Erdoğan Toprak’tan Haftalık Değerlendirme Raporu/3 Temmuz 2022

Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili ve Genel Başkan Koordinatör Başdanışmanı Erdoğan Toprak her hafta kamuoyu ile paylaştığı “Haftalık Değerlendirme Raporu”nu yayımladı.

ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ 03 TEMMUZ 2022 TARİHLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU 

İÇ POLİTİKA

  1. Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun Amerika’nın ve Almanya’nın Sesi internet haber sitelerine lisans bahanesiyle yasak getirmesi yaklaşan seçimler öncesinde medyaya yönelik baskıların artacağını gösteriyor!
  2. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Cumhurbaşkanı ile NATO’nun liderler yemeğinde bir araya gelen CB Erdoğan, ülkemizi ve KKTC’yi küçük düşürdü. Yunanistan-GKRY ikilisine diplomatik ve siyasi bir zafer armağan etti.

EKONOMİ

  1. TÜİK’in haziran ayı Ekonomik Güven Endeksi verileri, iktidara seçimde hezimet mesajı veriyor!
  2. Küresel Haklar Endeksi verilerine göre Türkiye, 148 ülke içinde işçi haklarının, çalışma koşullarının, örgütlenme hakkının en dip noktada bulunduğu ilk 10 ülke arasında yer aldı!
  3. 1 trilyon 80 milyar liralık ek bütçeyi TBMM’den geçiren iktidar, 107 milyarlık iç borçlanmaya gidecek!
  4. İlk yarı yılda; İHRACAT, 126 milyar dolar oldu. İTHALAT, 180 milyar dolara yaklaştı! Dış ticaret açığı 51,2 milyar dolar olarak gerçekleşti. İktidar, ihracat artışını öne çıkartarak ‘vahim tabloyu’ gizliyor!
  5. 3600 ek gösterge yasa teklifine son anda eklenen bir madde ile kayıt dışı para, altın, döviz ve yurt dışında tutulan varlıklara yönelik VERGİSİZ AFFIN süresi, 2023 Mart sonuna kadar uzatıldı!

DIŞ POLİTİKA

  1. Ne NATO ne AB ne de imzacı ülkeler açısından ‘hiçbir resmi bağlayıcılığı olmayan’ üçlü memorandumun ‘diplomatik zafer’ olarak sunulması, siyasi ve diplomatik zafiyeti örtme çabasından öte bir şey değildir.
  2. Türkiye-İsveç-Finlandiya arasında kurulan ortak denetim mekanizmasıyla üç ülke yetkilileri bir araya gelerek uygulamaları denetleyecek. PYD-YPG-FETÖ için memorandumda ‘terör örgütü’ ifadesi yer almıyor!

10. NATO’nun Rusya’yı düşman ilan eden yeni savunma konsepti, Türkiye-Rusya ilişkilerinde etkisini gösterecek. Yeni askeri yapılanmanın nihai hedefi, Çin’i kuşatmak!

 

 

  1. Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) Amerika’nın ve Almanya’nın Sesi internet haber sitelerine lisans bahanesiyle yasak getirmesi ve erişim engeli başlatması yaklaşan seçimler öncesinde medyaya yönelik baskıların artacağını gösteriyor. RTÜK’ün sözde basın özgürlüğünden yana olduğunu savunarak aldığı bu kararların tamamıyla siyasi ve susturma amaçlı olduğunu tüm dünya görüyor!

İktidar ittifakı, medyaya baskılarını sürdürüyor. TRT gibi devlet destekli ve dünyadaki farklı dillerde yayın yapan ABD yayın kuruluşu Amerika’nın Sesi (VOA) ve Almanya’nın Sesi (DW) için lisans bahanesiyle yayın ve erişim yasağını uygulamaya koyan RTÜK, CB Erdoğan ve Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı talimatları doğrultusunda aldığı kararlara bir yenisini ekledi. 

Türkiye’de ofisleri ve temsilcilikleri bulunan, ağırlıkla iktidarın ‘muhalif’ olarak nitelendirdiği Türk gazetecileri istihdam eden VOA ve DW’ye yayın ve erişim yasağının Sulh Hukuk Mahkemesi’nden çıkartılan kararla yürürlüğe konulması, iktidarın ve RTÜK’ün yargıyı siyasi amaçlar doğrultusunda kullandığının bir başka örneği. Yıllardır ülkemizde habercilik ve yayın faaliyetini sürdüren bu kuruluşların şimdi yasaklanması ve internet erişimi engelinin devreye girmesi iktidarın aykırı hiçbir ses ya da haber istemeyen, tek sesli ve kendi kontrolünde bir medya hedefi doğrultusunda atılmış bir adımdır. İktidar, 2016’da Rusya ile yaşanan savaş uçağı krizi ve Rusya’nın uygulamaya koyduğu ambargo ve yaptırımlar sonrasında Rus devlet destekli medya kuruluşu Sputnik Türkçe haber sitesine ve Sputnik Radyo’nun Türkçe yayınlarına erişim yasağı getirmişti.  O zaman da bu karar tamamıyla siyasi idi ve Türkiye-Rusya ilişkilerindeki gerilim ve krizin sonucuydu. 

