Erdoğan Toprak’tan Haftalık Değerlendirme Raporu/15 Mayıs 2022
Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili ve Genel Başkan Koordinatör Başdanışmanı Erdoğan Toprak her hafta kamuoyu ile paylaştığı “Haftalık Değerlendirme Raporu”nu yayımladı.
ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ 15 MAYIS 2022 TARİHLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRME RAPORU
TÜRKİYE VE DÜNYA GÜNDEMİ
15 MAYIS 2022
İÇ POLİTİKA
- İktidarın KKTC siyasetine doğrudan müdahalesi, seçilmiş Başbakanı istifaya zorlayıp hükümeti düşürmesi; KKTC Meclisini ve Kıbrıs Türklerinin iradesini yok saymaktır!
- Devletin ve milletin valileri olması gereken iktidar valileri, muhalefetin engellenmesi, susturulması ve halkın özgürlüklerini kullanmasının yasaklanması görevini üstlenmiş durumdalar. Siyasi talimatlarla partizanlık yapıyorlar!
EKONOMİ
- İktidarın ‘İlk Evim Konut Finansman Paketi’ halka değil döviz ve altını olanlara, üst gelir gruplarına ve müteahhitlere yönelik bir seçim yatırımıdır!
- Türkiye’nin uluslararası piyasalarda kredi risk puanı ilk kez 700’ü aştı. Bu, hazinenin yakında döviz borçlanmalarında çift haneli faizler ödemeye başlayacağını gösteriyor!
- Cumhurbaşkanı Erdoğan kararıyla Merkez Bankası esas sözleşmesinde yapılan değişiklik, iktidarın döviz bulmak için yabancı merkez bankalarına verdiği büyük bir taviz ve kapitülasyondur!
- Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2022’de 1 milyon kişinin mesleki eğitimle işe yerleştirileceği vaadi dört ayda yıkıldı!
- TÜİK’e göre 15-24 yaş grubunda her beş gençten biri, İŞKUR’a göre ise aynı yaş grubundaki her üç gençten biri işsiz!
- Avrupa İstatistik Ofisi (Eurostat) verileriyle süt ürünlerinde AB’deki ortalama fiyat artışı yüzde 7, Türkiye’de yüzde 60! Bu resmi rakamlar, iktidarın ‘tüm dünyada fiyatlar artıyor’ bahanesini yalanlıyor!
- 1914’ten bu yana Konya’da faaliyette bulunan BAHRİ DAĞDAŞ Uluslararası Tarım ve Tohum Araştırmaları Enstitüsü’ne ait geniş tarım arazileri, TOKİ projeleri ve rant uğruna yapılaşmaya açılıyor!
DIŞ POLİTİKA
- Avrupa Parlamentosu Türkiye’ye AB kapısını kapattı. İktidar Finlandiya ve İsveç üzerinden NATO pazarlığı yaparak taviz kopartmaya çalışıyor!
- Rusya’nın Ukrayna Savaşı nedeniyle Suriye’deki birliklerini kısmen çekerek boşalacak alanları İran’a devretme hazırlığının Türkiye için kritik sonuçları olabilir!
- İktidar Türkiye’de uyguladığı hukuk dışı anti demokratik politikalarını Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde daha ileri boyutlara taşıyarak sürdürüyor. KKTC Cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimine açıktan müdahalelerde bulunan iktidar; Kıbrıs halkının iradesini yok saymakta, KKTC’ye sağlanan mali desteği siyasi şantaj amaçlı kullanarak KKTC siyasetini dizayn etmektedir!
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde (KKTC) iktidarın müdahaleleriyle şiddetlenen siyasi kriz, halkta ve sivil toplum örgütlerinde, sendikalarda tepkileri artırırken, seçilmiş Başbakanı ve kabineyi devirmeye kadar vardırılan, baskıcı, anti demokratik müdahaleler demokrasiyi yok etmektir. KKTC’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine iktidarın müdahalesi, eski Başbakan Binali Yıldırım ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın seçim sürecini yönetmelerinin ardından Ersin Tatar’ın kazandığı seçimden sonra bu kez de ülkenin en büyük siyasi partisi Ulusal Birlik Partisi’nin (UBP) kurultayına ve milletvekili seçimlerine müdahale iddiaları KKTC medyasında geniş şekilde yer aldı.
