriyorum.’ Önce düşür, sonra onu ver. Öyle olunca zaten gitgide gerçek enflasyon karşısında eriyen asgari ücret geçen sene ağır bir yara almıştı ve 22 bin lirada kaldı. Aslında 30 bin lira olması gerekiyordu. Şimdi bu 22 bin lira üzerine, bugün işte artık nihayet Türk-İş’in de katılmayı reddettiği Asgari Ücret Komisyonu‘nda oturup bir tiyatro yapacaklar ve 27 - 28 bin liralık bir asgari ücret belirleyecekler.”

“BUGÜNE KADAR KATILMALARI YANLIŞTI”

Asgari Ücret Tespit Komisyonu’na TÜRK-İŞ’in katılmaması hakkında soruya yanıt veren Özel:

“Doğru buluyorum ama bugüne kadar katılmalarını da yanlış buluyorum. Bu kadar adaletsiz bir komisyona bugüne kadar katılmaları yanlıştı. Bu seferki doğru. Ümit ediyorum bundan sonra belirlenecek asgari ücrete ki bir küçük parantez açayım, Türkiye’de konfederasyonların şöyle bir yanılgıları var veya sorumluluğu üstlerinden atıyorlar. Konfederasyon derken DİSK öyle yapmıyor ama TÜRK-İŞ özellikle şöyle yapıyor; ‘Asgari ücret benim işim değil ki’ diyor. ‘Bende işçi zaten asgari ücret almıyor.’ Doğru. Ama asgari ücret, Türkiye’de temel ücret oldu. Neredeyse kayıt dışı çalışanları da katarsanız ortalama ücret oldu. En büyük toplu sözleşme. Her 100 kişiden 55’i asgari ücret alıyor. Almanya’da asgari ücret, bir yıl alınan kıdemle hızla uzaklaşılan bir ücretken Avrupa’da öyle bir ücretken Türkiye’de temel ücret. Asgari ücrete gelen zam oranı bütün ücretlere neredeyse aynen yansıyor. Yani asgari ücretin iki katı maaş alan için bile asgari ücretin nasıl belirlendiği, onun alacağı zam açısından çok önemli. Böyle bir fiiliyat var Türkiye’de. Şimdi böyle olunca bu asgari ücret meselesinde bir kez TÜRK-İŞ’in oturmaması doğru. Bütün sendikaların birden bunu kendi meseleleri yapmaları lazım. Çünkü bütün ücretlere yansıyor. Asgari ücret eğer 27 bin, 28 bin lira olacaksa bu bir yıl önce hak edilen asgari ücretin bile altında. 30 bin lira olması gerekiyor 28 binde. Bu tarihin en büyük emek hırsızlığı. Bunun karşılığında bir de emekli maaşına yapacakları zammı da düşünürseniz, o da 16 bin liranın üzerine gelecek zamla 20 bin lira gibi bir şey olması bekleniyor. Bugün için ilk kez tarihte asgari ücret verildiği gün açlık sınırının altında olacak. En düşük emekli maaşı da verildiği gün açlık sınırının üçte ikisi seviyesinde olacak. Bu kabul edilebilir bir şey değil. Ben meydanlarda soruyorum. İşte, yoksulluk sınırı 98 bin lira. O da TÜRK-İŞ’in rakamları. Kocam meydanda yedi, sekiz kişi çıkıyor evine 98 bin liradan fazla maaş girenler. Bir maaş, iki maaş, üç maaş. Herkes tek bir asgari ücretle geçiniyor ve açlık sınırının altında. O yüzden de ‘Bu büyük bir sosyal patlamaya, sosyal infiale sebebiyet verir’ dedim. Neye göre dedim? Sokakta gördüğüm tansiyona göre, meydanda gördüm tansiyona göre” dedi.

“TATBİKAT GÖRÜNTÜSÜYLE ACINACAK HALİMİZE GÜLDÜK”

Grev yasaklarına da değinen Özel, “Evet, bu örgütlü tepkiyi bastırmaya yönelik bir iş. Bütün Türkiye’de askeri darbe dönemlerini, sıkı yönetim dönemlerini aratmayacak bir şekilde. Yani hiçbir şey yokken ortada... Yani bazen hani anlamıyorum ama hani onları anlamak isteyeyim. Olağanüstü şartlar olur da çok büyük travmaların olduğu günlerde de ne bileyim 15 Temmuz darbesinden bir ay sonra da grev olur, ‘Dur kardeşim, şimdi zamanı değil’ dersin. Veya böyle büyük toplumsal olaylar vardır. Türkiye belli bir sanayi koluna çok ihtiyaç duyuyordur, o milli güvenlik meselesidir. Ne bileyim işte top dökeceksindir de demir - çeliki durduruyordur adam. ‘Dur kardeşim savaşın içindeyiz, top dökeceğim. Demir - çelik durmaz; milli güvenlik…’ Hiçbir şey yok ortada. Milli güvenliği tehdit diye bütün grevleri erteliyorlar. Bu anayasadaki yetkinin, zaten olmaması gereken bir yetkinin suistimali, kötüye kullanımı. Ercüment Bey biraz önce söyledi. Bugün acınacak halimize tebessüm ettik. Kahramanmaraş’ta tatbikat yapıyorlar, ‘Efendim işçiler ayaklanırsa, grev yaparsa çevik kuvvet bunu nasıl bastıracak?’ Bunun tatbikatını yapıyorlar. Ama bunların hepsi örgütlü bir eylemliliğe karşı yapılan iş. Benim bahsettiğim bir sosyal patlama. Yani insanların artık burasına gelmiş, hatta daha da burasına gelmiş ve boğulmak üzere” ifadelerini kullandı.

“SOKAKTAKİ ÖFKEYİ BEN DAHA ÖNCE GÖRMEDİM” 

“Mesela sosyal patlamanın ilk basamağı şudur: Bir asgari ücretli bir yerde çalışıyordur. Gün boyunca ter döküyordur lokantada, mesela servis yapıyordur. O 22 bin lira maaş alacaktır. Bir beyefendi gelir, öğlen yemeğinde 22 bin lira hesap öder, gider. Bu o asgari ücretlinin içine dokunur. ‘Ya ben bir ay sabahın köründen akşamın bir vaktine kadar burada ter döküyorum. Benim aldığım maaş burada…’ Bu başka bir şey. Bundan ciddi bir rahatsızlık duyar. Ama bir de o kişi evdeki çocuğunun karnını doyuramıyorsa, okula gönderdiği çocuğunun beslenme çantasına bir şey koyamıyorsa veya bir baba evladının bu durumundan dolayı sürüklendiği bunalımı veya aklından geçenleri düşünüyorsa o vakitten sonra o toplumda ne olacağını öngöremezsiniz. Ben bunu çok samimi bir şekilde söylüyorum. Ben yıllardır sokakta siyaset yapan birisiyim. Bir Genel Başkan olarak da herhalde benim kadar sokakta olan yoktur. Ben sokaktaki öfkeyi daha önce görmedim. Açık açık da söylüyorum bu vakitten sonra bu insanlara böyle asgari ücrette, en düşük emekli maaşında alay edecek ve artık sürdüremeyecekleri yani laf olsun diye değil gerçekten bıçak kemikte. Bu insanlar, sohbet ettiğin herkes diyor ki… ‘Nasıl geçiniyorsun?’ ‘Borçla.’ ‘Nasıl döndürüyorsun?’ ‘O karttan bu karta.’ Artık kart da vermiyorlar. Hepsi patladı. Tefecilerin bu kadar çok olması, İstanbul’da çetelerin bu kadar çok olması, insanların sanal bahise yönelmesi… Hiçbirisini mazur görmüyorum ama hiçbirisi de kendiliğinden olan şeyler değil. Bunların ekonomik ve sosyal altyapısı var. Bu ülkeyi yönetenler şunun farkında değiller: Bu vakitten sonra artık bu insanlar ‘Eskiden ayda üç kere dışarıda yemek yerdik, şimdi bir kere yiyebiliyorum’, ‘Efendim ayakkabılarımı eskiden pençe yaptırmazdım, şimdi pençe yaptırıp giyiyorum’, ‘Bu sene bir palto alamadım’ değil. Bu değil adamın derdi, karnını doyuramıyor.”

Ayrıca Özel, Mesleki Eğitim Merkezlerinde yaşanan iş kazalarını “Türkiye’nin en utanç verici meselelerinden biri” olarak nitelendirdi.

“GİZLİ TANIK İLKE DE TANIKLIKTAN ÇEKİLMİŞ; İDDİANAME SÜRECİNDE BİZDEN SAKLADILAR”

Parti içindeki kongre sürecine ilişkin konuşan Özel, “Partide herkes iktidar hedefine kilitlendi. Biz bu iktidarın tekerine çomak soktuk ve başımıza gelenler boşuna değil” derken, İstanbul Büyükşehir Belediyesi soruşturmasına dair de çarpıcı bir açıklamada bulundu. Özel, “Gizli tanık Meşe vardı ya… İmamoğlu tutuklanırken Meşe’nin ifadeleri kullanıldı. Sonra Meşe ortadan kayboldu. Yerine ‘İlke’ getirildi. İlke, Meşe’nin ifadelerini olduğu gibi tekrar etti. Fakat sadece dört gün sonra tanıklıktan çekildiğine dair resmi yazı göndermiş. Bu belge elimizde. Ama iddianame aşamasında bunu bizden gizlediler” diyerek gizli tanıkların değiştirilmesini “senaryo yazılıp oyuncu değiştirilmesine” benzetti.