  • Sputnik haber sitesinde iktidarın IŞİD ile petrol ticareti yaptığına ilişkin haberlere ve iddialara yer veriliyordu. İktidar, erişim engeli getirerek bunların yayınlanmasını, okunmasını yasaklama yoluna gitti.
  • İlişkiler normalleşince Sputnik yeniden erişime açıldı. RTÜK, Sputnik Türkçeden videolara da yer verdiği gerekçesiyle yayın lisansı ve ücret talep etmedi.
  • VOA ve DW’ye getirilen lisans zorunluluğunun tamamıyla siyasi bir karar ve bu haber sitelerine yasağın bahanesi olduğunu öngörüyorum. Yakında RTÜK’ün yayın ve erişim yasaklarının kapsamının genişlediğini, eleştirel medyanın tümden susturulmasının hedeflendiğini görebiliriz.

Tüm bu adımlar iktidarın haber korkusunun, gerçeklerin duyulmasından kaynaklanan korku-öfke ve paniklemesinin işaretleridir. Yıkılmak, kaybetmek üzere olan iktidarların ilk başvurduğu yöntem medya yasaklarıdır. AK Parti iktidarının RTÜK maşasıyla uygulatmak istediği bu yasaklar, bitik ömrünü uzatmasına yetmeyecektir!      

  1. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) Lideri Nikos Anastasiades için veto ve itiraz hakkını kullanmaksızın NATO’nun liderler yemeğinde bir araya gelen CB Erdoğan, ülkemizi ve KKTC’yi küçük düşüren tavrıyla, Yunanistan-GKRY ikilisine diplomatik ve siyasi bir zafer armağan etti.

Madrid’de yapılan NATO zirvesinde NATO üyesi olmadığı halde liderler onuruna verilen yemeğe ‘NATO üyesi olmayan AB üyesi ülke’ statüsüyle davet edilen GKRY Cumhurbaşkanı Anastasiades ile bir araya gelen CB Erdoğan, ilkesiz siyasetin son örneğini verdi. Kıbrıs Barış Harekatı’nın 48’inci yıldönümüne sayılı günler kala sergilenen bu tavır, Kıbrıs Türklerinin kutlayacağı Barış ve Özgürlük Bayramına da büyük saygısızlık ve onur kırıcıdır. İki toplumlu federasyonun Kıbrıs sorununun çözümünde anlamsız hale geldiğini belirterek iki devletli çözüm tezine geçiş yapan CB Erdoğan, anlaşılan ülkemizin Kıbrıs politikasında da U dönüşüne hazırlanıyor.

CB Erdoğan, Yunanistan ve GKRY’ye tüm dünyanın gözü önünde siyasi ve diplomatik bir zafer armağan eden bu tavrıyla Türkiye’nin devlet olarak bile tanımadığı GKRY Cumhurbaşkanını kendisine muhatap ve muadil kabul ettiği algısına zemin yarattı. İktidar, Anastasiades’in katılımına veto ve itirazın çekilmesi karşılığında, ABD veya AB’den ne vaat aldığını, hangi diplomatik kazanımın elde edildiğini, ulusal çıkarlarımız adına ne yapılmak istendiğini kamuoyuna açıklamak zorundadır!   

Eski ABD Başkanı Donald Trump’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na katılan ülkelerin liderleri onuruna verdiği yemekte, Mısır Devlet Başkanı Abdulfettah el Sisi ile aynı ortamda bulunmayı, masaya oturmayı reddederek yemeğe katılmayan CB Erdoğan’ı, GKRY Cumhurbaşkanıyla aynı yemekte yer almaya, dünya medyasına sohbet pozları vermeye mecbur eden gerekçe nedir? Bu tavır Kıbrıs davasına zarar vermiştir. Tüm dünyaya servis edilen bu görüntülerle, Türkiye’nin Kıbrıs tezlerinden ve Kıbrıs Türklerinin yıllardır yok sayılmasına yönelik itirazlardan geri adım attığı izlenimine zemin yaratıldığı gibi, Yunanistan ve GKRY bu tabloyu her fırsatta Türkiye ve KKTC aleyhine kullanacaktır. İsveç ve Finlandiya’ya karşı vetoyu çekip, imzalanan memorandumla diplomatik zafer iddiasında bulunan CB Erdoğan, GKRY Cumhurbaşkanı Anastasiades’in Madrid zirvesine davet edilmesine susması karşılığında, niçin KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın KKTC Cumhurbaşkanı olarak davet edilmesi şartını gündeme getirmedi? Asıl ve gerçek diplomatik zafer bunu yapmak, bu itirazı dile getirmektir.

Dış politikayı iç politika malzemesine dönüştürerek Türkiye’nin saygınlığına, ulusal çıkarlarına ağır hasarlar veren CB Erdoğan, Türkiye’nin yıllardır Kıbrıs konusunda savunduğu tüm tezleri ve ilkesel tutumunu sıfırladığı gibi ülkemizin, KKTC’nin ve Kıbrıs Türklerinin küçük düşürülmesine, onurunun incitilmesine zemin hazırladı.