Kurultay’da yüzde 61 oy alarak UBP Genel Başkanı seçilen Faiz Sucuoğlu üç partili koalisyon hükümeti kurarak başbakanlığı üstlenmesine karşılık, kabinesindeki Dışişleri Bakanlığı görevine iktidarın istediği ismi getirmediği için baskılarla karşı karşıya kaldı. Antalya’da düzenlenen Diplomasi Forumu’nda KKTC Başbakanı ve Dışişleri Bakanına gösterilen tavır KKTC ve dünya medyasında da yer aldı. Bu onur kırıcı baskılar sonrası kabinesinden bir bakanı istifa ettirerek yerine iktidarın istediği ismi atamak zorunda kalan Başbakan Sucuoğlu, yine iktidarı memnun edemedi. Bu kez de Sucuoğlu’nu başbakanlıktan düşürmek, başında olduğu hükümeti devirmek için iktidar müdahalelerini artırarak, güven oylamasından bir gün önce KKTC koalisyon hükümetinin iki küçük ortağına güven oylamasına katılmama, Sucuoğlu’na desteği çekme kararı aldırtarak hükümeti düşürdü.
İktidar Türkiye’de uyguladığı baskıcı, tehditkâr, demokrasi ve hukuk devleti politikalarının daha ağırını mali destek şantajıyla KKTC’de uyguluyor. UBP delegelerinin yüzde 61 oyla seçtiği genel başkanlarını, KKTC halkının oylarıyla seçilerek başbakanlığı üstlenen kişiyi sivil siyasi darbeyle devirerek, halkın iradesini, verdiği oyları, seçilmiş vekillerini yok sayıyor.
CB Erdoğan iktidarının tehditlerine ve şantajına dayanamayan Başbakan Faiz
Sucuoğlu istifa etmek zorunda kalırken, CB Ersin Tatar, Sucuoğlu’nun lideri olduğu UBP’nin bir milletvekilini hükümeti kurmakla görevlendirerek, başbakan olarak tayin etti. UBP Milletvekili Ünal Üstel, iktidarın istediği isimlere görev vererek hazırladığı listeyi CB Tatar’a sundu. Tatar, iktidarın istediği isimlerin yer aldığı kabineyi onaylamaya mecbur kaldı.
KKTC demokrasisini ve meclisini yok sayan KKTC halkının iradesini ayaklar altına alan iktidar, Birleşmiş Milletler’de, Cenevre müzakerelerinde ortaya çıkıp KKTC’nin bağımsız bir devlet olduğunu, tüm dünyanın KKTC’yi tanıması gerektiğini, Kıbrıs’ta iki bağımsız devlet çözümünden yana olduğunu söyleyerek iki yüzlülük sergiliyor.
İktidarımızda Türkiye’de olduğu gibi KKTC’de de özgürlük ve demokrasiyi taçlandıracağız. Her alandan ve kurumdan siyasi vesayeti kaldıracağız. İktidarın şantaj malzemesi yaptığı mali yardımlar ve desteklerle, yatırımlarla KKTC ekonomisinin kimseye muhtaç olmaksızın ekonomik bağımsızlığını elde ederek hiçbir baskıya, şantaja boyun eğmemesini sağlayacağız.
Devletin ve milletin valileri olması gereken iktidar valileri, muhalefetin engellenmesi, susturulması ve halkın özgürlüklerini kullanmasının yasaklanması görevini üstlenmiş durumdalar. Anayasa ile güvence altına alınmış, yasalarla hukuki zemini sağlanmış en temel hakların kullanımını suç unsuruna dönüştürerek, siyasi talimatlarla partizanlık yapıyorlar!
Eskişehir’de her yıl düzenlenen gençlik ve müzik festivali valilikçe yasaklandı. Valilik kararıyla kentte 15 gün süreyle, toplantı, gösteri, basın açıklaması, yürüyüş, konser, eğlence vb. etkinliklere yasak getirildi. Gaziantep Valiliği DEVA partisinin düzenleyeceği mitinge önce uygundur görüşüyle izin verdiği halde sonrasında izni iptal ederek ‘uygun değildir’ dedi. Adana Valiliği kentte 15 gün süreyle toplantı, gösteri yürütüş, basın açıklaması vb. için yasak ve kısıtlama kararı aldı. Van’da yıllardır valiliğin 15’er günlük uzatma kararlarıyla hiçbir demokratik eylem yapılamıyor, temel hak ve özgürlükler kullanılamıyor. Bu valilik yasakları iktidarın en tepesinden başlayan yasakçı zihniyetin, demokratik hak ve özgürlükleri baskılama, suç sayma anlayışının valiler eliyle yaygınlaştırılmasından öte bir şey değildir. İktidar bir yandan ‘yargı destekli siyaset stratejisi’ ile muhaliflerini sindirmeye çalışırken diğer yandan iktidar vakıflarına tahsis edilen kadrolardan atadığı valilerle parti devleti modelini ayakta tutmaya çalışıyor. Anayasa ve yasalarımızda makamı, unvanı ve görevi devletin tüzel kişiliğini temsil etmek, tüm vatandaşlara eşit ve adil şekilde hizmet etmek olan valiler, kaymakamlar artık parti devletinin partizan valilerine dönüştürüldüler. Devleti içeriden çökerten, makamları-kurumları partizan amaçlarla paylaştırarak tahrip eden bu zihniyet Türkiye’ye ve halka hiçbir şey veremez.