“BU DAVA 14 YIL SÜRECEK DİYORLAR; BU HUKUK DEĞİL TALİMATLI SÜREÇTİR”

Tensip zaptında belirtilen uzun yargılama süresine vurgu yapan Özel:

“Yargılama sürecine Hazırız tabii. Biraz önce konuştuğumuz süreçlerde de biliyorsunuz, onlar partinin kapısına kayyım getirdiler, biz ertesine olağanüstü kongre koyduk. İşte 5’inde İstanbul İl Başkanlığını görevden aldılar. 12’sine İstanbul’da, 21’ine burada kongre koyduk. Hukuken yapılacak her şeyi yaparız ama bir kez artık zemin, hukuk zemini değil bir kere. Şöyle bir şey söyleyeyim. Vallahi ya ikinci ya üçüncü yargı paketiydi, yargılamalar uzuyor gidiyor. Mahkemeler kendilerine baştan bir koysun, yargılamalar öyle yıllar sürmesin. Bana desin ki ‘Ben bu işi altı ayda, yedi ayda bitireceğim, üç ayda bitireceğim’ diye savunularak tensip zaptıyla birlikte ‘Öngörülen yargılama süresi’ diye bir şey kondu. Bugün rejim ve rejimin aparatı bize diyor ki ‘Bakın iddianame boş olabilir veya yargılamanın sonunda siz beraat edecek olabilirsiniz. Benim öngördüğüm yargılama süresi 14 yıl’ diyor adam ya. Böyle bir şey olabilir mi? Şunu söylüyor, ‘Majestelerinin kuralları, hukuk sistemi var. Öyle kitapta Türk Ceza Kanununda yazana… Çünkü kendi benden iyi biliyor ki; o söylediği mesela, rüşvet suçu için rüşvetin bir alanı bir vereni ve verilen bir para lazım. Alan ‘Almadım’ diyor, veren ‘Vermedim’ diyor, bir gizli tanık ‘Gördüm’ diyor. Sonra o gizli tanık delirince o odadaki tek gizli tanık gidiyor, yerine başka bir gizli tanık geliyor. Oyuncu değiştirir gibi gizli tanık. Senaryoyu yazarsan, oyuncuyu değiştirirsin. Ama hakikate tanıklık eden gerçek kişi değişir mi ya? O adam ölürse ölür, ‘Gizli tanığım öldü’ dersin. Delirirse, ‘Gizli tanığım vardı, delirdi’ dersin. Ama ‘O odadaki gizli tanık delirdi diye değişti, ben başkasını getirdim’ diyebilir misin?

Aslında herkes neyin ne olduğunu biliyor. Rüşvetin olmadığını irtikapın olmadığını, bilmem neyin olmadığını biliyor. Bütün işi bilen hukukçular da şunu söylüyorlar. Ben şu kadarını söyleyeyim, iktidara çok yakın hatta AK Partili milletvekilleri dahil, ‘Bu dosyadan bir şey çıkmaz’ diyor. Ama bu arkadaşlar diyor ki bu yargılama 14 yıl sürecek ve bugün tensiple bir tek tahliye vermediler. Bakın, İSFALT A.Ş’nin satın alma müdürü, hanımefendi iki yılla yargılanıyor ve yaklaşık beş, altı aydır içeride. Cezasının tamamını alsa yattığı süre yetiyor, onu bile bırakmadılar. Yani şöyle diyorlar, ‘Biz kimseyi salmıyoruz, iddianamemize güvenmiyoruz, ama saray dimdik arkamızda. Biz majestelerinin, sarayın hukuk sistemini uyguluyoruz. Biz tuttukça burada tutuklu kalacaksınız.’ Hakim belki de salar. Hadi salsın göreyim. Hakim şimdi Çağlayan Adliyesi’nde mahkeme görüyor. Oğlan şuradaki okulda, kızı buradaki okulda. Eşi bir başka yerde devlet memuru. Bırakmaya kalktığında aklına bundan önceki hakimler gelecek. ‘Tutuksuz yargılama’ diyen adamı Gaziantep’e sürdüler, bu çocukların okulu ne olacak? Bu, bu sene ortaokul sonda, liseye giriş sınavına girecek, öbürü üniversiteye girecek. Bir evde geçen sene üniversiteyi kazandı. ‘Ben gidersem oradaki ev nasıl olacak, lojmandan çıkarken oradaki ev nasıl olacak, bugün burası nasıl olacak?’ Hakim güvencesi diye bir şey yok. Yani memleket öyle bir hale geldi ki arkadaşlarımızı salacak hakimi dünyanın öbür ucuna sürüyorlar. Ekrem İmamoğlu’nun lehine karar vermiş bugüne kadar sekiz hakim… Kimi ceza alırken karşı oy yazmış. Kimi savcılık mütalaasını beş kere vermiyor. Niye vermiyor? Hakim değişsin diye bekliyor. En sonunda beşincide ‘Vermiyorsan ben karar veriyorum’ diyen hakimi sürmüşler. Diploma davasında daha bir kararı yok. Ama diploma davasında senin, benim aklıma gelen sorular var ya mantıklı. O soruları YÖK’e somuş. Demiş ki ‘Bu kişi başvurduğunda bir ilana göre mi başvurmuştur? Siz bunları alırken belgeleri alırken bu kişi tek başına mıydı, başka öğrenciler var mıydı? Kaç yıldır bu işlemi yaptınız ve kaç öğrenciye diploma verdiniz, kaçını iptal ettiniz. Şimdi sorulara bakınca, ‘eyvah’ diyor. Yani bunların içinde bir tek Ekrem İmamoğlu mu suçlu? Bunun suçu Cumhurbaşkanı adayı olmak mı? Bunları ben söylüyorum ama akıştan anlıyorsun. Daha cevabı gelmeden idare mahkemesi hakimini sürdüler. Böyle işler yani. O yüzden bir hukuk sisteminden bahsetmek mümkün değil. Majestelerinin mahkemeleri var.”

DEM PARTİ- İMRALI SÜRECİ…

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, kapatma davaları, dokunulmazlık fezlekeleri ve DEM Parti ile ilişkiler konusunda çarpıcı mesajlar verdi:

“Şimdi birincisi partinin kapatma davası mevzusu hakikaten Türkiye’de bütün parti kapatmalar utanç verici işlerdi. Ben bunu istedim kapatılsın kapatılsın anayasa Mahkemesi kapatılsın dendiğinde de böyle söylemiştim. HDP kapatılsın pardon. Tabii HDP şimdiden oldu. O zaman hatta o ihtimale karşı yeşil sol Parti’den girdiler ve sonra da deprem oldu. İşte HDP kapatılsın, ondan önce Kürt siyasi hareketinin dünya kadar partisi kapatıldı. AK Parti’nin kapatma davası da yanlıştı. Nerede bir dava varsa, çünkü benim anlayışıma göre, bizim anlayışımıza göre partileri millet açar, millet kapatır; halk açar, halk kapatır. Birincisi bu. Bizim partimizi, Kenan Evren kapatmaya kalktı. Halk kapıdaki zincirleri kırdı, açtı. Malını mülkünü de iade etti. Denemesi bedava. Cumhuriyet Halk Partisi demir leblebi gibidir. Öyle ısırmaya çalışanın dişini kırar. Bütün darbeciler buna tenezzül etmişlerdir. Ama bu bir tenezzül meselesidir, teşebbüs meselesidir. Sonuçlarına yapanlar katlanır.”

“Yedi kişi hakkında 10 fezleke gelmiş. Benim 50’yi geçti herhalde ama burada tabii eskiden de birikenler var. Bu son dönemde 31 - 32 tane oldu herhalde. Bir de bir ara 15 Temmuz’da birikmiş olanlar sıfırlandı, o davaları çektiler, fezlekeleri çektiler.” (Dokunulmazlıkların kaldırılması veya parti kapatılması ihtimallerine ilişkin) Bunların hepsi ihtimal dahilinde olan şeyler. Ama bunlara kalkışanlar ve buna maruz kalanlar, tarih yönünde bir pozisyon tutacaklar. Ben kendi pozisyonumu tutmaya hazırım. Hodri meydan, yani denemesi bedava. Ama kapatmaya kalkanlar da tarih yönünde bir pozisyon tutacaklar. Şimdi mesela Sayın Demirtaş’ı, Figen Yüksekdağ’ı içeri atanlar, içeri atmayı savunanlar bugün şimdi ne noktalar? Parti kapatanlar, bugün ne noktada? Kayyım atayanlar ne noktadalar? Birazdan konuşuruz işte barış sürecinin yol haritasında bir, iki, üç… Bu yaptıkları yanlışlardan dönmek. İlk olarak o adımları atmaları gerekiyor. O yüzden şimdi durum böyle ama bir bakıma da başka bir perspektif geçen gün söyledim arkadaşlar da gülümsedi Ediler. Gazetelerde de 1.02 yer aldı. Durmuş şöyle biraz yukardan hani drone çekiyor ya bizim hani duran gibi yükselip de aşağıda ne oluyor diye bakarsan, Türkiye’de rejim şeytan değiştiriyor. Yani bundan önce rejimin şeytanı Kürt siyasi hareketi, onun siyasi partileriydi. Kürtlerdi, Kürt siyasetçilerdi veya onlardan o isteyen siyasetçilerdi. Şimdi Cumhuriyet Halk Partisi’ni şeytanlaştıran, daha önce şeytan ilan ettiklerini artık şeytanlaştırmayı bırakıp onlara, onlarla müzakere eden ve haklarını teslim etme noktasına gelen ümit ediyorum öyle olur. Ondan sonra, ama diğer taraftan da bu sefer ülkenin kurucu Partisi’ni şeytanlaştırmak ve Recep’i şeytan değiştirdiği bir sistem. Buna millet Sessiz kalır mı? O ayrı bir mevzu.