  1. Haziran ayı Ekonomik Güven Endeksi verileri, her alanda ve tüm sektörlerde, ekonomi yönetiminin akşamdan sabaha değişen kararlarıyla yaygınlaşan ekonomik kargaşanın uygulanan ekonomi modeline güvensizliğini zirveye çıkarttı. Hazine ve Maliye Bakanının alınan ekonomik kararların ‘geçici’ olduğunu ifade etmesi, iktidarın basiretsiz şekilde ‘geçici kararlardan kalıcı sonuçlar’ beklediğini gösteriyor!

TÜİK’in yaptığı anketler sonrası açıkladığı güven endeksleri; iktidarın ekonomi politikalarına, ekonomi yönetiminin aldığı kararlara ve uygulanan ekonomi modeline güvenin sıfırlandığını ortaya koydu. Haziran 2022 Ekonomik Güven Endeksi (EGE) geride kalan son bir yılın en düşük seviyesine geriledi. Mayıs ayında 96,7 puan olan EGE, haziranda yüzde 3,3 oranında azalarak 93,6 değerine indi. EGE’nin kapsadığı diğer güven endekslerinde; Tüketici Güven Endeksi (TÜGE) haziranda bir önceki aya yüzde 6,2 oranında azalarak 63,4 değerine düştü. Reel Kesim Güven Endeksi yüzde 2,2 oranında azalarak 104,6 düzeyine, Hizmet Sektörü Güven Endeksi yüzde 1,7 oranında gerilemeyle 119,6 puana, Perakende Ticaret Sektörü Güven Endeksi yüzde 2,3 oranında azalarak 118,7 değerine indi. Cumhurbaşkanı (CB) Erdoğan’ın açıkladığı 2 milyon liraya kadar olan konutlar için kamu bankalarından düşük faizli kredi ve hazine arazilerinin kendi konutunu yapmak isteyenlere tahsis edilmesi planıyla, İnşaat Sektörü Güven Endeksi haziranda yüzde 1,7 oranında artarak 83 puan oldu. İktidar ve ekonomi yönetimi, güven endekslerinde yükselen güvensizliğin aylardır tırmandığını, önümüzdeki 12 ay ve sonrasına dönük endişelerin artarak devam ettiğini görmezlikten geliyor. Reel sektör güveninde artan maliyetlerden, döviz kurundan, dünya piyasalarındaki gelişmelerden kaynaklı endişeler anketlere ve reel kesim güven endeksine yansırken, bir yandan da reel sektörde bu süreci fırsata çevirmek, yeni yatırıma yönelme isteği gözleniyor. Şirketlere, ihracatçılara, baskıların ve yasakların devreye sokulması, döviz varlıklarına el konulması, kısıtlamalar getirilmesiyle kaygılar artıyor. Hukuksuzluklar ve yargıya güvensizlik, tüm sektörlerde yatırım kararlarının ertelenmesine neden oluyor. EGE’nin kapsadığı diğer endeksler içinde en sert düşüşün yaşandığı TÜGE’deki alt endekslere bakıldığında, hanenin maddi durumu sorusuna verilen yanıtlardaki karamsarlık, mayısa göre yüzde 8,1 artarken, ‘gelecek 12 aydaki maddi durum ve gelecek 12 aydaki genel ekonomik durum’ ile ilgili beklentilerde endişe daha da yükselmiş. Tüm anketlerde en temel ortak sorunun ekonomi, enflasyon, hayat pahalılığı, işsizlik, gelecek kaygısı olduğu ortaya çıkmasına rağmen iktidar ‘enflasyon yok, hayat pahalılığı var’ diyerek sorunların geçici olduğunu savunuyor. 

TÜİK’in resmi anketlerle hazırladığı güven endekslerinin gelecek 12 aya ilişkin beklentileri yansıtan sonuçları ve açıkladığı rakamlar, ister erken ister 11 ay sonra zamanında yapılsın, iktidarı çok ağır bir seçim hezimetinin beklediğini apaçık ortaya koyuyor!

  1. Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu tarafından açıklanan Küresel Haklar Endeksi verilerine göre Türkiye, 148 ülke içinde işçi haklarının, çalışma koşullarının, örgütlenme hakkının en dip noktada bulunduğu ilk 10 ülke arasında yer aldı. Brezilya dışında diktatörlükle yönetilen en kötü 10 ülke içinde Türkiye’nin de olması, iktidarın izlediği ekonomik ve sosyal politikaların ağır sonucudur!

Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) tarafından yayınlanan Küresel Haklar Endeksi 2022 yılı raporunda Türkiye işçilerin en kötü koşullarda bulunduğu dünyadaki ilk 10 ülkeden birisi olarak kayda geçti. Küresel Haklar Endeksi, ücretler, ekonomiksosyal-sendikal haklar, sosyal koruma, eşitlik ve kapsayıcılık açısından Türkiye’nin en dipteki ülkeler arasında olduğunu gösteriyor. İktidarın çalışanlar, işçiler konusunda tek algısının asgari ücret olduğu göz önünde bulundurulduğunda, geçen hafta açıklanan ‘ara zamlı asgari ücret’ de açlık sınırının çok altında! Raporda Türkiye ile ilgili değerlendirmede; sendikal örgütlenme baskıları, sendikaya üye olanlara baskı ve şiddet, iktidar kararıyla alınan grev yasakları, çok sayıda sendikacının tutuklanması, iktidarın ve özel sektörün sistematik şekilde sendika düşmanlığı yaptığı yönündeki saptamalara yer veriliyor. Bu tespit ve değerlendirmeler sonrasında dünyada işçi hakları ve çalışma koşullarının en kötü olduğu ilk 10 ülke; Belarus, Brezilya, Kolombiya, Mısır, Türkiye, Myanmar, Filipinler, Eswatini ve Guatemala olarak sıralanıyor. İşçi örgütlerine, işçi eylemlerine, hak grevleri ve toplu sözleşme uyuşmazlıklarına yönelik polis müdahalelerinin arttığı, sendika üyesi olan işçilerin topluca işten çıkartıldığı örneklerle sıralanıyor. İşçi hakları ve çalışma koşulları, sendikal örgütlenme özgürlüğü açısından Türkiye’nin dünyadaki en kötü koşullara sahip ilk 10 ülke arasında yer alması ülkemiz adına utanç vericidir. İktidarın gerek işçi gerekse memur sendikalarına karşı uyguladığı ayrımcı tavır, sendikaları baskı altına alma, sendika üyeliğinden zoraki istifa ettirme yönünde kamu yetkilileri eliyle baskı ve güç kullanılması, çalışanların iş güvencesinden yoksun bırakılması en temel anayasal ve demokratik hakların ihlalidir. İşsizliğin arttığı, çalışanların yüzde 70’ten fazlasının asgari ücret aldığı bir ekonomik ortamda asgari ücret artık en temel ve en az ücret olmaktan çıkmış, ortalama ücret haline gelmiştir. Asgari ücret artışlarının enflasyonun ve açlık sınırının altında belirlenmesi, çalışan haklarının ve insanca yaşam ücreti talep etmelerinin engellenmesinden başka bir şey değildir.

İktidarın çalışanları yoksullaştıran, enflasyona ezdiren, dar bir kesimin tüm toplumun üreterek yarattığı milli gelirin yüzde 50’sinden fazlasına el koymasına olanak sağlayan ‘faiz dostu’ ekonomi politikaları ve uyguladığı ekonomi modeli iktidarımızda terk edilecektir. Toplumsal refahın yaygınlaştırıldığı, çalışanların ve dar-sabit gelirli kesimlerin yaşam kalitesinin hızla yükseldiği, bütçe kaynaklarında önceliklerin radikal şekilde değiştirildiği sosyal ekonomi politikaları devreye alınacaktır.

  1. 1 trilyon 80 milyar liralık ek bütçeyi TBMM’den geçiren iktidar, yüksek faizli borçlanmaya devam ederek Temmuz-Eylül döneminde 107 milyarlık iç borçlanmaya gidecek. Ülke riskinin olağanüstü düzeye ulaşması ve dışarıdan dövizle borçlanma faizinin çift haneye yükselmesinden ötürü dış borçlanmaya gidilmeyecek.

İktidarın faizleri düşürme ısrarına rağmen hazinenin borçlanma faizleri hızla yükselirken, ilk kez borç stokunun faiz ödemeleri toplam tutarı ana para tutarının iki katına yaklaştı. Buna rağmen iç borçlanmaya hız verdiği gözlenen hazine TemmuzEylül döneminde de yüksek faizle iç borçlanmayı sürdürecek. Temmuzda 11 milyar liralık iç borç geri ödemesine karşılık 25 milyar lira, ağustosta 79,1 milyar liralık iç borç geri ödemesine karşılık 43 milyar liralık, eylülde de 29,4 milyar liralık iç borç geri ödemesine karşılık 39,5 milyar liralık yeni iç borçlanma yapılması öngörülüyor. 

  • İktidarın yeni zamlar ve vergi artışlarını devreye sokmasının ötesinde iç borçlanmaya da hız vermesi, sonbaharda ek bütçenin tükeneceğini ve borçlanmanın katlanacağını gösteriyor!

Uygulanan para ve faiz politikaları sonrasında artan ülke risk puanı (CDS) 700-800 puan arasında inip çıkarken, bu risk seviyesi aynı zamanda yurt dışı piyasalardan dövizle yapılacak borçlanmalarda iki haneli faiz ödenmesi anlamına geliyor. Ülke iflas risk puanının sön bir-iki hafta içinde 900 puanı da dönem dönem aşması üzerinde olası dolar borçlanmalarında ödenecek faiz yüzde 11-12 seviyesine kadar yükselmişti.

