Kılıçdaroğlu Bilkent Politik Düşünce Kulübü’nde konuştu

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Bilkent Politik Düşünce Kulübü’nün düzenlediği “Muhalefetin Çözüm Sürecine Bakışı” konferansında konuştu ve öğrencilerin sorularını yanıtladı. Konferansa genel Başkan yardımcıları Selin Sayek Böke ve Enis Berberoğlu ile Tokat Milletvekili Orhan Düzgün katıldı.

Sözlerine Kürt sorununun çözümüyle başlayan Kılıçdaroğlu, “Düşüncenin özgürce ifade edildiği bir üniversitede sizlerle buluşmak benim için bir keyiftir” dedi

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu Bilkent Politik Düşünce Kulübü’nde öğrencilere, ‘Medya özgürlüğü var mı’ sorusunu sordu, ‘hayır’ yanıtını alınca, ‘medyası özgür olmayan bir toplumun kendisi özgür olamaz’ dedi.

Kılıçdaroğlu’nun konuşmasından satırbaşları:

“Gazeteci özgürce yazabilecek, iktidarın hoşuna gitmedi diye telefon edip o gazetecinin işine son verin demeyeceksiniz. Bunları dediğiniz andan itibaren Türkiye’de terörü de, demokrasiyi de yan yana getiriyorsunuz demektir. Terör demokrasiye müdahale ediyor demektir”

-“Adaletin olmadığı yerde demokrasiden, hukuktan söz edemezsiniz. Bir bilgin,’ adalet kutup yıldızına benzer. Yerinde sabit durur ama bütün kainat onun etrafında döner’ diyor. Bütün inançların ortak temelidir adalet.”

-“Gidin bombalayın  diye talimat verildi hükümet tarafından. Bombalandı ve öldürüldü. Uludere’de öldürülen çocuklar bizim çocuklarımız, faillerini bulup çıkarmak zorundasınız. Ama, fail yok. Kapattılar dosyayı. Bu dosya Ankara’nın derin dehlizlerinde kaybolmayacak diyorlardı. Bırakın derin dehlizleri parlamento da kayboldu gitti”

-“Sorun çok boyutlu. Mayınlı araziler var. Temizleyin mayınları topraksız köylülere verin dedik. Diyarbakır cezaevinde yüzlerce kişi işkenceden geçirildi ve biz o cezaevinin İnsanlık müzesi olmasını istiyoruz.”

-“Türkiye’de işkence olmamalı artık. İşkence bir insanlık suçu. Dönemin Başbakanı Diyarbakır’a gitti modern hapishane sözü verdi. Diyarbakırlılarda koşa koşa gidip Başbakana oy verdiler. Yani biz daha modern bir hapishane istiyoruz dediler. Sorun aklın kabul edemeyeceği boyutlara kilitlenmiş durumda. Ama, akılla çözmemiz lazım”

-“Bir bakan çıktı dedi ki, misliyle şiddet uygularız.  Ben buna karşı çıktım, ‘Devlet şiddetle, baskıyla yönetilmez, akılla,  sabırla yönetilir’ dedim. Aklın egemen olduğu bir yerde devlet vardır. Şiddetin olduğu yerde devlet mi olur, adalet mi olur, hukuk mu olur? İnsanların tepkilerine tahammül etmeliyiz”

-“Türkiye’de aslında insanlar barış içinde yaşıyor da bölen politikacılar. Son 10 – 12 yılda etnik kimlik ve inanç üzerinden müthiş bir kutuplaşmanın içine girildi. Yaşam tarzı üzerinden toplum ayrıştırıldı ve bölündü.”

-“Türkiye’de sendikacılık bitti, sendika ağaları çıktı. Sendika ağaları da işçilerin sorunlarıyla ilgilenmiyorlar.”