Kent uzlaşısı davası aslında ismini DEM'in bir parti mi toplantısındaki bir tanımlamadan alıyor. Dem diyor ki ben seçimi kazanacağım yerde adayımı çıkaracağım, kazanamayacağı yerler de öyle gözü kapalı kaybettirme refleksi ile aday göstermeyeceğim. Bizim Ak Parti kaybetsin diye. Diyor ki belirlenecek aday derken suçu işlemeyecek, bütün seçmeni eşit davranacak, dezavantajlı grupları görecek ve kayıracak adaylar olursa benim seçmene ağırlıklı olarak benim seçmenimi gören ve güvenmeyen adayları olursa kent dışında bulunabilirim diyor. Bizde Türkiye ittifak iddiasıyla ve kentlerde kent ittifaklarıyla bir eğitimimiz var. Biz de diyoruz ki aday sadece CHP’nin değil aynı zamanda Kürt demokrasinin adayıdır. Muhafazakarların da adayıdır. Biz bile değil miyiz sitelerinde hepsine yer vereceğiz. Hatta benim yazım var diyorum ki bazı yerlerde ak Parti’den, bazı yerlerde MHP’den, bazı yerlerde dedemle geçmişte siyaset yapmış şimdi de kendi kitlesinde kanaat önderi olan oy getirebilecek isimler olacak. Bu isimlere itiraz etmeyin diyoruz. Bazıları çünkü onluk çıkarıp kendisininkini koyuyor falan. Benim özelliğim, benim kişisel olarak liderlik özelliğim yani yönetim anlayışım, liderlik özelliğim demiyim de şu bir iş yapıyorsam yapıyorum derim. Arkasından ve birisinden dolanmam. Örneğin kurultayda anahtar listemi çıkarıyorum. Eskiden dayanışma anahtar listesi, efendim il başkanlarının anahtar listesi, halkın anahtar listesi. Ben yazıyorum Özgür Ezel’in anahtar listesi. Sorumluluğu bende kardeşim anahtar liste benim. Kent uzlaşısı demle bir şey mi görüşeceğiz. Bu defalarca söyledim kimseyle uğraşmayın, sorumlusu benim ben dedim. Demenin kent uzlaşması diye tarif ettiği şeyi de ya da başka partilerle işte Manisa İttifakı’nda, Bakırköy ittifakında kuran benim. Genel başkanı olarak sorumlusu da benim. Burada dem Parti ile görüşerek, dem Parti’de siyaset yapmış bir takım öne çıkan kanaat önderleri ile görüşerek onları listelerimize koyduk. Onlara Belediye messlerinde temsil imkanı verdik. Hatta bazen o kadar güçlü katkı yapanlar oldu ki onların belediye başkan yardımcılığını hak edecek kadar katkıları oldu. Tuttular bunu aldılar ve diyorlar ki demin seçim kazanamayacağı yerlerde kent uzlaşı adında Kürtlerin listelerden aday gösterilip temsil hakkı kazanıp belediye ve yönetimi de söz sahibi oldular. Demokrasi bu. Ben bunu yaptıysam bunu Tuncer Bey yapabildiyse, bunu benim adayım, o belediye üyesi yaptıysa hakikaten buna demokrasi ödülü vermek lazım. Çünkü birisi o kentte dışarıda kalıyormuş. O temsil hakkı kazanmış, söz söylemiş. Ne karşılığında? Verdiği oy, temsil ettiği kitle, oradaki bu popülasyonu temsilcisi olarak yapmış. Demokrasi bu değil değil mi? Yoksa ben senden bir fazlayım her şeyi ben yapayım dememişiz yani. Bir işbirliği yaparak da başarı elde etmişiz. Bu kadar net. Bunu kriminalleştirdiler, Tutuklamalar yaptılar, sonra süreç icabı geçen hafta işte o kişiden sekizini bıraktılar. Ama sizin dediğiniz sayın Mehmet Ali Çalışkan mesela, ebru hanım. Emre Özdemir .kent uzası davasında iddianame bekliyor. Bir diğeri mahir Polat. Odaya yatacaktı sağlığından ev hapsine hepsinde iddianame bekliyor. Bunlar tutuklu olan ya da ev hapsinde olan. Böyle bir acayip durum var. Şişli’de, Esenyurt‘ta, Ovacık‘ta bizim, on yerde de Dem Partinin kayyımları var. 13 tane de kayyım var. Şimdi burada bir suç olmadığını artık herkes kabul ediyor. İşte sürecin içinde adımlar atılacak. Tayyip Bey ne diyor? Efendim Kayımlar artık bir istisnaya dönüşecek. MHP Kayyımların kalkması gerektiğini söylüyor. Oysa bundan bir yıl önce bu suçtu. İnsanlar halen daha bundan dolayı içeride. Bu meseleyi devlet kendisi açısından büyük bir mesele yapıyordu. Neden? Parti devletine dönüşmüş. Ak Parti’yi kaybettiren devlete karşı işlenmiş suçtur diye düşünüyorlar.

Gelelim size bu şey meselesi Stokholm sendrom meselesi. Aslında o kadar doğru yere temas eden bir iştir ki boşu boşuna hiç demek dediklerim de buna cevap vermek zorunda kaldılar. Metin ortada. Ben metni kime yolladıysam Allah Allah Allah diyor? Dedim ki ayıptır söylemesi Promter’dan okudum yani. Şöyle bir mevzu var. Diyorum ki 31 Mart‘taki darbeden sonra bütün partiler büyük bir dayanışma gösterdiler, hepsine müteşekkiriz orada ve burada. Ayrıca diyorum DEM Partinin eş Genel başkanlarının hapiste olması, zafer Partisi’nin genel başkanının beş ay hapiste tutulmuş olması ve 19 Martlar besi bizzat partilerden çok halkın seçmen hakkına vurulmuş darbelerdir diyorum. Hangi siyasi partiden olursa olsun? Siyasi partiden olursa olsun. Herkese Stokholm sendromuna karşı uyarıyorum. Celladınıza aşık olmayın diyorum. Ama burada bir gerçeklik var. Bir grup seçmen de, insanda bu gerçekten bir hissiyata karşılık gelip, dönüp bu dememi söyleniyor. Ben söylemediğimi DEM’in Eşgenel Başkanlarına sağ olsunlar beni aradıklarında tebrik için o zaman da söyledim, şimdi de söylüyorum, geçmişte de söyledim. Mevzunun kendisi böyle bir akış. Ama bundan böyle bir anda tabii mesela şey var ya. Biraz önce de söyledim. HDP kapatılmalıdır, kapatılmazsa anayasa Mahkemesi kapatılmalıdır lafını söyleyenler şimdi demokrat kesilince veya çözüm sürecine bir müttefik olunca, tabanı bir edilgen, alıngan davrandı. Ama aslında biraz da içinde bulundukları durumun hassasiyetinden dolayı ve DEM yöneticileri de bunu ben anlıyorum, hak veriyorum canları sağ olsun. Bunun üzerinden cevap verdiler. Benim niyetim hangi siyasi partiden olursa olsun hepimize bir hatırlatmaydı. Hiçbir sıkıntımız yok şöyle söyleyeyim bizim demle ilişkileri bozma lüksümüz yok. Bu bir siyasi çıkarlar açısından değil Türkiye’nin ortak geleceği, çözüm umudu, barış umudu, demokrasi umudu, bu baskılardan kurtulma, birlikte bir ortak yarına yürümek için DEM’le CHP ayrı düşemez. Hatta sandıktan ümidi olan kimse birbiriyle ayrı düşünemez. Ben 19 Mart, 26 Mart arası Saraçhane‘de otobüsün üstünde aynı anda hem Selahattin Demirtaş‘ı, hem de Zafer Partisi’nin genel başkanının meselesini söyledim. İlk başlarda bunu söyleyince DEM’liler ve kitlenin geneli, bu tarafı söyleyince Zafer partili gençler ve geneli alkışlayıp bu kısma bunlar bu kısma bunlar homurdanıyordu. Çünkü arada bir gerilim var. Ama bizi ısrarla kurtuluş yok tek başına hayat beraber ya hiçbirimiz, bu bir demokrasi meselesidir, Sayın Ümit Özdağ ile Sayın Selahattin Demirtaş taban tabanına zıt olabilirler siyasetten. Ama bir gerçeklik var. Onları var eden ve var edecek şey sandıksa, önce biz sandığı kuracağız hep beraber. Demokrasiyi kurtaracağız. Sonra elbette yarışacağız. Sonra en sert rekabet olacak. Kimse öbürü ile kolkola durmak durumunda değil. Yan yana durmak durumundayız. Neye karşı? Otokrasiye karşı.”

(‘Cümleyi başka türlü kursaydım’ dediğiniz oldu mu?)