- Son bir haftada yaşananlar ve ilan edilen yasaklar, iktidarın seçim yaklaştıkça daha da yasakçı bir anlayışa yöneleceğini, kaybetme korkusuyla emrindeki yasakçı valileri 81 ilde sahaya süreceğini gösteriyor.
Ancak şu bilinsin ki dipten gelen dalganın, halkın kabaran değişim arzusunun önünde hiçbir iktidar ve ona biat eden memurları, valileri, kaymakamları, bürokratları duramaz.
Gençlerden, kadınlardan, muhalefetten, hak arayanlardan korkanlar ne yaparsa yapsın kimseyi korkutamaz. İnsanların yaşam tarzlarına, giyimkuşamlarına, düşüncelerine, yaşam sevinçlerine pranga vurmaya çalışanlar tarih boyunca bunu başaramadı, bu iktidar ve valileri de başaramayacak!
İktidarın ‘İlk Evim Konut Finansman Paketi’ her seçim öncesi açıklanan düşük faizli konut kredisi kampanyalarının bir benzeri olmaktan öte, asgari ücretli, memur, emekli, küçük esnaf ve dar gelirliyle alay etmektir. Kamu bankalarının yüzde 0,99-0,89 oranında zararına faizle kullandıracakları kredilerden doğacak milyarlarca liralık kayıpları, ‘görev zararı’ olarak hazineye ve dolayısıyla ‘vergi ödeyen evsizlere’ yıkılacaktır!
Cumhurbaşkanı (CB) Erdoğan’ın ‘müjde’ olarak açıkladığı 2 milyon TL’ye kadar konut kredisi kampanyası, 2017 anayasa referandumu, 2018 ve 2019 seçimleri öncesinde ilan edilen konut kredisi kampanyaları gibi kamu bankaları üzerinden seçim yatırımını hedefleyen iktidarın ne kadar çaresiz durumda olduğunu ortaya koydu. Halka söyleyecek yeni bir projesi yeni bir vaadi kalmayan iktidar, eski defterleri karıştırıp bulduğu konut vaadiyle milleti aldatmaya çalışırken, bu kez geniş kesimlerin tepkisiyle karşılaştı.
Pakette asıl müjdeyi yine iktidar müteahhitlerine veren CB Erdoğan, yüzde 50’si tamamlanmış konut projelerinin müteahhitlerine 20 milyar TL destek sözü verdi. 2022 bütçesinde yılın tamamında milyonlarca çiftçiye sağlanacak destekleme ödeneğinin 25 milyar TL olduğu dikkate alındığında bir avuç lüks konut üreticisi müteahhide tanınan ayrıcalık daha da netleşiyor. CB Erdoğan 2 milyon TL’ye kadar olan konutlar için kullandırılacak krediyi açıklarken, uyguladıkları yeni ekonomi modeliyle kurları, maliyetleri, enflasyonu patlatarak, milyonlarca kişinin yaşadığı kentlerde artık 2 milyona ‘ilk el-yeni bitmiş-sıfır konut’ bulmayı, satın almayı imkânsız hale getirdiklerinin farkında değilmiş gibi davranarak müjde veriyor. Kredi kampanyasının açıklandığı gün gayrimenkul piyasası zam depremiyle sarsılırken, satılık konut fiyatları yüzde 15-45 arasında arttı. Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, gıdada olduğu gibi konutta da fahiş fiyat artışlarına ve fırsatçılara izin vermeyeceklerini ilan etti. Aylardır KDV indirimlerine, marketlere milyarlık cezalara, etiket denetimiyle görevli enflasyon timlerine rağmen fiyat artışlarıyla mücadele fiyaskoya dönüştüğü gibi şimdi de emlakçıları, konut-inşaatçıları, ev sahiplerini tehdit ederek bir sonuç elde etmeleri olanaksız.
- Kaldı ki, ilan edilen kampanyanın sonrasında TÜİK’in açıkladığı mart ayı inşaat maliyet endeks artışı yıllık yüzde 101,57 oldu!