CUMHURIYET HALK PARTISI GENEL BASKANI KEMAL KILICDAROGLU BILKENTLI OGRENCILERLE COZUM SURECINI ANLATTI                      FOTOGRAF: ZIYA KOSEOGLU/CHP GENEL MERKEZI

KILIÇDAROĞLU’NUN KONUŞMASININ TAM METNİ:

Medya özgürlüğü var mı Türkiye’de? Ben merak ediyorum siz soru sormadan önce ben size bir soru sorayım. Türkiye’de medya özgürlüğü vardır diyen bir arkadaşım ya da kaç arkadaş elini kaldırabilir mi acaba görebilir miyim? Yok. Bende biliyorum yok. Medya özgürlüğü yok. Peki, medyası özgür olmayan bir toplumun kendisi özgür olabilir mi? Hayır. Medya özgürlüğünü sağlayacaksınız.

Gazeteci özgürce yazı yazabilecek, gazetecinin işine son vermeyeceksiniz veya iktidarın hoşuna gitmedi diye telefon edip o gazetecinin işine son verin demeyeceksiniz. Bunları dediğiniz andan itibaren Türkiye’de terörü de, demokrasiyi de yan yana getiriyorsunuz demektir. Terör demokrasiye müdahale ediyor demektir. Bunlar olmaz. Daha buna benzer gizli tanık, özel yetkili mahkemeler. Kaldırıldı özel yetkili mahkemeler ama şimdi bunun yerine sulh ceza mahkemeleri getirildi. Özel yetkili mahkemelerden daha yetkili mahkemeler getirildi. Biliyorsunuz bir diyelim ki yolsuzluk davası var itiraz edeceksiniz iktidarın belirlediği hakime gidiyor o da dosyayı kapatıyor ve dosya bitiyor. Böyle bir şey olmaz arkadaşlar. Adaletin olmadığı yerde zaten demokrasiden söz edemezsiniz. Adaletin olmadığı yerde hukuktan söz edemezsiniz. Bir bilgin söylüyor adalet kutup yıldızına benzer. Yerinde sabit durur ama bütün kainat onun etrafında döner. Adalet budur. Bütün inançların ortak temelidir adalet. Adaleti sağlamazsanız bu olmaz.

Bakın, ben geçen Salı grupta bir konuşma yaptım. Diyarbakır’da linç edilen çocuğa da üzüldüğümü, Berkin Elvan’a yapılan olaya da üzüldüğümü söyledim. Onun öldürülmesine de aynı tepkiyi verdim. Dünyaları farklı bu iki insanın. Ama bir insanımız sokakta linç edilemez. Bir insanımız, çocuğumuz polisin attığı gaz fişeğiyle öldürülemez. Bunları asla kabul etmeyiz. Etmemeliyiz. Dediğim gibi bakın iki ayrı dünya, iki ayrı siyasi görüş ama biz bu ülkede demokrasiyi savunacaksak sizin politik düşünce kulübünde nasıl çok farklı insanlar siyasi görüşte olanlar bir araya gelip özgürce konuşup tartışabiliyorlarsa biz bunu yapmak zorundayız. Unutmayın, demokrasi bir uzlaşma rejimidir arkadaşlar. Uzlaşma rejimidir. Bir araya gelme, düşünceleri ölçme, tartma, tartışma rejimidir. Demokrasinin özünde bu yatar. Dayatma rejimi değildir demokrasi. Benim dediğim mutlaka haklıdır demek değildir demokrasi. Akıl akıldan üstündür diye bizim bir atasözümüz var. Ben şunu asla iddia etmem. Benim her dediğim doğrudur. Böyle bir iddiada hiçbir zaman bulunmadım. Benim söylediklerimde eksiklikte olabilir. Bazı arkadaşlarım benim söylediklerimi beğenmeyebilirler. Bunlara bizim saygı göstermemiz lazım. Demokrasiyi böyle bir sürecin içine bizim getirmemiz ve koymamız gerekiyor.

Yine söyledik bu sorunu çözmek istiyorsanız Uludere’de öldürülen çocuklarımızın faillerini bulup çıkarmak zorundasınız. Onlar bizim çocuklarımız. Talimat verildi hükümet tarafından. Gidin bombalayın dedi bombalandı ve öldürüldü. Fail? Fail yok. Kim hesabını verecek? 21.yüzyıldayız bakın 21.yüzyıldayız. faili yok bu işin. Kapattılar dosyayı. Ne deniyordu? Bu dosya Ankara’nın derin dehlizlerinde kaybolmayacak diyorlardı. Bırakın derin dehlizleri parlamentonun kendi içinde kayboldu gitti. Bu konuda en iyi çalışan, en güzel raporu hazırlayanda övünerek söylüyorum Cumhuriyet Halk Partisidir. Arzu eden arkadaşlarım bizim internet sitemize girip o raporu bulabilirler ve okuyabilirler. Olayın nasıl geliştiğini bütün ayrıntılarıyla orada görebilirsiniz.