Ben kurultay konuşmasının bütün analizlerinde çok büyük bir heyecan, çok büyük bir mücadeleye verilen destek, hem bizim kitlede, hem genel olarak muhalefette, parti kırılımlarına baktığımda da konuşmayla ilgili arada size gösterebilirim haftalık ölçtürüyoruz. DEM seçmeninde de kurultay konuşmasına çok büyük bir destek var. Ben oradaki hassasiyeti anlıyorum, canları sağ olsun arkadaşların. O hassasiyeti gösterenlerin duygusuyla, tabandaki temel duygu arasında başka bir fark var. Hak veriyorum kendilerine. Hak veriyorum ama kastın ne olduğunu ahali anladı yani.”

“HER KARARIN AYNI ŞEKİLDE VERİLMESİNE ANGAJE OLMAMAK LAZIM”

(Kürt meselesi ve barış meselesine nasıl bakıyorsunuz?)

“Şimdi bir kere şöyle söyleyeyim; böyle kitabın ortasından söyleyeyim. Cumhuriyet Halk Partisi’nin gelip komisyonda yer alması da önemli bir iştir. İmralı’ya gitmemesi meselesini de bir tümsek olarak görüp, ‘Yanından geçtik ama yoldayız’ demek, ‘Bu bir kavşak değildir, bir ayrılık noktası değildir’ demesi de önemlidir. Cumhuriyet Halk Partisi’nin İmralı’ya gitme noktasındaki kararının ‘hayır’ olması da önemli bir meseledir. Hem bundan sonra alabileceği kararlardaki rahatlık ve esneklik açısından. Hem de toplumda bazı yerlerde birikebilecek kendisine olan  bir takım tepkinin yaratabileceği başka odaklanmalar yüzünden. Özellikle Avrupa’da aşırı sağın birden çok hızlı yükselmesinin sebebi -Banu Hanım varken de çok bana düşmez ama- örneğin Hristiyan demokratlarla sosyal demokratların özünde artık birbirinden üç - beş şeyde, yeşil ekonomi veya işte çevre bilinci, sezeryan, kürtaj, LGBTİ meselesi dışında çok benzer ve kalkınmada da çok belli bir noktada oldukları için çok benzer şeyler söylediklerinden, başka bir yerdeki alternatif bir başka noktaya geliyor. Türkiye’de o yüzden herkesin herkese benzemesine, herkesin her kararı aynı şekilde vermesine, ‘Gel’ deyince gelmesine, ‘Git’ deyince gitmesine bu kadar da angaje olmamak lazım. Farklı partilerin farklı yerlerde farklı şeyler söyleyip, bazen birlikte, bazen ayrı olup, sonuçta aynı doğru için gayret ediyor olmalarını da anlamak lazım. Aksi takdirde Avrupa’daki gibi birbirine çok fazla benzeşirse merkeze yakın partiler, merkezden uzak partiler anlamsız bir şekilde yukarıya çıkabiliyorlar. Bu meseleyi biraz siyaset sosyolojisi açısından da… Türkiye’de Cumhuriyet Halk Partisi'nin varlığı; bazı konularda desteği, bazı konularda itirazı, kurucu parti olmanın verdiği muhafazakar reflekslerle, Altı Ok'tan birinin devrimcilik olmasının verdiği cesur işlerin dengesinin, Türkiye’de o tarif ettiğiniz bir takım riskli güçlenmelerin de önüne geçiyor. Bunu da görmek lazım.”

“MESELE, PARTİNİN DEĞİL HALKIN MESELESİ”

(İmamoğlu’nun adaylığı önündeki diploma engelini nasıl aşacaksınız?)

“Şimdi şöyle bir gerçek var. Ekrem Başkan’ın meselesi bizim A, B, C, Z planımız. Sonuna kadar. Neden? Zaten bu iktidara yakın medya sürekli bu meseleyi kaşıyarak Cumhuriyet Halk Partisi’nin içinde bir ayrılık, gayrılık, tartışma yaratıp bu konuyu konuşmak istiyor. O yüzden biz aday belirleyeceği güne kadar, Ekrem İmamoğlu bizim adayımız. Çünkü bakın kendim partinin Genel Başkanı olarak aday olsam, doğal adayım. Türkiye siyasetinde böyle. ‘Olmayacağım’ dedim. MYK’dan bir aday belirlemedik, PM’den belirlemedik. ‘2 milyon üyemizle ön seçim yapacağız’ dedik. Bunların bu darbe girişimine karşı tüzüğümüzde de halk yoklaması vardı. ‘Danışma sandığı’ dedik, halk yoklamasının adına. 15,5 milyon kişi oy kullandı. Cumhuriyet Halk Parti’sinin üyesi 2 milyon. Demek ki bütün CHP’liler gelmiş, en az 13,7 milyon dışardan oy var. Artık Ekrem İmamoğlu CHP’nin adayı değil. O yüzden de ben o adayı çekip, yerine başkasını koyamam. O halkın adayı. Halkın adayını adaylaştırmamayı göze alanlar, onun hesabını halka verecekler. O gün geldiğinde ben halkın adayını adaylaştıramıyorum ve oy veremiyorsam, o zaman döneceğim halka ‘Ne yapacağız arkadaşlar? Sizin adayı aldılar elimizden’ diyeceğiz. Mesele partinin meselesi değil ki halkın meselesi. Halk buna başka bir çare bulur, ne yapacak? Adayının aday olabilmesi için başka bir inisiyatif mi alacak, yoksa yeni bir aday belirlemek için yetkiyi geri mi çağıracak? Bilmiyorum yani. Çünkü partiyi aşan bir durumdayız.”

“ERDOĞAN ADAYLIK İÇİN BİZE GÜVENMESİN”

(Peki Erdoğan’ın adaylığı?)

“Erdoğan’ın adaylığına şunu söylüyorum. Bizim adayımız belli, Ekrem İmamoğlu. Ama AK Parti’nin adayı kim? Tayyip Erdoğan mı? Oğlu mu? Damadı mı? Dışişleri Bakanı Hakan Fidan mı? Veya bir başkası mı? Onlar adaylarını netleştirsinler. Benimki net yani. Erdoğan’ın adaylığı noktasında, zamanında yapılacak bir seçimde aday olamaz. Erken bir seçimde aday olacaksa, biz ‘Gel Kasım’da ol’ dedik, olmadı. Yeniden Refah Partisi’nin Genel Başkanı da dedi ki ‘Ya kış şimdi, martta olsa olmaz mı?’ Ona da ‘Olur’ dedik. Ondan sonra vallahi bize güvenmesin Erdoğan adaylık için. (Aritmetik olarak bulabilir miyiz hedeflediği çoğunluğu?) Bu görünüşte bulamaz. Daha doğrusu şöyle bir şey var. Ona onu buldurtanı, bu millet affetmez. Yani öyle bir tansiyon görüyorum sokakta. O yüzden Erdoğan yeniden aday olacaksa, genel siyasetle konuşmalı. Genel siyasetin talebi ne? Bugün yüzde 65 erken seçim talebi var. Erken seçim talebine cevap versin, gelsin aday olsun. ‘Yok, ben hem erken seçimden kaçacağım. İki yıl daha hak etmediğim bir yetkiyi kullanacağım.’ Çünkü millet itiraz ediyor. Sen erken seçim yaparken, bugün dediğin hiçbir şeyi aday olurken yapmadın ki. Sen dedin ki ‘Asgari ücrete yılda dört kere zam yapacağım.’ Seçildiğinden beri ara zam hiç yapmadın. ‘Emekliye ezdirmeyeceğim’ dedin. Emekliyi perişan ettin. Öbür taraftan ne söz verdiysen yerine getirmedin. Şimdi ‘Ben hala daha o yetkiyi kullanacağım’ diyorsun. Bir de arada yerel seçim olmuş, millet sandığa gitmiş, nüfusun yüzde 65’ini, ekonominin yüzde 85’ini başka bir partiye vermiş. Bu arada yola çıkmıştır herhalde Kayseri’ye gidiyor bizim TIR. 25,1 milyon kişiden erken seçim imzası toplamışım. Bunu da gitmişim özel bir heyete, işte yeminli mali müşavirlere saydırmışım, tescil etmişim. TIR’da, isteyen gelsin saysın. Bir de veri gizliliği açısından da kişilere garanti vermişim, ben bunu Erdoğan’ın kendine vermeyeceğim ama isteyen bağımsız kuruluşlara denetleteceğim diye. 25 milyon da erken seçim imzam elimde. Gelsin yapalım erken seçimi, martta - nisanda ne zaman diyorsa. (O zaman aday olamıyor. Bir yıl öncesinde.) Aday olabiliyor. Erken seçimde oluyor.”

“BENİM GÖREVİM, EN DOĞRU ADAYI BELİRLEMEK”

(Eğer toplum sizden aday olmanızı isterse olur musunuz?)

“Hayır, benim öyle bir şey yapma lüksüm yok. Benim görevim, en doğru adayı belirlemek. Yani ‘En doğru aday siz olur musunuz?’ derseniz o da benim belirleyeceğim bir şey değil. Bu binanın 12’nci katı Genel Başkanlık katı. Ben o kata girdiğimde önce bir kalabalık girdik, sonra herkes çıktı ben bir başıma kaldım böyle ayakta. Böyle baktım karşıda şey duruyor, makam masası ve sandalyesi falan. Oraya gitmeden ve oturmadan önce kendi kendime bir söz verdim. Dedim ki; ‘Kızımın geleceği için’ dedim. ‘Kızımın geleceği için. Bana kim ne gaz verirse versin, adaylığa yeltenip de kazanacak bir adayın önüne geçmeyeceğim, bu Erdoğan’ı kim yenecekse onu aday edeceğim’ diye kendi kendime söz verdim. O yüzden Ekrem Başkan’ın adaylığı dediğim gibi milletin adaylığı, ona biz karışamayız. Ama günü geldiğinde ben yeniden bir aday konusunda tasarruf göstereceksem; o kendim değil, seçimi kazanacak en doğru aday noktasında olur. Onu da hakla birlikte yaparız.”