Yüzde 70 resmi enflasyona karşılık, yaklaşık yüzde 102 oranındaki inşaat maliyet artışı bunun 32 puan üzerinde. İnşaat malzemelerindeki yıllık endeks artışı yüzde 124. İnşaatta da girdi maliyetleri her kalemde yüzde 100’ün üzerinde artarken en düşük artış yüzde 43 ile işçilik maliyetlerinde ve enflasyonun yarısı kadar. Bu bile çalışanların nasıl ezdiğini gösteriyor. TÜİK’in inşaat maliyet endeksine karşılık, Merkez Bankası’nın açıkladığı konut fiyatları endeksindeki artış şubat ayı itibarıyla yıllık yüzde 96! MB rakamlarına göre iktidarın kredi için şart koştuğu ilk el-yeni konutların fiyatındaki yıllık artış ise yüzde 102! Ortaya çıkan bu tablo olağanüstü girdi maliyet artışları ve bunun da enflasyonu beslemesi gibi, iktidarın başta ekonomik akılla bağdaşmayan faiz indirimi ısrarının sonucudur. Faiz indirilerek kurların yükselişine, maliyetlerin ve enflasyonun artmasına, TL’nin değersizleşmesine zemin hazırlandı. TL tasarruf sahipleri yüzde 70 enflasyon karşısında yüzde 14-17 negatif faizle cezalandırıldıklarını görünce, TL’den kaçarak dövize, altında ya da yatırım amaçlı konut alımına yöneldi. Hem maliyet hem de talep artışları ilk ve ikinci el konut fiyatlarını ve buna bağlı olarak kiraları olağanüstü düzeylere çıkarttı. TL değersizleşince yabancılar için konut alımı ucuzladı ve cazip hale geldi, yabancı talebi de arttı.
İktidarın açıkladığı İlk Evim Konut Finansman Paketi’nde döviz ve altın hesabını bozdurup MB’ye satarak konut bedelinin yüzde 50’sini karşılayanlara verilecek krediye aylık yüzde 0,89, TL peşinat ile kredi çekeceklere aylık yüzde 0,99 faiz uygulanacak. 10 yıl vadeli, 1 milyon TL’lik konut kredisinin yıllık faiz maliyeti yüzde 12,72 ve aylık geri ödeme taksiti 14 bin 277 TL. On yıl vadeli 1 milyon TL kredinin toplam geri ödemesi 1 milyon 713 bin 240 TL. 2 milyonluk kredide ise aylık taksit 28 bin TL’nin üzerine vade bitiminde ödenen toplam 3,7 milyona ulaşıyor. Daha düşük tutarlarda kredi kullanılması durumunda da örneğin 300 bin TL’lik bir kredide aylık taksit tutarı 4283 TL. Bulabilirse 2 milyonluk konut alacak bir kişinin 1 milyonu kendisinin karşılaması gerek.
- Asgari ücretli, memur, işçi, emekli, esnaf kaç kişinin 1 milyonluk, 500 bin liralık tasarrufu ve ayda 14-28 bin TL taksit ödeme gücü var?
TÜİK’in Geçim ve Yaşam Koşulları İstatistiklerine göre 2002’de ülke nüfusu içinde kendi evinde oturanların oranı yüzde 73 iken 2017’de yüzde 57’ye, 2020’de yüzde 52’ye gerilemiş. 2023’te ise kendi evinde oturanlarının oranının yüzde 30’a ineceği tahmin ediliyor. Bu vahim bir durum ve sosyal patlamaya yol açabilecek bir sürece işaret ediyor.
İktidarın konut kredisi müjdesi bir avuç üst gelir grubuna, bankada döviz ve altın olana olanak sağlamanın yanında müteahhitleri kolluyor.
Kampanyadan yararlanabilmek için evi olmamak, sıfır-yeni konut satın almak vb. koşullar iktidarın ülke gerçeklerinden kopukluğunu, halkın sıkıntılarından bihaber ve sorunlarına duyarsız olduğunun apaçık göstergesidir.
Fiyaskoya dönüşmeye başlayan Kur Korumalı Mevduat (KKM) hesaplarındaki gibi İlk Evim Konut Finansman Paketi kampanyasında da iktidarın tek hesabı ve hedefi bankalardaki ya da yastık altındaki döviz ve altınların bozdurularak MB’ye satılması, eksiye düşen rezervlere kısa süreli bir çare olmasıdır. Bunun yanında batmak üzere olan, tıkanan, inşaatları yarım kalmış iktidar müteahhitlerine 20 milyar dolar akıtılarak kurtarılmasıdır.