Başka? Bakın bir sorunu çözmenin bizim bu sorunu ele alırken bu sorun tek boyutlu bir sorun değil arkadaşlar. Bu sorunun ekonomik boyutu var, siyasi boyutu var, psikolojik boyutu var, bölgesel boyutu var, uluslararası boyutu var. Bütün bu boyutları beraber ele almak ve değerlendirmek zorundasınız. O nedenle biz ekonomik boyutunu da düşündük bunun. Mayınlı araziler var. Temizleyin mayınları topraksız köylülere verin. Niye vermiyorsunuz? Verin eksinler biçsinler. İstihdam alanı yaratmak zorundasınız. Siz bir adamı işsiz tutarsanız 1 yıl, 2 yıl, 3 yıl, 5 yıl nereye gidecek bu? Nasıl yaşayacak bu? Siyasi önlemini alacaksınız, ekonomik önlemini alacaksınız, sosyolojik önlemini alacaksınız. Bütün önlemleri bir arada düşünmek zorundasınız. Biz böyle düşündük.

Başka? Bir şey daha önerdik biz. Diyarbakır cezaevini sizler bilmezsiniz. Bizim kuşağımız bilir. Diyarbakır cezaevinde yüzlerce kişi işkenceden geçirildi ve biz o cezaevinin müze olmasını istiyoruz. İnsanlık müzesi olsun. Çocuklarımıza bir daha asla işkence etmeyeceğimizi o müzeyi ziyaret edenlere öğretmek zorundayız. Çocuklarımız onu öğrenmek zorunda. Türkiye’de işkence olmamalı artık. İnsana işkence yapmak bu bir insanlık suçu. Kendi tarihimizle yüzleşelim. E yüzleşelim buyurun Diyarbakır cezaevini müze yapalım. Söyledik. Ama dönemin Sayın Başbakanı Diyarbakır’a gitti Diyarbakır’da güzel bir konuşma yaptı. Dedi ki, sevgili Diyarbakırlılar, ben bu hapishaneyi yıkacağım söz size daha modern bir hapishane yapacağım dedi. Evet. Espri değil arkadaşlar gerçek. Ne oldu? Diyarbakırlılarda koşa koşa gidip Başbakana oy verdiler. Yani biz daha modern bir hapishane istiyoruz dediler. Sorun aklın kabul edemeyeceği boyutlara kilitlenmiş durumda. Akılla çözmemiz lazım.

Bakın, geçen şiddet olayları olduğunda birisi, bir yetkili, bir bakan çıktı dedi ki, işte şiddeti bire beş uygularız. Birse bizde üç uygularız. Ben buna karşı şunu söyledim. Devlet şiddetle yönetilmez, devlet baskıyla yönetilmez. Devlet akılla yönetilir, sabırla yönetilir. Aklın egemen olduğu bir yerde devlet vardır zaten. Şiddetin olduğu yerde devlet mi olur, adalet mi olur, hukuk mu olur? Tahammül etmeliyiz. İnsanların tepkilerine tahammül etmeliyiz. Bunları ifade ettik.

Değerli arkadaşlarım, bizim önerilerimiz daha çok. 17 madde halinde Demokrasi ve Özgürlük Bildirgesi yayınladık ve bunu ifade ettik. İstanbul’da bir toplantı yaptık. Gazetelerin Genel Yayın Yönetmenlerini davet ettik. Bu sorunun çözümüyle ilgili alınması gereken önlemler bunlardır diye tek tek kendi düşüncelerimizi aktardık ve bunların hayata geçmesi gerektiğini söyledik. Bize dediler ki, CHP bunu hep söylüyor ama samimi değil yeri gelince vazgeçer. Bizde samimi olduğumuzu kanıtlamak için az önce size bir kısmını saydığım 17, 18 maddeyle ilgili kanun tekliflerimizi parlamentoya verdik. Altında bizim Cumhuriyet Halk Partisi milletvekillerinin imzaları var. Onların hayata geçmesini bekleriz, onların uygulanmasını isteriz. Eğer biz bunu yapabilirsek, yani siyaset kurumu sorumluluğu alıp bir toplumsal uzlaşma içinde bu sorunu çözülebilirse biz kendi bölgemizde güçlü oluruz. Siyaset normal zemininde yürümeye başlar. Şuanda siyaset normal zemininde değil arkadaşlar. Normal zeminde değil siyaset farklı bir kulvarda yapıyoruz. Şiddet şiddeti doğurur. Asla bunu unutmamak gerekir.