Açıklanan Temmuz-Eylül dönemi borçlanma stratejisinde bu üç aylık dönemde dış borçlanma yapılmayacağının dile getirilmesi, iktidarın dış piyasalardan para bulmakta zorlandığını, bulsa da talep edilecek faizin adeta ‘tefeci faizi’ düzeyinde olacağını görerek, yurt dışından dövizle borçlanmayı bu aşamada rafa kaldırdığını gösteriyor.

  • İktidar; dış kaynak girişinin durduğu, uluslararası piyasalardan döviz borçlanması için çift haneli faizin söz konusu olduğu anlaşılınca, içerideki döviz varlıklarına dolaylı veya dolaysız yöntemlerle el koymaya yöneldi.

İhracatçı ve turizmcilere getirilen döviz varlıklarının yüzde 40’ını bozdurma zorunluluğu, bankaların döviz işlemlerinde aldıkları komisyon oranının geçen hafta yüzde 1,5’tan yüzde 5’e yükseltilmesi ve BDDK’nın döviz varlıklarının 15 milyon TL karşılığı tutarın üzerinde olan kısmını bozdurmayan şirketlere ticari kredi yasağı getirmesi vb. uygulamaların tamamı iktidarın döviz krizine karşı paniğini ve günü kurtarma arayışını yansıtıyor.

Bu zoraki ve baskıcı-yasakçı karar ve uygulamalarla aksine doğrudan yabancı sermaye girişlerinin tümüyle durmasına kendi eliyle ortam hazırlayan iktidar ve ekonomi yönetimi, olağanüstü borçlanma maliyeti karşısında dış piyasalardan borçlanmayacağını ilan ediyor!

  1. İlk yarı yılda; İHRACAT, yılsonu için belirlenen 250 milyar dolarlık hedef doğrultusunda yüzde 20 artışla 126 milyar dolar oldu. Yüzde 40 artan İTHALAT ise 180 milyar dolara yaklaştı! Dış ticaret açığı 51,2 milyar dolar olarak gerçekleşti. İktidar, ihracat artışını öne çıkartarak ‘vahim tabloyu’ gizliyor!

Haziran ayında ihracat, yüzde 18,5 artışla 23,4 milyar dolar olurken ilk yarı yılda yüzde 20 artan ihracat toplamı 126 milyar dolar düzeyinde gerçekleşti. Haziran ayında yüzde 30 artarak 31,6 milyar dolar olan ithalat, ocak-haziran döneminde ise yüzde 40,6 artış gösterdi ve toplam tutarı 177,2 milyar dolar oldu. İlk altı ayda ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 71’de kaldı. Özellikle enerji, gıda, hammadde ve emtia fiyatlarının dünya genelinde yükselmesiyle artış kaydeden ithalat dış ticaret açığını büyüttü. (51,2 milyar dolar) İthalattaki tablonun vahim şekilde ilerlemesi döviz krizi riskinin arttığını işaret ediyor. Gerek açığın büyümesinde gerekse ithalatın ihracatın iki katı düzeyinde artmasında iktidarın ve ekonomi yönetiminin ihracatçının dövizine el koyma, döviz varlığı olan şirketleri kredi yasağıyla cezalandırma vb. kararları da etkisini gösterdi. Bu kararların şirketleri, ihracatçıları farklı arayışlara, dövizlerini muhafaza edebilecekleri dolaylı yöntemlere başvurmaya zorlayacağına ilişkin öngörümü daha önce paylaşmıştım. Mayıs ve haziran ayı dış ticaret rakamlarında, ithalatta ve dış ticaret açığındaki hızlı yükseliş bu öngörümü teyit ediyor. İhracata dönük üretim yapan şirketlerin Merkez Bankası’nın el koymayı kararlaştırdığı ya da belirlenen limitin üzerindeki döviz varlıklarını ithalata yönlendirdiklerini, üretim ve ihracatı sürdürebilmek için gerekli ara malı, hammadde ithalatına yönelerek kendilerini ve dövizlerini güvenceye aldıklarını gösteriyor.  

Zorla döviz bozdurma, şirketlerin dövizlerine el koyma kararlarının ilk negatif patlaması mayıs ayında bariz biçimde ortaya çıkarken, bir aylık dış ticaret açığı geçen yılın aynı ayına göre yüzde 155,2 oranında artarak 10 milyar 605 milyon dolara çıktı. 

Merkez Bankası ve BDDK’nın akıl dışı uygulamalar ve peş peşe aldıkları yanlış kararlarla dış ticaret açığında patlama yaşanırken, ihracatın ithalatı karşılama oranı Mayıs 2021'deki yüzde 79,8 düzeyinden yüzde 64,2'ye geriledi. 

Türkiye ihracatının yüzde 70’ten fazla ithalata, ithal enerji, hammadde, ara malı, yatırım malına bağımlı olduğunu, bu yüzden de üretim ve ihracata devam edebilmek için ithalat yapmaya, ithalat yapmak için de dövize ihtiyacı olduğunu görmek istemeyen Bakan Nebati, ‘Sizin dövizle ne işiniz var?’ diyebiliyor. 