✓ Kampanyanın başlatıldığı haftada bankalardaki döviz mevduatının 1,7 milyar dolar artması, iktidarın asıl hedefindeki döviz ve altını olanların bunları bozdurup MB’ye satarak, konut kredisi için peşinat yapmaları beklentisinin tutmayacağını, KKM’de tersine dönüşün başlaması gibi bu kampanyada da iktidara ve ekonomi politikalarına güvensizliğin kimseyi ikna edemediğini ortaya koymaktadır.
Hazine ve Maliye Bakanı kampanya sonrasında artışa geçen konut fiyatları üzerine yine tehdit ve sopa yöntemine başvuruyor. İnşaatçılarla, gıda sektörüyle toplantılar yapıp, fiyat artırmamalarını, indirmelerini istiyor. Ardından ‘sektörlerden indirim sözü aldığını’ belirterek yakında topyekûn olumlu sonuçların yaşanacağını söylüyor. Ancak toplantı sonrası hiçbir sektör temsilcisi ‘fiyatları indireceğiz’ diye açıklama yapmaksızın, sessiz kalmayı tercih ediyor.
Martta yüzde 102 artan inşaat maliyetleri, şubatta yüzde 124 artan konut fiyatları, nisanda yüzde 130 artan tarımsal girdi maliyetleriyle kim, hangi sektör fiyat indirebilir? Anlaşılan bakanla ters düşmemek, iktidarın tepkisini çekmemek için toplantıda bakanın sırtını sıvazlayıp uğurlamışlar.
Düşük faize rağmen böylesine ağır kriz altındaki bir ekonomide, hızla artan enflasyon ve enflasyonun altında artan ücretlerle, yüksek aylık taksitlerle 2032’ye kadar borç altına girecek olanların bir süre sonra geri ödemelerini yapamamaları, konut inşa eden müteahhitlerin bu maliyet artışlarıyla batması ve bankaların tahsil edemedikleri krediler için evlere, yarım kalmış konut inşaatı şantiyelerine el koymalarıyla ortaya yeni konut zedelerin çıkması kaçınılmaz olacaktır.
Türkiye’nin uluslararası piyasalarda kredi risk puanı ilk kez 700’ü aştı. Bu, hazinenin yakında döviz borçlanmalarında çift haneli faizler ödemeye başlayacağını gösteriyor. TL bir haftada yüzde 5 daha değer kaybetti. Kur farkı ve faiz garantisiyle bastırılmaya çalışılan dövize yönelişin yeniden ivme kazanmasıyla yurtiçi yerleşiklerin döviz mevduatları 1,7 milyar dolar arttı!
Geçtiğimiz ay Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin yaptığı, ‘TL en düşük durumda, daha ineceği bir yer yok. Herkes rahat olsun’ açıklamasının dumanı tüterken, geçtiğimiz hafta yeniden yükselmeye başlayan döviz kurlarıyla TL bir haftada yüzde 5 daha değer kaybetti. Dolar/TL kuru hafta içinde 15,50’ye kadar çıktı. Aralık ayından bu yana kur ve faiz garantisi verip, Kur Korumalı Mevduat (KKM) hesaplarıyla kuru istikrara kavuşturduklarını söyleyen CB Erdoğan’ın sözleri bu gelişmeyle tekzip edilirken, aynı zamanda Merkez Bankası (MB) ve kamu bankalarının geçen yıl buharlaştırılan 128 milyar dolarlık rezervin üstüne, dört ayda yaklaşık 30 milyar dolar daha döviz satarak kuru ancak 14,50’de tutabildikleri ortaya çıktı.
İlk üç aylık vadede hazine ve MB’ye yükü 25 milyar TL olan KKM kur farkı ve faiz ödemeleri, şimdi yükselişe geçen kurlarla daha da ağır bir faturaya dönüşecek. Son açıklanan tutarı 819 milyara yükselen KKM’den bir an evvel vazgeçilmezse yılsonuna kadar 200 milyara varan bir kur farkı ve faiz ödemesi ülke hazinesinin, bütçenin üzerine binecek. Ülke ve vatandaş için harcanacak 200 milyar bir avuç KKM’ciye transfer edilecek.
Sonunda ‘vatandaşlarımızın yaşadığı sıkıntıların farkındayız’ diyerek, ekonomideki sorunların varlığını ve ağırlığını kabul etmek zorunda kalan Cumhurbaşkanı Erdoğan, çözüm konusunda ortaya somut bir model koyamıyor.