Bir üniversitede özellikle Bilkent gibi saygın bir üniversitede böyle bir konuşma olanağı verdiğiniz için hepinize teşekkür ederim. Bu üniversiteyi hepimiz, her aydın yakından izlediği gibi bende izliyorum, bende gidiyorum. Başta Sayın Rektör, öğretim kadrosu olağanüstü. Dünyada saygınlığı olan bir özel üniversite. Ben rahmetli Doğramacı’yı da tanırım. Maliye bakanlığında çalıştığım günlerde Sayın Doğramacı sabahın erken saatlerinde gelirdi ve bütçe genel müdürlüğünün önünde ödenek almak için beklerdi. Israr ederdi. Hacettepe’yi Hacettepe yaptı. Sonra bütün malvarlığını buraya verdi ve Bilkent dediğimiz hepimizin gurur duyduğu bir üniversiteyi kurdu, hayata geçirdi. Bu üniversitenin özelliği vakıf üniversitesi olması ve bu üniversitenin özelliği inovasyona ağırlık vermesi. Bu üniversitenin özelliği çok güçlü bir öğretim kadrosunun olması.

O nedenle Bilkent sadece sizin Bilkent’iniz değil Bilkent hepimizin Bilkent’i. Hepimiz bu üniversiteyle gerçekten de gurur duyuyoruz.

Umuyorum benim için çok zor sorular hazırlamamışsınızdır. Ben izin verirseniz burada keseyim. Çünkü sizden gelecek soruları da önemsiyorum. Benim anlatımım çok belki sizi tatmin etmemiş olabilir veya boşluklar olabilir veya sizin soracağınız ek sorular olabilir, yeni sorular olabilir. Bir şeyden emin olmanızı isterim yalnız. İnandığım şeyleri söyleyen bir politikacıyım ben. Siyasete girdiğim günden itibaren şu sözü hep halka verdim. İnandığım doğruları hep söyleyeceğim. Üniversite öğrencileriyle mademki bir aradayız ve mademki sizlerden sorular gelecek karşınızda en azından samimi bir politikacı olduğunu düşünmenizi isterim. Size vereceğim yanıtların tamamı benim samimi düşüncelerim olacak.

Beni dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum ve sorularınızı bekliyorum.

 

CUMHURIYET HALK PARTISI GENEL BASKANI KEMAL KILICDAROGLU BILKENTLI OGRENCILERLE COZUM SURECINI ANLATTI                      FOTOGRAF: ZIYA KOSEOGLU/CHP GENEL MERKEZI

Soru- Merhaba, Hema mahkemede hala. Benim babam onlardan birisi. Bu konuda yardımlarınızı bekliyorum.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Hema olayını biliyorum oradaki işçilerin sorunlarını biliyorum. Milletvekili arkadaşlarımızı görevlendirmiştik onlar gittiler oradaki işçilerle görüştüler. Olabildiğince parlamentoda dile getirmeye çalıştık ama Türkiye’nin bu yoğun gündemi içinde medya mensupları burada umarım sizin bu sözünüzü onlarda duymuş olurlar ve dile getirirler.

Sorun nereden kaynaklanıyor biliyor musunuz? Sorunun özü şu; Türkiye’de sendikacılık bitti sendika ağaları çıktı. Sendika ağaları da işçilerin sorunlarıyla ilgilenmiyorlar. Asıl sorunun özü bu.