Türkiye böylesine yeteneksiz, liyakatsiz ve beceriksiz bir iktidarı ve ekonomi yönetimini bugüne kadar hiç görmedi. Mayıs ve haziran ayı dış ticaret tablosu ve 6 ayda 50 milyar doları aşarak döviz krizinin sinyallerini veren dış ticaret açığı, bu kadronun eseridir!

  1. 3600 ek gösterge yasa teklifine son anda eklenen bir madde ile kayıt dışı para, altın, döviz ve yurt dışında tutulan varlıklara yönelik VERGİSİZ AFFIN süresi, 2023 Mart sonuna kadar uzatıldı. İktidar, bir kez daha kara para-kayıt dışı varlık ve servet sahiplerinin dostu olduğunu gösterdi!

Milyonlarca memur, kamu çalışanının yanı sıra yine milyonlarca üniversite mağduru genci ilgilendiren 3600 ek gösterge ve öğrenci affına ilişkin torba kanun teklifinin Meclis Genel Kurulunda görüşülmesi sırasında AK Parti tarafından verilen bir önerge ile son anda torba yasaya eklenen bir maddeyle yurt dışındaki ve yurt içindeki kara para ve kayıt dışı servetlere, dövizlere, altınlara af ve aklama olanağı getirildi. 

AK Parti hükümetleri döneminde; bugüne kadar defalarca ‘Varlık Barışı’ adı altında çıkartılan yasalarla yasa dışı kazançların, yurt dışına kaçırılan ya da yurt dışında tutulan para, döviz, altın, menkul kıymet ve diğer varlıkların af yoluyla aklanmasına ve yasal hale getirilmesine olanak sağlayan iktidar, CB Erdoğan’ın altışar aylık sürelerle kara para aklama olanağının süresini uzatma yetkisinin dolması üzerine, son dakika önergesiyle affın süresini 2023 Mart ayı sonuna kadar uzattı.

  • Varlık Barışında 30 Haziran'da sona eren başvuru süreci 31 Mart 2023'e kadar uzatıldı.

OECD Mali Eylem Gücü (FATF) tarafından kayıt dışı para transferleri, terörün finansmanı, kara para aklama vb. kazançların üzerine gidilmemesi, aksine Varlık Barışı adı altında bu yasa dışı kazançların ve servetlerin aklanmasına yasal kılıf uydurulması nedeniyle Gri Liste’ye alınan Türkiye, yaklaşık iki yıldır bu doğrultuda hiçbir adım atmadı. 

Türkiye ile aynı dönemde gri listeye alınan Malta’nın yaptığı uygulamalar ve karakayıt dışı kazançlarla, uyuşturucu-insan kaçakçılığı kazançlarıyla mücadele yönünde yürürlüğe koyduğu yasalarla Gri Liste’den çıkarılması yönünde geçen ay karar alan FATF, Türkiye’yi ise uyarıları dikkate almadığı, kara parayla, kayıt dışı, kaynağı belirsiz para hareketleriyle mücadele taahhütlerini yerine getirmediği gerekçesiyle Gri Liste’de tutmaya devam etmeyi kararlaştırdı. 

  • Bilindiği gibi bu sürecin bir sonraki aşaması kara listeye alınmak ve ‘Kara Para Cenneti’ ilan edilerek, küresel para sisteminin dışına çıkarılmak!

Geçtiğimiz hafta Türkiye’yi ziyaret eden ABD Hazine Bakan Yardımcısı Wally Adeyemo, iktidarı ‘KARA PARA CENNETİ OLMAYIN, DÜNYA İZLİYOR’ diyerek uyardı. Buna rağmen iktidar kara paracıların, kayıt dışı ve kaynağı belirsiz kazanç sahiplerinin ‘dostu’ olduğunu Torba yasaya son dakikada eklediği madde ile açık şekilde ortaya koydu!

  1. Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğine karşı Türkiye vetosunun son anda geri çekilmesi ardından imzalanan ve ne NATO ne AB ne de imzacı ülkeler açısından ‘hiçbir resmi bağlayıcılığı olmayan’ üçlü memorandumun ‘diplomatik zafer’ olarak sunulması, siyasi ve diplomatik zafiyeti örtme çabasından öte bir şey değildir.

Geçen hafta Madrid’de yapılan NATO zirvesinde tüm gözler, Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğine öne sürdüğü veto tehdidine çevrili iken, CB Erdoğan dış politikada sıkça sergilediği ‘U dönüşü’ ile yine geri adım attı. Madrid zirvesinden bir hafta önce, Suudi gazeteci ‘Cemal Kaşıkçı’nın katili’ ve vahşetin ‘faili’ olarak itham ettiği Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Salman’ı 21 pare top atışıyla karşılayıp, ‘Kardeşim’ diyerek kucaklaşan CB Erdoğan’ın Madrid’deki geri adımları kimseyi şaşırtmadı. 