MB’nin 6 Mayıs 2022 haftası itibarıyla yayınladığı veriler, yurtiçi yerleşikleri yeniden dövize yönelmeye başladıklarını gösteriyor. Bankalardaki döviz mevduatı bir haftada 1,7 milyar dolar artarken toplam döviz mevduatları 215 milyar doların üzerine çıktı. İktidarın ekonomideki ağır tabloyu çaresizlik içinde izlemesi, alınan gündelik tedbirlerin sorunları daha da ağırlaştırması ve hazinenin daha fazla tutarda ve daha yüksek faizle borçlanma içine girmesi Türkiye’nin kredi risk primlerini de (CDS) 2008’deki küresel-finansal kriz dönemindeki seviyelere çıkarttı. Geçen hafta açılan ihalelerde hazinenin iç borçlanma faizi yüzde 23 düzeyine çıkarken, artan kredi risk primiyle önümüzdeki günlerde yurt dışından yapılacak dövize dayalı borçlanmalarda da ‘çift haneye’ doğru gidileceği görülüyor. Hazinenin 3 milyar dolar tutarındaki son yurtdışı döviz borçlanma ihalesinde faiz yüzde 8,6 olmuştu. Bu neredeyse dünya ülkeleri arasında en yüksek dolar faizi.
Şimdi yüzde 10 ve üzerinde rakamlarla dövizle borçlanma olasılığı risk puanı yükselişinden ötürü söz konusu. Son bir haftada kurların yükselişe geçmesi, ekonomik göstergelerin daha da kötüleşmesi, iç ve dış borçlanma ihtiyacının artması ve borçların çevrilmesinde sıkıntı yaşanabileceği endişesi küresel piyasalarda Türkiye’nin Kredi Risk Puanının (CDS) bir haftada 72 puan birden artmasına 705 seviyesine çıkmasına yol açtı!
Bu risk puanı, son 14 yılda görülen en yüksek risk puanı. CDS tasnifinde 500 puanın üzerindeki riske sahip ülkeler alacaklılar açısından borçların geri ödenemeyeceği endişelerini büyüttüğü için bu ülkelerin küresel piyasalardan dövizle borçlanma taleplerinde faizlerin daha yüksek oranlarda gerçekleşmesine ortam hazırlıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan kararıyla Merkez Bankası (MB) esas sözleşmesinde yapılan değişiklik ve eklenen yeni madde, iktidarın döviz bulmak için yabancı merkez bankalarına verdiği büyük bir taviz ve kapitülasyondur! Yabancı merkez bankalarının MB nezdindeki döviz, altın ve diğer varlıklarının haczedilemeyeceği, ihtiyatı tedbir ya da haciz konulamayacağı taahhüdünü içeren bu karar, MB’nin mali itibarından vazgeçilmesidir!
İktidarın torba yasayla ocak ayında TBMM’den geçirdiği MB Yasası değişikliği, geçen hafta Cumhurbaşkanı (CB) kararı olarak MB’nin ana sözleşmesine eklendi. Torba yasada yer alan bu değişikliğin kimlerin, hangi ülkelerin talebiyle yapıldığının, kimlere güvence verildiğinin açıklanmasını istemiştik. İktidar yanıt vermedi.
- Ocak ayındaki değişiklikle MB Kanununun 40’ıncı maddesine, “Banka nezdinde bulunan yabancı ülke merkez bankalarına ait para, alacak, mal, hak ve varlıklar haczedilemez, üzerlerine ihtiyati tedbir veya ihtiyati haciz konulamaz” ifadeleri eklenmişti.
- 13 Mayıs’ta Resmî gazetede yayınlanan Cumhurbaşkanı kararıyla, yasada yapılan bu değişiklik MB’nin anonim şirket esas sözleşmesine eklendi. Kanımca böyle bir düzenlemeye ihtiyaç duyulmasının ardında bazı ülkelerin hükümetleri veya merkez bankalarının talepleri, dayatmaları ve iktidara koşul sürmeleri yer alıyor.
MB’nin döviz varlıklarının eksiye düşmesinden ötürü swap anlaşması yapılan ya da yapılmak istenen bazı ülke merkez bankalarının, Türkiye’nin içinde bulunduğu döviz darboğazı, eksi rezerv düzeyi, 700’ü aşan kredi risk puanı nedeniyle, olası geri ödeyememe riskine karşı alacaklarını garantilemek için, bu koşulu öne sürdüler ve iktidar da istenen bu yasayı ve esas sözleşme düzenlemesini yapmak mecburiyetinde kaldı.