Soru- Peki karganın haberini bile yapıyorlar ama bu kadar işçinin hakkını hala yazmıyorlar. Ben burada basının suçunu söylüyorum. Yani nerede bu basın? Adalette aynı şekilde. Adalette işin yapmıyor. Bu konuya biraz dikkat çeksin basın mensupları. Teşekkürler.

Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet başka bir soru.

Soru- Merhabalar, ben hukuksuzluk üzerine bir iki şey söylemek istiyorum. Sizin de bahsettiğiniz gibi önemli olan hukuksuzlukla mücadele. Ama burada sadece iktidara karşı bir mücadelenin yeterli olduğunu düşünmüyorum. Hatta bunun bir yere varacağını düşünmüyorum. Neden? Çünkü hukuksuzluk hayatımızın her alanında var. Belki biraz karakterimizde var. Yani hayatımızın her alanında bir hukuksuzlukla karşılaşıyoruz. Örneğin bugün konferansa girerken zorla çantalarımızı aradılar. Ben diyorum ki yaptığınız hukuksuzluk çantamızı aramaya hakkınız yok hukuken. Beyefendi de diyor ki bana git o zaman hukuka kardeşim deyip savuşturabiliyor. Yani burada en başta biraz zihinlerle mücadele etmek gerekiyor sanırım. Yani bu yüzden zaten her şey ortadayken yapılan hukuksuzluklar, yolsuzluklar ortadayken halen AKP seçilmeye devam ediyor. Halen bu insanlara oy veriyor. Neden?  Çünkü, zihniyet aynı. Kendisi de yapıyor hukuksuzluk, kendisi de yapıyor yolsuzluk. En ufak bir şeyde ailesinden üniversitedeki işine kadar kendisi de yapıyor. Bende bu konuya dikkat çekmek istedim. Sorum yok teşekkürler.

Soru- Hoşgeldiniz. Ben birde şeyi görmek istiyorum. Başından beri bu konuyu konuşurken daha çok parlamento, ana muhalefet, iktidar gibi konularda konuştuk. Sizin de söylediğiniz gibi Türkiye çok çabuk kutuplaşabilen bir ülke. Fakat size şeyi sormak istiyorum. Evet belki parlamentoda bir uzlaşma olabilir. Milliyetçilikte şuanda Kürt nefreti üzerinden gelen bir milliyetçilik var. Bunlar tam olarak tepkiler olabilir şiddetsel ya da sözlü bir şekilde. Parlamentoda halledilse bile siz halklara bunun iletileceğini düşünüyor musunuz? Ben size bunu sormak istiyorum. Yani halkların barış içinde beraber yaşamayı kabul edeceğine, buna evet diyeceklerini düşünüyor musunuz?

Kemal KILIÇDAROĞLU- Türkiye’de aslında insanlar barış içinde yaşıyor da bölen politikacılar. Sorunda orada zaten.

Bakın, size şöyle söyleyeyim. Türkiye son 10 – 12 yılda müthiş bir kutuplaşmanın içine girdi. Etnik kimlik üzerinden, inanç üzerinden ve yaşam tarzı üzerinden toplum ayrıştırıldı ve toplum bölündü. Siyasi partiler bu propagandayı yapan siyasi partiler kendi tabanlarını yozlaştırdılar. Oysa çağdaş demokrasilerde, kaldı ki, bizim de yasalarımızda din üzerinden siyaset, etnik kimlik üzerinden siyaset yasaktır. Avrupa’da yapamazsınız, Amerika’da yapamazsınız, Japonya’da yapamazsınız, Rusya’da yapamazsınız, Suudi Arabistan’da yapamazsınız belki. Bir bölümünü alıyorsunuz etnik kimlik orada din üzerinden getiriliyor.

Değerli arkadaşlar, biz demokrasiyi savunan, kendi ülkesine demokrasiyi getirmiş ama bunun gittikçe gelişmesini, derinleşmesini, daha mükemmel hale gelmesi için mücadele eden bir yapıyı savunmak ve korumak zorundayız. Bu düşünceyi sürekli dile getirmek zorundayız.