  • İsveç ve Finlandiya’nın üyelik girişimi gündeme geldiğinde ve CB Erdoğan ‘Ben başta olduğum sürece, terör örgütlerinin kuluçkasına dönüşen İsveç ve Finlandiya NATO üyesi olamaz’ çıkışını yaptığında da iktidarın vetoyu kaldıracağını, iki ülkenin NATO üyesi olacağını, 1,5 ay önce 22 Mayıs 2022 raporumda öngörmüştüm.
  • CB Erdoğan’ın, İsveç ve Finlandiya’ya karşı gündeme getirdiği veto tehdidinin iç politikaya dönük bir tavır ve dışarıda da ABD ve AB ile pazarlık yaparak bazı tavizler koparma amaçlı olduğu apaçık ortada idi ve bu konuda da CB Erdoğan imzalanan üçlü memorandumu ‘diplomatik zafer’ olarak sunarak kimseyi yanıltmadı.

Uluslararası diplomaside mutabakat zaptı ya da memorandum olarak tanımlanan belgeler gerçekte imzacı tarafların kendi iradelerine endeksli bir niyet belgesinden öte bir şey değildir. Bu belgelerin hukuki geçerlilik ve bağlayıcılık sağlaması için, uygulanmaması halinde yaşanacaklara dönük bazı yaptırımlar içermesi ve nihayetinde parlamentolar tarafından onaylanması gerekmektedir. Hatırlanacağı gibi Kuzey Suriye’de PYD-YPG-SDG’ye karşı 9 Ekim 2019’da başlatılan Barış Pınarı harekâtı, Rusya ve ABD devreye girince ilan edilen hedeflere varamadan durduruldu. O dönemde Trump’ın Başkan yardımcısı Mike Pence ile ‘Ankara Mutabakatı’, Putin ile de ‘Soçi Mutabakatı’ imzalandı. Üzerinden üç yıl geçmesine karşılık bu mutabakatlar uygulanmadığı gibi, CB Erdoğan yine kuzey Suriye’ye harekâttan söz ediyor.

NATO Genel Sekreteri’nin bile koordinasyonu yürütmesine karşılık ‘garantör’ olarak imza atmadığı bu memorandumun ne NATO ne AB ne de imzacı ülkeler açısından hukuki bağlayıcılığı söz konusu değil. Bunun dışında diplomatik ilkeler ve etik değerlerle, bağımsız yargı kararları ve moral unsurlar açısından taraflar kendilerini bazı adımlar atmak zorunda hissedebilirler.

  1. Türkiye-İsveç-Finlandiya arasında kurulan ortak denetim mekanizmasıyla üç ülke yetkilileri sık sık bir araya gelerek uygulamaları denetleyecek. Bu Türkiye adına süreci takip ve gerekirse tepki koymak açısından bir kazanım olarak görülebilir. İsveç ve Finlandiya PKK’nın ‘terör örgütü’ olduğunu teyit ediyor ancak PYD-YPG-FETÖ için memorandumda ‘terör örgütü’ ifadesi yer almıyor!

Memorandumun 4. Madde’nde; “Finlandiya ve İsveç, PYD/YPG ve Türkiye’de FETÖ olarak tanımlanan örgüte destek sağlamayacaklardır” deniliyor. İktidarın bunların terör örgütü olduğunu kabul ettirmek ve metne böyle yazdırmak istediği, ancak İsveç ve Finlandiya’nın direndiği maddedeki ifadelerden net şekilde anlaşılıyor. 

PYD-YPG ve FETÖ Türkiye dışında başka hiçbir ülke tarafından terör örgütü olarak kabul edilmiyor. İsveç ve Finlandiya imzaladıkları memorandumda PYD-YPG-FETÖ için ‘terör örgütü’ ifadesini kullanmıyor! Zaten madde metnindeki ‘Türkiye’de FETÖ olarak tanımlanan örgüt’ ifadesi de bunu gösteriyor. Dolayısıyla Türkiye açısından bir şekilde kazanım olarak görülebilirse bu üç örgütün isminin ülkeler arası bir memorandumda geçmesidir. Türkiye adına bir başka olumlu madde 2019’dan bu yana uygulanan silah ambargosunun kaldırılması. Ancak iki ülke ile Türkiye’nin silah ticareti kayda değer bir şey değil. Bunu sadece moral bir kazanım olarak görebiliriz.

  • Geleceğe dönük, ucu açık bir süreç için elde edildiğini varsayabileceğimiz en önemli kazanım, ileride kurulması planlanan Avrupa ordusuna Türkiye’nin de katılması için iki ülkenin destek vaat etmesi sayılabilir. 27 AB üyesinden ikisinin gelecekteki destek vaadini almış olmak, ne ölçüde diplomatik bir zafer sayılabilir? AB kararlarında ‘oy birliği’ koşulu dikkate alındığında, aynı zamanda Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın vetosunun garanti olduğu bugünden öngörülebilir.