Güney Kore Merkez Bankası ile yapılan swap anlaşmasının bu garanti talebi nedeniyle yürürlüğe girmediği Türkiye’den taahhüt istendiği biliniyor. Anlaşılan şimdi başka ülkeler de iktidardan bu yönde taleplerde bulunuyorlar. Türkiye borçlarını ödeyemez ve uluslararası iflas süreciyle karşı karşıya kalırsa, Türkiye’den alacaklı kurumların MB’de tutulan paralarına el koymaması Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’ndan yasa güvencesi istiyorlar. İktidarın TBMM’den çıkarttığı yasa değişikliği ve şimdi bunun CB kararıyla MB yükümlülüğü haline getirilmesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun borçları nedeniyle ekonomik-mali egemenlik hakkından feragat ederek Düyunu Umumiye İdaresi’ne izin vermesi, devlet egemenliğinin en temel unsuru olan ‘vergi salma-vergi toplama’ hakkını alacaklı ülkelere devrederek, bu ülkelerin alacaklarını garanti etmesini içeren kapitülasyonlarla aynıdır.
ABD, İngiltere, Japonya merkez bankaları, yeni yönetim sistemine geçildiğinden bu yana üç yıldır sürdürülen pazarlıklara rağmen hızla ağırlaşan ekonomik kriz, peş peşe yaşanan kur-döviz krizleri, tüketilen rezervler karşısında Türkiye ile swap anlaşmasına yanaşmıyorlar. Bu düzenlemenin yapılmasıyla ilgili olasılıklardan birisinin, dünyanın saygın merkez bankalarını swap anlaşmasına ikna etme çabasındaki iktidarın, karşı tarafın böyle bir güvence talebi ve alacaklarının garanti edilmesi koşuluyla karşılaşması ve buna boyun eğmesi olduğunu düşünmekteyim.
Bir başka olasılık, bu yasa ve MB esas sözleşme değişikliğinin CB Erdoğan’ın BAE ile normalleşme sürecini başlatması ardından bu ülkeyle imzalanan 5 milyar dolarlık swap anlaşması için söz verilmiş olması ve BAE Merkez Bankasının parasının güvenceye alınması talebinin karşılanması için yapılmasıdır.
Diğer olasılık ise Ukrayna savaşı nedeniyle yaptırım uygulanan Rusya’nın talebi olabilir. Ukrayna savaşı nedeniyle Rusya Merkez Bankası’nın 600 milyar doları aşan rezervlerinin, ABD ve diğer batılı ülkelerin merkez bankalarında tutulan 390 milyar dolarlık kısmı dondurularak bloke edildi. Ayrıca Rusya’nın petrol ve doğalgaz alacakları da bloke edilince Rusya bedelin ruble ile ödenmesi koşulunu getirdi. Buna ilave olarak Rus oligarkların batılı ülke bankalarındaki yaklaşık 100 milyar doları da risk altında. Dolayısıyla iktidar, MB rezervlerini güçlendirmek için Rusya Merkez Bankası’ndan rezervlerinin bir kısmını Türkiye’de tutmasını istemiş olabilir.
Uluslararası swift sisteminden çıkarılarak, para transferlerinde erişimi kesilen Rusya Merkez Bankası ve Visa/Mastercard kredi kartı sisteminden dışlanarak bu kartları kullanamaz konuma gelen Rus vatandaşlarının turist olarak Türkiye’ye gelebilmeleri için Rusya’nın ulusal kredi kartı sistemi MIR’ın ülkemizde geçerli olması yönünde görüşmeler yürütülüyor.
Kamu bankalarının MIR kartlarını kabul ve ödemelerini garanti etme yönündeki girişimleri dikkate alındığında bu yasa güvencesinin sağlanması, Türkiye’ye aktarılacak rezervlerin bloke edilemeyeceği, haczedilemeyeceği taahhüdünde bulunulmasının bir tarafı da muhtemelen Rusya olabilir. Ayrıca Rus oligarkların blokajdan kaçırabildikleri, dondurulmamış varlıklarını Türkiye’de tutmaları için doğrudan MB üzerinden verilen bu yasa güvencesi formülü, kanımca bu kayıt dışı paraların Türkiye’ye çekilmesini de amaçlıyor. Hangi yolla ve nasıl olursa olsun gelecek her dolar için her türlü tavizi vermeye hazır görünümdeki iktidar bu zafiyetiyle kendisini siyasi ve ekonomik istismara da açık hale getiriyor. Suudi Arabistan ziyaretinde verilen onur kırıcı yargı egemenliği tavizine rağmen bu ülkeyi swap anlaşmasına ikna edemeyen iktidarın Suudi yönetiminden de ‘anlaşma yaparsak paramız için garanti isteriz’ talebiyle karşılaşmış olması muhtemeldir.