Şimdi siyasi partilerimize bakıyoruz etnik kimlik üzerinden siyaset yapıyorlar. Bu neyi doğuruyor biliyor musunuz? Çocuğu işsiz, 5 çocuğu var 5’i de işsiz. Bir siyasi parti diyor ki ben senin çocuğuna iş bulacağım oyunu bana ver. Hayır diyor ben sana oy vermem diyor. Neden? Benim etnik kimliğimi savunan kişiye oy vereceğim diyor. Bu demokrasi değil. Burada bir akıl tutulması var. Burada bir yozlaşma var. Aynı şey din üzerinden yapılan siyasette de var. Oysa hele Müslümanlıkta Allah’la kulun arasında bir aracı yoktur. Kimin Müslüman, kimin Müslüman olmadığı, kimin inançlı, kimin inançsız olduğuna kim karar verecek? Kimin elinde böyle bir terazi var? Ama bu acımasızca kullanılıyor acımasızca ve toplum kutuplaşıyor. Yoksa halkın arasında bir sorunumuz yok. Hiçbir sorunumuz yok. Gidin Hatay’a etnik kimlik olarak da, inanç olarak da tam bir zenginlik. Yüzyıllardır oradalar. Bir kavga yok aralarında.

Bakın, 30 yıl Türkiye PKK terörüyle mücadele etti 30 yıl. Hiçbir zaman bir Kürt – Türk kavgası çıkmadı. Ama ilk kez son olaylarda Türk – Kürt kavgası süreci oluşmaya başladı. Bu çok tehlikeli bir şey. O tehlikeye dikkati çektik. Toplumu sükûnete davet ettik. Siz eğer etnik kimlik ve inanç üzerinden siyaset yaparsanız topluma ağır bedeller ödetirsiniz. Ben siyaset tarihi dersinde sizlerde aynı konular şimdi değişti diye biliyorum ama 100 yıl savaşları diye anlatılırdı bize. Avrupa’da Hıristiyanlık sonrası mezhepler var 100 yıl birbirlerini öldürmüşler. Aynı inanç, farklı mezhep 100 yıl. Adı 100 yıl savaşları. O savaşların sonunda laiklik dediğimiz yapının oluştuğunu ve kurumlaştığını görüyoruz. Ya kardeşim senin inancın sana benim inancım bana. Niye birbirimizi öldürüyoruz? Laiklik aslında inançların güvencesidir bir diğer anlam itibariyle de.

Etnik kimlik üzerinden siyaset. Bakın, Hitler olayı ortada ikinci dünya harbi. Almanlar üstün ırktır çıktı milyonlarca insan hayatını kaybetti. O nedenle çağdaş demokrasilerde bu iki alanda siyaset yasaktır. Bu iki alanın siyasetin konusu haline getirilmesi yasaktır.

Etnik kimlik, hanginiz anne babanızı seçme özgürlüğüne sahipsiniz? Hiçbiriniz. O zaman biz neden etnik kimliği siyasetin getirip ana omurgası haline getiriyoruz. Bu yanlışları düşünmek zorundayız. Siyasetçi olarak bunu sadece benim söylemem yetmiyor. Üniversite öğrencileri olarak sizin de söylemeniz gerekiyor. Sendikacıların söylemesi gerekiyor, sivil toplum kuruluşlarının söylemesi gerekiyor, akademisyenlerin, üniversite hocalarının söylemesi gerekiyor. Biz kendi ülkemizi gerçekten de huzurlu bir ülke olarak görmek istiyoruz. Barışın egemen olduğu bir ülke olarak görmek istiyoruz. Çünkü biz Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyetini kurduk. Her inançtan, her etnik kimlikten insanımız var. Hiç kavgamız olmuyor mu? Şimdi yeni yeni kavgalar çıkmaya başladı.

Şunun da altını özenle çiziyim. Herhangi bir yurttaşımız etnik kimliğinden ötürü ötekileştiriliyorsa veya bir sorunla karşılaşıyorsa hep beraber bunun mücadelesini vermek durumundayız. Hepimiz eşitiz. Eşit yurttaşız. İnancı dolayısıyla da birisi şu veya bu şekilde ötekileştiriliyorsa ona karşıda hep beraber durmak zorundayız. Onun inancına saygı göstermek zorundayız. Bunu biz yakalayabilirsek, hayata geçirebilirsek, söylemlerimizi bunun üzerine inşa edebilirsek güçlü Türkiye’yi kurarız.”