NATO, ABD ve AB’nin PKK dışında PYD-YPG-FETÖ’yü terör örgütü saymaması yanında, CB Erdoğan’ın ‘dostum’ dediği Putin de PKK’yı da terör örgütü saymıyor. Dolayısıyla, iki ülke NATO üyeliği kesinleştikten sonra Türkiye ile imzaladıkları memorandumu kendi iç hukukları, AB ilkeleri, bağımsız yargı kararları gerekçeleriyle savsaklayabilirler. CB Erdoğan’ın bir anda vetoyu çekip, hukuki bağlayıcılığı olmayan bir memorandumu diplomatik zafer diye pazarlamak istemesinin ardında ABD Başkanı Joe Biden’ın zirveden bir gün önce açtığı telefon ve vaat edilen ikili görüşmenin yattığı anlaşılıyor. 

İsveç-Finlandiya’nın üyeliğine onay ve vetonun çekilmesi yanında NATO’nun Rusya’yı hedef düşman ilan eden yeni stratejik konseptinin kabulü sonrası, RusyaTürkiye ilişkilerinde olası yeni süreçlere de hazırlıklı olunmalıdır. Bu aşamadan sonra Rusya’nın Türkiye’ye karşı sergileyeceği tavır önem kazanmaktadır. Rusya ile ilişkilerde, Suriye ve Libya’da, Karadeniz’de değişiklikler, sertleşmeler yaşanabilir!

  1. NATO’nun Madrid zirvesinde onaylanan yeniden yapılanma ve yeni savunma konsepti, Rusya’nın hedef düşman konumuna getirilmesini öngörüyor. Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra işlevi sorgulanan NATO, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal harekâtını, varlığını yeni düşmanla pekiştirme fırsatına dönüştürdü. Yeni askeri yapılanmanın nihai hedefi, Çin’i kuşatmak!

Soğuk savaşın sona ermesi, Sovyetlerin dağılması, Çin’in dışa açılarak küresel ekonomiye entegre olmasıyla ortaya çıkan küresel iş birliği süreci ve siyasi-askeriideolojik bloklaşmanın geri plana düşmesi, NATO zirvelerini sıradan-rutin organizasyonlara dönüştürmüştü. Rusya’nın NATO nezdinde askeri ve siyasi temsilci bulundurmasına kadar varan yumuşama süreci Rusya’nın Ukrayna’yı işgal harekâtı ile farklı bir noktaya doğru yön değiştirince, NATO ve ABD bunu Rusya’yı kuşatma hedefi için fırsata dönüştürme yoluna gitti. Ukrayna’yı NATO üyeliği vaadiyle Rusya ile savaşa sürükleyerek teşvik eden ABD-AB ve NATO şu anda bu vaadi rafa kaldırdı. Rusya’nın hedef düşman olarak ilan edilmesiyle NATO’nun varlık nedenine haklılık zemini oluşturulurken, Rusya-Çin askeri-ekonomik iş birliği ve ortaklığı da Rusya’nın zayıflatılması, hareket alanlarının daraltılması ve askeri gücünün zafiyete uğratılmasıyla güç kaybetmiş olacak. NATO’nun Madrid zirvesinde kabul edilerek onaylanan yeni konseptin nihai hedefinin Çin olduğunu söylemek yanlış olmaz. Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, NATO’nun 'Rusya-Çin hedefli temelden dönüşümü’ için, uzun süredir ABD tarafından planlanan sürece en uygun zemini ve gerekçeyi sağladı. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in bu yeni dönüşüm dönemini, “NATO liderleri, yeni güvenlik tehdidi karşısında, savunmamızın ve caydırıcılığımızın temelden değişimi üzerinde uzlaştı” sözleriyle duyurması bu tespitimi teyit ediyor. Stratejik Konsept belgesinde Rusya; "Müttefiklerin güvenliğine ve Avrupa-Atlantik bölgesindeki barış ve istikrara yönelik en önemli ve doğrudan tehdit" olarak tanımlıyor. Buna karşı ABD'nin özellikle Doğu Avrupa'daki askeri varlığıyla, yeni ve kalıcı kara-deniz-hava üslerinin sayısının artırılması öngörülüyor. Bu doğrultuda Polonya'da kalıcı bir ABD askeri üssü kurulacak, Akdeniz’deki NATO gücünün takviyesi için ve İspanya'ya ek Amerikan savaş gemileri gönderilecek. ABD Başkanı Biden’ın NATO anlaşmasının 5. Maddesini ısrarla vurgulayarak “NATO'ya bugün her zamankinden daha fazla ihtiyaç var” görüşünü dile getirmesi, ABD’nin Doğu Avrupa ve Akdeniz’deki askeri varlığını artırma planının ifadesidir.

Yeni Stratejik Konseptte Rusya-Çin stratejik ortaklığının hedef alınması, görünürde düşman ilan edilen ülke Rusya olmakla birlikte asıl hedefin Çin olacağını gösteriyor. Zirveye Avustralya Başbakanının konuk olarak davet edilmesi, ABD-İngiltere-Avusturya arasında oluşturulan Pasifik bölgesi askeri iş birliği sürecinin gayri resmi NATO iş birliği olarak görüldüğünü ve Çin’e karşı oluşturulacak askeri blokun hazırlandığını işaret ediyor!