“BİZ BU DUYGUNUN İNSANIYIZ, PARTİSİYİZ”

(Partisinin İmralı’ya giden heyette yer almaması ve sürecin akamete uğramaması için neler yapılacağı konusunda) “Şimdi bu süreç geçen sene 1 Ekim’de Sayın Bahçeli’nin sembolik adımları, selamlaşması ile başladı. O güne kadar biz DEM Parti ile selamlaşıyor, bayramlaşıyoruz; yerel seçimlerde aynı veya genel seçimlerde aynı sandıklarda, aynı adaylarda buluşabiliyoruz diye; hatta bunlardan çok önce sırf merhabalaşıyoruz diye bize etmedikleri laf kalmıyordu. O gün Sayın Bahçeli gittiğinde bana böyle 16 tane mikrofonu birden tuttular. Orada benim diyeceğim laf belli normal şartlarda. ‘Hani biz teröristtik. Hani eli kanlı elleri gidip tutuyorduk…’ Hiç öyle bir şey demedim. Dedim ki ‘Bu sefer doğrusunu yapmıştır. Sayın Bahçeli’nin selamlaşması kıymetlidir, doğru olan, normali budur’ dedim. Benim için de sürprizdi yani. Böyle oturuyoruz. 10 dakika sonra 16 tane mikrofona ‘Bu doğru’ dedim. Ben ve partim bu yaklaşımın, bu duygunun partisi ve insanıyız biz. Çünkü orada bir siyasi parti var. Demokratik siyasetin çalıştırdığı, ürettiği, seçtiği, getirdiği temsilciler var. Bir kere bunu öyle görmek lazım. İkincisi, ardından Sayın Bahçeli herhalde bundan üç salı sonra Meclis’te bir konuşma yaptı. Konuşmasında bildiğiniz işte sürecin önünü açan sözleri söyledi. 35 dakika sonra da benim grup konuşmam var. Orada ben dedim ki… Hatta biraz istismar da ettiler sonra onu. Ben dedim ki ‘Sayın Bahçeli madem böyle diyor. Ben de Kürtlerin, her Kürt’ün kendini ait hissedeceği bir Cumhuriyet vaat ediyorum. ‘Bu devlet benim de devletimdir’ diyeceği bir devlet vaat ediyorum.’ Bunu deyince bir takım gruplar ‘Özgür Özel işte toprak verecekmiş, filan…’ Ben ‘Türkiye Cumhuriyeti’ni benim devletim diye hissedebileceği bir devlet vaat ediyorum, bunu yapalım’ dedim. Zaten ilk grup konuşmamda da Genel Başkan olduktan sonra, şöyle başlamıştım… ‘Kimin yanında duracağız…) (‘El yükseltiyorum’ demiştiniz?) ‘Devlet Bey’den sonra el yükseltiyoruz’ demiştim. Ben Genel Başkan seçildikten sonra ilk grup konuşmamda da şunu demiştim: ‘Türkiye’de Kürt sorunu vardır, Alevi sorunu vardır.’ O sırada AK Parti de, MHP de ‘Böyle bir sorun yoktur’ diyorlar. ‘Bitti. Biz o sorunu çözdük. Türkiye’de terör sorunu vardır’ diyorlardı. Benim tanımım şuydu: ‘Son Kürt ‘Sorunum var’ diyorsa, Kürt sorunu vardır, çözülmelidir. Son Alevi ‘Sorunum kalmadı’ diyene kadar Alevilerin sorunu vardır, çözülmelidir. Eşit yurttaşlık çerçevesi içinde her türlü yasal düzenleme yapılarak bu konunun üzerine gidilmelidir’ diye hep söyledik. ‘Bunun yanında uygulamada bir çok aksaklıklar da derhal giderilmelidir’ diye. Çünkü yasa düzgün, düzgün uygulamıyorlar.”

“TARİHSEL SORUMLULUK İÇİNDE BARIŞI SAVUNUYORUZ”

“Şimdi bundan sonra bir süreç başladı ve biz de takip ettik. Biz sürekli zaten Meclis Komisyonu fikrinin sahibi bir siyasi parti olarak, bu konuda tarihsel tutarlılığı olan, dünya örneklerinde de bunun başarılı olduğunu gören ve buna inanan bir parti olarak Meclis Komisyonu’na vurgu yaptık, çağrı yaptık. Bir süre sonra işte çeşitli partiler de bunu söylediler. ‘Yok, 100 kişilik komisyon’ dedi Devlet Bey, bir başkası başka şey söyledi. Biz hiçbir siyasi partinin, mesela ‘Sadece grubu bulunan partiler’ dediler. Biz bunu kabul etmedik. ‘Bütün siyasi partilerden en az bir temsilci olmalıdır’ dedik. Bir yolu bulundu ve bugünkü kompozisyon çıktı. Bugünkü kompozisyon çıkarken de hatırlıyorsunuz ‘Yok, nitelikli çoğunluk - basit çoğunluk…’ ‘Seyahat gibi kararlar basit çoğunlukla olabilir. Önemli kararlar nitelikli çoğunluk olsun’ dedik. Bir sürü konuda mücadelemizi verdik ve buraya kadar geldik. Biz bu komisyona girerken hem çözüm vaat ettik, hem de toplumun kırılgan kesimlerine; bu meseleden rahatsızlık duyan, geçen sözüm sürecine çok ciddi şekilde reaksiyon göstermiş kesimlerine de dedik ki ‘Siz CHP’nin olduğu değil, olmadığı komisyondan korkun. Biz orada hepinizin güvencesiyiz. Şehit ailelerinin, gazilerin.’ Hatta ben bunu şöyle de formülüze etmiştim. Oradan da bir anı anlatayım size, ilginizi çekecektir. Demiştim ki ‘Şehit ailelerinin, gazilerin, gözüne bakamayacağımız, onlara hesap veremeyeceğimiz bir işin de içinde olmayız.’ Rahmetli Sırrı Süreyya Önder, çok da sevdiğim bir dostumdu, abimdi. Bana dedi ki ‘Ya gardaş bazen onun suratına bakamazsın da oğlunun suratına bakarsın. Yoksa onun da oğlu şehit olacak.’ Dedim ki ‘Bak mesele öyle değil. Sen de haklısın ama mesele öyle değil.’ Çünkü ben şehit, gazi derneklerine gidiyorum. Bir sürü dernekte benim ilgili genel başkan yardımcılarıma, benim gittiğim üç dernekte diyorlar ki ‘Biz yandık, başkası yanmasın. Tamam, çözüm olsun ama geçen seferki gibi kimse bizi kandırmasın, kimse bizi aldatmasın. Bizimle de konuşulsun.’ Biz, şehit ailelerinin, gazilerin gelip burada dinlenmesini de istedik. Ayrıca onlar Ankara’ya geldiğinde onlar da siyasi parti ziyaret etti, ben de gittim onları ziyaret ettim. Onlar da takip etmeye devam ediyorlar süreci. Bizim bu süreçte böyle partinin hangi kitleyi temsil ettiğini bilen, tarihsel sorumluluğunu bilen; ama sol, sosyal demokrat bir parti olarak barışı savunma sorumluluğunu bilen; Türkiye’nin savaşa değil, barışa bütçe ayırdığında neler yapabileceğini bilen bir yerden de cesaretle burada duruyoruz. Burada bir sıkıntı yok. Çünkü burada çok kolay bir siyaset alanı var. AK Parti ve MHP yıllarca bize ‘terörist’ demiş. AK Parti, MHP, DEM’i bir tarafta bırakıp karşısına geçip sert bir siyasetin bu kadar milliyetçi reflekslerin yüksek olduğu bir yerde pragmatist bir getirisi var ama bu bize yakışmaz. Biz bunu yapamayız, yapmamız doğru değil.”

“29 MADDELİK PAKETİN ÇOK GELİŞMİŞ HALİ ÇALIŞILIYOR”

(İktidarda olması halinde CHP’nin süreci nasıl yöneteceğinin sorulması üzerine) “AK Parti ve MHP’nin yaptığından çok daha şeffaf, çok daha açık, çok daha katılımcı, çok daha demokratik bir şekilde yürütürdük. Biz bu komisyonu hep savunduk. Komisyona giderken de bir; komisyonun çalışma esaslarını en kapsamlı öneren parti biziz. Hatta bize ‘Boşuna kurucu parti değil, buna bile bu kadar hassas bir hazırlık var’ dediler. Komisyonda olsa her durumda nasıl bir hukuk işletileceğine dair gerçekten iyi bir şey hazırladık. Sayın Murat Emir ve arkadaşlarımız gittiler, onu götürdüler. Bayağı da iş görüyor. Sonrasında komisyona biz 29 maddelik bir demokratikleşme paketi sunduk. Şimdi de yanımda o. O paketin çok gelişmiş bir halini çalışıyoruz, pazar ya da pazartesi günü teslim edilecek. Paketi ben bize gelen heyetlere, diğer siyasi partilere anlattığımda da ‘İşte iyi, CHP bu katkıları vermeli’ diyorlardı. Şimdi o paket, 29 maddelik; 10 - 12 sayfalık paketin örneğin burada o siyah kısımlarının üzerine bu kırmızı kısımlar, sarı kısımlar ve yeşil kısımlarla her biri işte komisyon çalışmalarından sonra lüzumlu gördüğümüz ilaveler, kendi arkadaşlarımızın yaptıkları ya da mevcut yasal düzenleme konusundaki önerilerinizle… Şurada da altı sayfası var, sürekli güncelleniyor. Ben de bir yandan takip ediyorum. Şu ana kadar 43, altı daha; 49 sayfalık çok kapsamlı bir rapora dönüştü. Daha da pazartesi gününe kadar bunun üzerinde çalışıyoruz. Biz bu meseleye kalıcı, samimi, böyle faydacı ama hepimizin faydasına, ülkenin faydasına bir çözüm öneriyoruz. Yazılacak olan raporda da mümkün olan en geniş mutabakatıın sağlanması gerektiğini düşünüyoruz.”

“AK PARTİ MÜTEMADİYEN AYAK DİREDİ, SADECE DİNLEDİ”

“Komisyon çalışmalarında yalnız şunu ifade etmek durumundayım: Komisyonun sadece bir dinleme komisyonuna dönmesi, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin mütemadiyen ayak sürmesi ile olmuştur. Komisyonun bu kadar uzaması… Yani komisyon 31 Aralık’a kadar neler yapacaktı? Daha dinlemeler yeni bitti. (Oyalandı diye mi düşünüyorsunuz?) Öyle düşünüyorum. Bir çok arkadaşım da öyle düşünüyor. Hatta şu kadarını söyleyeyim. Komisyondaki bu ayak sürüme konusunda MHP’nin de DEM’in de CHP’nin de bütün siyasi partilerin bir tespiti var ama kimse bir bütüne zarar vermemek adına bunu böyle açıkça söylemiyor. Türkiye’de bir iktidar partisisin, Milli İstihbarat Teşkilatı sana bağlı. Gidiyor, konuşuyor, geliyor. Senin adına gidiyor, konuşuyor, geliyor. İbrahim Kalın, ki saygı duyuyorum emeklerine kendisinin, Recep Tayyip Erdoğan’dan gizli bir şey yapmıyor. Devlet iktidar partisinden gizli bir iş yapabilir mi? Devlet dediğin binalardan ibaret bir şeydir. Sen görevlendirirsin; gider, gelir. Bir süreç var ve bu sürecin 1,5 - iki yıllık geçmişi var. Suriye meselesinden sonra öncelenmesi gereken bir durum var. İsrail’in pozisyonu var. İngiltere ve istihbaratı, Amerika ve istihbaratı, Suriye ve Suriye’nin gerçeklikleri var. Burada gerçekten Türkiye’nin ortak geleceği için cesaretle ve kararlılık, hızla atılması gereken adımlar var. Ben Türkiye’deki Kürtler için de Suriye’deki Kürtler için sağlık ve barış diliyorum. Ölmemelerini istiyorum ilk önce. Sonra barış içinde ve sağlıklı yaşamalarını istiyorum.”

“GÜÇLÜ ORTA DOĞU’DA KÜRTLER VE TÜRKLER KAZANIR”

“Suriye’deki Kürtlerin oradaki Dürzülerle, Araplarla, Türkmenlerle birlikte anayasal bir güvenceye sahip olmasını; sınırın bu tarafında ve bu tarafındaki akraba Kürtlerin de Türkiye’nin ve Suriye’nin istikrarlı, ortak iyi geleceklerini teminatı olmalarını istiyorum. Bunun için atılacak her adım, yarın - öbür gün Türk’ün de Kürt’ün de çocuğunun karnını doyuracak, milli gelirini de yükseltecek, iş de bulunacak. Hatta şöyle bir imkan da var: Cumhuriyet Halk Partisi ve DEM bölgenin Baas rejimlerinin çökmesinden sonra seküler iki partisiyiz biz. Orta Doğu’da artık öyle ihvandır, Müslüman kardeşlerdir değil; başka bir değerin yükselmesine talep var. Orada da Türkiye iyi örnek. Ben hani ‘Türkiye’den oraya sekülerizm ihraç edeceğiz’ falan demiyorum. Ama DEM’in ve CHP’nin varlığı ve Suriye’yle Türkiye’nin barışı Suriye’de öyle selefi grupların değil de demokratik bir anayasanın varoluşu ve ;oradaki onca Kürt’ün bütün varlıklarıyla anayasal düzene destek oluşu, üretmesi, kazanması, Türkiye ile birlikte Orta Doğu’nun sömürülen ya da savaştırılıp, her iki tarafa da savaş satılan ve petrolü sömürülen bir coğrafya yerine kendi varlıklarıyla; hem doğal varlıklarıyla, hem insan varlıklarıyla kalkınan, kazanan ve dünyada gerçekten güçlü aktör olan bir yapıya dönüşebilir. Orta Doğu’daki bu güçlenmenin en büyük kazananı da Kürtlerle Türkler olacaktır. Hangi ülkede yaşıyor olurlarsa olsun.”

“SURİYE’DE DEMOKRATİK BİR ANAYASA OLMALI”

(Demokratik entegrasyon Suriye’de nasıl olacak? CHP net olarak SDG ile görüşmeye ne diyor?)

“Bu konuda bir vaka bazında AK Parti’nin tutumunu özetleyeyim. AK Partili çok önemli bir isim bu sürecin içinde olanlardan. ‘Ya İmralı’ya siz de gelin. Zaten video olmayacak, fotoğraf olmayacak, oraya helikopterle gidilecek, gidileceği gün belli olmayacak. Döndükten birkaç gün sonra ilan edilecek. Hatta istiyorsanız verin birini, giden de belli olmasın. Kimin gittiğini de gizleriz.’ ‘Yahu gitmiş mi olacaksınız? dedim. Dedi ‘Ya ne olacak’ falan. Dedim ki ‘Biz gideceksek, gitmeye karar verirsek fotoğraftan da videodan da çekinmeyiz. Bir şeyi hem yapıp hem milletten gizlemek, -miş gibi yapmak falan bunlar doğru işler değil. Biz böyle işler yapamayız. Bizim siyasetimiz böyle değil’ dedim. Burada şuna da zarar vermek istemem. Yani şimdi bugün Sayın Pervin Buldan ve Devlet Bahçeli bir açıklama yaptı. Pervin Buldan önemli bir takım açıklama yaptı. Devlet Bey de ‘Her satırının altına imza atıyorum’ dedi. O görüşme ne oldu bilmiyorum. Salı günü de, bunu da burada ilk kez bugün söyleyeceğiz. Heyet bizden de randevu istedi. Salı günü 12’de heyet bizi de ziyaret edecek. Pervin Hanım ve üç kişilik heyet Cumhuriyet Halk Partisi’ne gelecekler. O yüzden bu mevzularda hani çok böyle bambaşka şeyler söyleyip de bugün Pervin Hanım ‘Çok önemli bir şey yaptık, ikinci aşamaya geçtik’, Devlet Bey de ‘Her kelimesine imza atıyorum’ dedikten sonra, oraya böyle söyleyeceğim söz sonuçta bir gazeteci yorumu gibi değil bir siyasi partinin genel başkanı olduğumu takdir edersiniz. Ama şöyle bir gerçeklik var. Suriye’de o ‘İçine katılsın’ dedikleri ordudan çok daha büyük bir silahlı güç var. Kim kime katılıyor? Öyle bir durum ortada birincisi. İkincisi; efendim orada bir yapı var, ayrılsınlar tek tek gidip buraya katılsınlar falan. Çocuk mu kandırıyorsunuz? Kim kiminle ne konuşuyor yani? Ciddiyete davet eder insan. Bu ciddiyete davet edilmesi gereken bir noktada yani. Hani şunu diyebilirsiniz ‘Biz SDG dağıtılsın istiyoruz, bayrak indirsin bilmem ne yapsın, kabul etmiyoruz. Yoksa operasyon.’ Bu, tercih edecekseniz, bir yaklaşımdır, dildir, bilmem nedir. Ya da derseniz ki, mesela ben diyorum ki; ‘Suriye’de yeni bir durum ortaya çıktı. Bundan önceki durumdaki yapılar sen terör örgütü dersin, öbürü bilmem ne der falan. Şu anda Suriye’de Kürtler var, Araplar var, Dürzi’ler var, Aleviler var, Sünni Araplar var, Alevi Araplar var. Bu durumda bunların her birinin varlığını gören bir demokratik anayasa lazım. Orada bir inisiyatif olacaksa Türkiye, buna katkı için inisiyatif almalı. Hatta buna uluslararası kuruluşları dahil ve davet etmeli. Orada demokratik bir anayasa olmalı. O demokratik anayasa çerçevesinde bir ordu oluşacaksa nasıl olacağı, şu andaki silah unsurların o orduda nasıl yer alacağı doğru bir şekilde tarif edilir, hakkaniyetli bir şekilde tarif edilir. Hem adil, hem de orada bir devlet oluşuyorsa zaten artık o devletin içinde terör örgütleri ittifakından falan bahsedemezsin. Birisi oraya terör örgütü, birisi öbürüne cihatçı örgüt bilmem ne derse oradan devlet çıkmaz. Şu an Suriye’nin realitesini görüp, Suriye’nin realitesinde bir anayasal devlet inşa edip, orada bir stabiliteye, bundan sonraki süreç için artık bir hep birlikte yaşama, hep birlikte var olma ve hep birlikte savunma iradesini koymak. Biz de bu devlete dostluk edelim diyoruz, komşuluk edelim diyoruz. (Türkiye’nin üst düzey yetkilileri görüşmeler yapıyordu. Aynı yetkililer SDG ile de görüşse olmaz mı? Siz şayet bu süreci yönetiyor olsaydınız görüşür müydünüz?) “Görüşüyorlardı zaten, görüşmeden buralara gelinmez.”

(İktidarın kullandığı dilin ne olması gerektiğini düşünüyorsunuz?) “Banu Hanım sorunuza samimi cevabım; tek dilli bir iktidar yok. Vallahi İbrahim Kalın’da öyle bir dil yok, Hakan Fidan’da öyle bir dil var. Hakan Fidan AK Parti’de başka bir şey temsil ediyor, İbrahim Kalın başka bir şeyi temsil ediyor. Hatta damat başka bir şeyi, Bilal Erdoğan başka bir şeyi temsil ediyor. Attıkları her adımda, kurdukları içeride ve dışarıda parti içinde, parti dışında, ülke dışındaki ittifakta Erdoğan sonrasının hesapları var. O yüzden yani sorunuza samimi bir cevabım bu. Yoksa öyle Türkiye’nin dili ne onun dili ne onun dedi. Zaten Türkiye’nin muhataplarının kafasının karışması da öyle.Bir gün öyle bir gün böyle bir gün bilmem ne falan. Bu meselede de sayın Davut olduğunu söylediği söz de yaklaşımında bir mahsuru yok. Şunun da bir mahsuru yok. Ak Parti’nin bugünkü tavrı yani tavşana kaç, taze tut veyamışmış gibi yapmak, görüşüp de görüşmedim, konuşup da konuşmadım demek, Ada’ya gidipte röntgen çektirmek hep aynı mesele. Geçen gün bir anket gösterdi arkadaşlar ak Parti seçmeninin %40’ı İmralı‘ya gidilmez meselesini biliyor. %25’i ak Parti’nin İmralı‘ya gittiğini düşünüyor. Kendi seçmeninden utanan, çekinen, kendi yaptığı işi seçmenden gizlemeye çalışan, şimdi düşünsenize mesela nasıl söyleyeyim? Sayın Erdoğan veya kalksa İstanbul’da Eyüpsultan Türbesi‘ni ziyaret etse, 16 kanal birden yayın veriyor. S-400’ler Rusya’dan kalkıp Türkiye’ye gelirken haritada takip ediyorsun uçak geliyor mu geliyor mu geliyor mu geldi indi gitti. Ya İmralı Adası’na heyet gidiyor. Heyet gizli. Giden gizli. Gitti mi, gitmiyorum diyene niye gitmiyorsun diye hesap soruyorlar. Gidiyorum diyen gittiğinden utanıyor. Böyle acayip bir ikircikli, tuhaf bir durum var. Bu ak Parti’nin yönetme kapasitesini kaybettiğini gösteriyor. Yani yönetmiyor, yapmıyor veya yapsa da sorumluluğunu almamak istiyor felan. Bu kadar belli. Samimi değil yani .r ve diyalog meselesi de Türkiye’nin Suriye gibi yerde, esat kaçmış gitmiş. Orada yapılar var. Kendi haline bırakırsan hiç savaş olur. Bu sana yaramaz. İsrail gelir orada bir hakimiyet kurar. Bu sana hiç yaramaz. orada yeniden mesai savaşları başlar. Birisi birinde birisi birini silahlandırır bu sana yaramaz. Bu kadar kevgir gibi sınırlar varken göç dalgası sana yaramaz çatışma olursa. Oradan bazı silahlı unsurların Türkiye’ye gelmesi sana yaramaz. Sen oranın bir an önce istikrarla kavuşmasını sağlaman lazım. Bunun için de Türkiye’nin insiyatif alması lazım. Sara gibi, yani ben Sara ayı şimdi İngiltere diyor ki biz onu yetiştirip bilmem de bugünlere hazırladık. Aslında bu onun eski hali. Roldü gerçek hali. kravatı gerçek, orada rol yapıyordu falan. Nedir bilmiyorum ama o zamanında dünyanın en çok sentetik uyuşturucu üretilen 16 tane Sedef ve örgütünü bir arada yaşadığı yerden bunlar bütün Suriye’ye daldılar. Sen bunları muhatap alıyorsun da, kafayı kesen bunlar, Anfa metan üreten bunlar, bütün dünyayı zehirleyen bunlar. bunlardan birinin hepsine hakim olduğunu ve aslında bunun İngiliz istihbarat tarafından bugünler için özel yetiştirildiğini senin de muteber birisi olduğunu kabul ediyorsun. Muhatap kabul ediyorsun. Öbür taraftan aslında muhatap kabul Edip görüştüğün, onu gizlemeye, efendim şöyle olmadı böyle olmadı. Bugün başka bir dil kuruyorsun falan. Türkiye’nin bütün taraflarla bir kez daha söyleyeceğim oradaki nusayriler, her an kademle karşı karşıya olan Arap Alevilerinin, Türkiye’deki akrabalarının ruh durumlarını da düşünerek bir kere en basitinden bir oradan bir bağlıyız. Kürt kardeşlerimizin, Türkiye’deki Kürtlerin kardeşleri birkaç kilometre ötesinde yaşıyorlar. Oradan bağlıyız. Bıraksan diğer yapıları. Ama bir yandan da Araplara ne kadar önem veriyorsun, bizim de Türkiye’de 6.500.000 Arap yurttaşımız var. 6.500.000 Arap yurttaşımızın ak Arap akrabaları ile gönülden bağlıyız. Sen bütün yapıları da Türkiye olarak olarak alıp oturtup, Uzlaştırıp, Türkiye ev sahipliği yapabilir hiçbir itirazım yok. Ama buraya uluslararası kuruluşları dahil Edip, onlarla birlikte buraya Suriye’nin istikrarlı, bütün Avrupa Birliği’nin içine hep hepsinin ödleri kopuyor 20 tane sığınmacı gelecek diye, 5.500.000 sığınmacıyı biz tuttuk onları gitmediler bilmem ne. O yüzden onların da taşın altına ellerinde, ellerini ceplerine koymasını sağlayıp Suriye’de bir kalıcı çözüme ihtiyaç var. Suriye’nin barışı Türkiye’nin barışı da, Türkiye’nin barışı Suriye’nin barışı da katkı sağlar. İki tarafın birden barışı Türkiye’nin 100 yılı yani yüzyılın ikinci çeyreğinde gerçekten uzay mekiği gibi hızla ekonomik olarak da demokratik olarak da ileri gitmesini sağlar. Yeter ki herkes bu meselede üzerinde düşeni yapsın.

“BÖYLE BİR SÜREÇ OLMADAN ÇÖZÜLEMEYECEĞİNİ BİLİYORUZ”

(Silah bırakanların dönüşü konusunda AK Parti ve MHP’de netlik olmadığı konusunda) İki yönlü cevap vereyim. Bir, olumsuz yönden cevap vereyim. Bu işin buraya geleceği belliydi. Şimdi aynı resme bakıp farklı tarif yapıyorlar. Bir kere ben rahmetli Sırrı Süreyya ile ilk bu konuları konuştuğumuzda, ilk ziyaretlerinde dedim ki ‘AK Parti‘ye ve MHP’ye bakarsan diyorlar ki ‘Kayıtsız şartsız silah bırakılacak, terör bitecek, bu kadar.’ Sen de diyorsun ki ‘Demokrasi olacak, şu olacak, bu olacak bu kadar.’ Dedi ki ‘Gardaş geçen sefer ‘önce çözüm, sonra barış’ dedik. Bu sefer de ‘önce barış, sonra çözüm’ diyoruz’ dedi. Dedim ki ‘Abi olmaz ki, olur mu?’ ‘Vallahi senin yerinde olsam ben de senin sorduğun soruyu sorardım. Ama sen de benim yerimde olsan 40 yıldır olan bu meseleye bir çözüm umudu varsa, bir el uzattılarsa o eli tutardın’ dedi. Dedim ‘Tamam.’ Şimdi geldiğimiz noktada aynı resme bakıp farklı tarif. Bir kere böyle bir süreç, ön görüşmeler, sonra müzakereler, karşılıklı güven arttırıcı adımlar, bir takım ön hazırlıklar, kamuoyu bilgilendirmesi, toplumsal desteğin sağlanması, yasal düzenlemeler, geçiş süreci. Böyle bir süreç olmadan bu işin çözülmeyeceğini hepimiz biliyoruz. Böyle bir süreci devletin belli unsurlarını, bir evrelerini tükettiğini de hepimiz biliyoruz. İlk başta ben bunu söyleyince kızıyorlardı bana. ‘Öyle bir şey yok, öyle bir şey yok.’ Öyle bir şey var. Öyle bir şey olmadan buralara gelemezsin. Bu işlerin yol alış biçiminin bu olduğunu biliyoruz.”

“Şimdi de biliyoruz ki belli bir süredir yol alınmış. Ama işte birtakım siyasi kaygılarla kendi seçmen gruplarına, ‘Arkadaşlar bu işte kayıtsız şartsız silah bırakma var, başka bir şey yok. Silahlar bırakılacak, bu iş bitecek.’ Bunun böyle olmadığını hepimiz biliyoruz. Sorsanız çocuklar bilir. Böyle yaparsanız, buraya gelir ve tıkanır bu işi. (Aslında bir takım ayrıntıları konuşulmuş?) Elbette var, konuşulmuş, olmuş, bitmiş. Ama halktan gizleniyor. Açık söyleyeyim: Böyle bir sürecin bir çok evresini devlet konuşmadan, planlamadan, karşılıklı mutabakata varmadan gidip de siyasi partilere, ülkeyi yönetene, ittifak ortaklarına ‘Biz hazırız, siyasi irade gösterin’ demez. Kimse de gidip bu muhataplık ilişkisine girmez. Bu belli bir noktaya kadar gelmiş. Bunun en önemli kuralını ihlal ettiler, ilk baştan beri. Halka karşı açık olup, halka izah edemeyeceğin birtakım şeyleri gizli tutmamak lazım. Baştan anlatacaksın. Bunun toplumsal desteğini sağlamak lazım. Şunu denediler: ‘Hayır hiçbir şey yok, hiçbir şey konuşulmadı. Kayıtsız şartsız silah bırakacaklar, terör bitecek.’ Tam olarak böyle olmadığı görülüyor işte şimdi. Komisyona yapılan sunumlardan da sayın devlet yetkililerinin gelip partileri bilgilendirmesinden de. Her iki tarafın da bildiği bir gerçeklik bu. Şimdi bu iş gelip burada tıkandı gibi görünüyor ama bu negatif yönden. Böyle yapmamaları lazım. Yapınca ‘O buraya bunu yazıyor, bu buraya bunu yazıyor’ diyor. Pozitif yönden de şunu söyleyeyim: Bunu bu şekilde AK Parti ile MHP’nin yazmasında bir mahsur yok. Bize de zaten ilk geldiğinde İmralı heyeti de DEM heyeti de geldiğinde demişlerdi ki ‘İmralı bütün inisiyatif eline alarak mutlak bir silahsızlanmayı, silah bırakmayı sağlayacak. Bu konuda çok kararlı. Kimse dediğini, sözünü tutmasa o tutacak.’ Devlet Bey de bugün o sözünü tutulduğunda ve devletin adımlar atması gerektiğini söylüyor. Değil mi yani yanılmıyorum. O zaman bu iş bu şekilde çözülür. Ama buradan ben bir şey görüyorum. Bu işi Türkiye’de demokratikleşme adımlarına atmadan, yani Terör sorunlarını, terörü bitirip, Kürt sorununu verdiği boyutlarında çözüp demokrasi sorununu hatta bu diktatör, otoriter rejimi bütün imkanlarıyla elde tutarak devam etmek istiyorlar. Bunu şu açıdan söylüyorum. Eninde sonunda işte biz tam burada. Özel Yasayı yazma işi benim işim değil ben dediğiniz kadar yazabilirim yani benim MİT’im yok, askerim yok, ben kaç mağara var, bilmem kaç silah bırakılacak, bilmem ne var, ne olacak ne bitecek bilmem. Onu getirecekler cesaretle önümüze koyacaklar, böyle böyle olacak, devletimiz bunu çalıştı diyecekler. burada şöyle bir noktaya geldi bunu komisyonla konuşmak yerine komisyonlu rapor yazması. (Ilgili komisyon demek istedim) ilgili komisyonlarda tabii, aslında ilk ya da çıkılırken bu komisyonda konuşulacak bir çok şey. Ama şimdi bir komisyonu bir direkt ve öneriler dinleme, hani olur ya direkt ve öneriler kapanış kısmında yani yapıp. İşi o komisyonları atma. Ama ben şunu biliyorum devlet zaten bu konuda çeşitli yüksek yargı mercilerinden kişileri, 1:30 yıldır çalıştırıyor. Bana bunu söylendiğinde söyledim. Önce bana kızdı, şimdi herkes kabul ediyor bunu. Bir takım hazırlıklar falan var. Burada incitmeden böyle dediğim gibi şehitlerine, gazileri incitmeden varsa zorluklar hep birlikte bu konuları konuşarak toplumda beklentisi olan tüm kesimleri doğru şekilde ikna ederek, dahil ederek ve sonundaki büyük Kazancı iyi anlatarak. Yani bu bu işin sonunda ya barış kadar büyük bir kazanç olabilir mi?

(Bu işin güvencesi Cumhuriyet Halk Partisi denilebilir mi?)

Ya bu işin güvencesi ben olurum da önce iktidar olmam lazım yani. Şöyle bir şey var, bir kez daha Sırrı Süreyya Önder‘den Allah gani gani rahmet eylesin. Dedi ki ya bu Akın Gürlek öyle bir adam ki dedi bir baktım dedi bana dedi nevruz da bir Nevruzdaki konuşmamdan ceza veriyor. Kürsüye gittim dedi. Tutuksuz yargılanıyor sırada. Karar, bana bundan ceza verme demiş. Niye dedi dedi. Bundan verirsen bir daha öyle aday yollayacak adam, barış izleyim 1000 TL okuyacak adam bulamazsınız kardeşim. Devletin için hata yapma, başka bir şeyden iki katını ver dedim diyor. Hiç acımadı verdiği cezayı diyor. (Sonra gene gitti) gitti işte öyle bir adamdı. Orada her şeye rağmen yatıp yatıp giden birisi var. Veya halen daha içeride yatan insanlar var. Öbür taraftan o Akın gürlek’e getirip halen daha adalet cellatlığı yapan bir anlayış. Ondan ben nasıl sürecin sigortası olayım, garantili olayım bilmem nesi olayım.

(Anadilde eğitim eşit yurttaşlık ilkesine hayata geçirebileceğiniz bir yaklaşım mıdır?)

Şimdi bir resmi dil meselesi var, bir anadil meselesi var. Biz anadil haktır ana dilini öğren, eğitimi, geliştirilmesi ve kullanımı ile ilgili her türlü güvenceyi sağlar diye yazmışız. Bu bizim için açımızdan önemli bir adım.(com kaynak kamu kaynaklarında bunun için kullanacak mısınız) evet yazıyor zaten. Devlet bütün tedbirleri almalı falan diye. Ayrıca daha da başkası var, bu işin böyle geniş geniş mesela birisinin her isteyene veya ana dilde ne bileyim işte mühendisliğin bilmem ne logaritma dersini vermek de meseledir yani veya bunu talep eden her vatandaşa vermek meseledir. Kürt dili ve edebiyatı meselesinde mesela bambaşka bir şeydir bu. Bu çok haklı bir şeydir. Bunu Çerkezler için de yapabilmek lazım, bu olanaktır. Fazlasını söyleyeceğim, devletin bazı yerlerde hastanın ana dilini bilen birisini de görevlendirmesi lazım. Hiç Türkçe bilmeyen bir kadına Mehmet araması yapmak ne demek mesela meme kanserine karşı. Bir takım farkındalıklar, uyuşturucuyla mücadele için, ebeveyn eğitimleri falan. Hiç Türkçe bilmeyen bir kadına, bir kadına bir anne anneye bunları yapmak veya bunun daha devamlı kadına karşı şiddet, mesela Kalash uygulamasına basıyorsunuz orada anadilde yardım var mesela. Devlet mi çekiyor bunu yapınca. Bunun yaygınlaşması yani bazı hizmetlerin de kişinin ana dilinde sunduğunu biliyor olması. Hele hele şimdi teknolojik imkanlar da var. Bir kulaklığı takıyorsun karşındaki uzman Türkçe konuşuyor, yan yanasın, ama kendiliğinden duyabiliyorsun. Bu yabancı dili olan şey ana dilen niye olmasın. Bazı hizmetler verilirken. Yani ben ana dil meselesini böyle şey gibi ana dilini öğrenmesi, eğitimi, kullanımı dilin geliştirilmesine devlet her türlü imkan sağlar demişiz. Şu olunca bir imkansızın tarifine giriyor. Her isteyene kendi anadilinde bütün eğitimi veremezsiniz, onla eğitticisini bulamazsınız. Bunu sadece Kürtler değil herkes isteyebilir ama bu eğitimin örneğin işte edebiyat, filoloji bilmem ne falan gibi olası mümkün açıldığında bir sürü kişinin gelebileceği bölümleri niye açmayasınız?

İlk öğrenim, orta öğretimde de belki en azından belli derslerin bu dinde de görülmesi gibi bir yaklaşım sadece dille ilgili olmayabilir sosyoloji olabilir vesaire…

Dil birimcilerin dediği küçük çocuk elbette Kürtçeyi de öğrenecek, ama kendilerinde işte filanca yetkinliği kazanması önemlidir bunu devlet bir imkan, bir bütçe harcayacaksa bu da o çocuğun ilerdeki gelişimi için iyi olacaksa biz buna neden karşı çıkalım? Böyle bir şey yok yani benim anlatmaya çalıştığım mesele meseleyi çok böyle hani başka yerlere koyup, bunun üzerinden böyle, bunda var mısın yok musun falan? Biz bütün ülkedeki çocukların en iyi şekilde yetişmesi eğitilmesi, en iyi şekilde hissetmesi için, bütün hastaların en iyi şekilde, bütün vatandaşların en iyi şekilde kamu hizmeti alması için devletin üstüne düşen her şeyi yapması gerektiğini savunuyoruz.”