Devletten devlete siyasi ve ekonomik ilişkilerde mütekabiliyet-karşılıklılık esastır. Şayet iktidar bir ülkenin yönetiminden veya merkez bankasından aynı güvenceyi talep etmiş ve almışsa bunu açıklamalıdır.
Daha önce genç 1 milyon yazılımcı yetiştirme kampanyasını ilan eden eski Hazine ve Maliye Bakanı görevden affedilmişti. Akıbeti meçhul projeyle nerede oldukları bilinmeyen yazılımcıların ardından, 2021’in aralık ayında CB Erdoğan 2022’de 1 milyon kişinin mesleki eğitimle işe yerleştirileceğini vaat etmişti. Yüz binlerce gencin meslek ve iş sahibi olma hayalleri dört ayda yıkıldı. İktidar bu gençleri açık liselere, diğer örgün eğitim kurumlarına geri göndermeyi tercih etti.
Cumhurbaşkanı (CB) Erdoğan’ın 2022’de Mesleki Eğitim Merkezlerinde 1 milyon meslek sahibi nitelikli gencin eğitilerek işe yerleştirileceğini ilan ettiği proje dört ayda, eğitilen gençlere iş bulunamaması, gençlere ödenecek asgari ücretin yüzde 30’unun devlet tarafından karşılanmasında kaynak sıkıntısı nedeniyle fiyaskoyla sonuçlandı. Millî Eğitim Bakanlığı geçen ay yaptığı yönetmelik değişikliğiyle mesleki eğitim kurumlarındaki sayıları 410 bine ulaşan gençlere yeniden açık lise, normal lise ve örgün eğitim kurumlarına dönüş yolunu açtı.
Sanayinin, işletmelerin nitelikli-eğitimli-deneyimli eleman ihtiyacını karşılamak için 2016’da yapılan yasa düzenlemesiyle çıraklık eğitimi, zorunlu eğitim kapsamına alınmış, mesleki ve teknik ortaöğretim kurumu olarak yapılandırılmıştı. Geçen yılın aralık ayında ise iktidar mesleki eğitim yasasında değişikliğe giderek, mesleki eğitim kurumlarında iş başında eğitim alan gençlere işverenlerce asgari ücret ödenmesi ve ödenecek asgari ücretin yüzde 30’unun da devlet tarafından karşılanması uygulamasını devreye soktu.
CB Erdoğan bu düzenlemeyle gençlerin meslek sahibi olacaklarını, eğitimli-nitelikli eleman ihtiyacının karşılanacağını, eğitimini tamamlayanların işe yerleştirileceğini belirterek, hedeflerinin 2022 yılı için 1 milyon kişinin mesleki eğitim merkezlerinde eğitim alıp işe yerleştirilmesi olduğunu ilan etti. Düzenleme sonrası nisan başına kadar bu merkezlerde eğitim alanların sayısının 410 bin kişi olduğu, ağırlıkla saç bakımı, makyaj, güzellik uzmanlığı eğitimi için başvuru yapıldığı belirtilirken, rakamlar CB Erdoğan’ın ilan ettiği 1 milyon kişiye meslek ve iş hedefinin yarısına bile ulaşılamadığını ortaya koydu. Hedefin boşa çıkması üzerine Millî Eğitim Bakanlığı (MEB), 21 Nisan’da yaptığı yönetmelik değişikliğiyle bu merkezlerde eğitim görenlere açık liseye, normal liseye ya da örgün eğitim kurumlarına geri dönüş yolunu açtı. Meslek sahibi yapılıp işe yerleştirilecekleri vaat edilen gençlere iş bulunamadığı gibi normal okullara geri gönderilen bu gençlere eğitim süresince asgari ücret ödenmesi ve yüzde 30’unu devletin karşılaması uygulamasında da kaynak sorunu yaşanıyor. Devletin ayda 3 milyar liralık ücret katkısı sağlaması gerekirken, bütçe tablosunun bunu karşılamakta zorlandığı anlaşılıyor.
İktidar, kur farkı ve faiz garantileri için KKM hesabı sahiplerine 25 milyar öderken, meslek ve iş sahibi yapmayı vaat edip bu kurumlara aldığı gençlerin umutlarını boşa çıkartıyor. İş ve maaş umudunu yitiren genç işsizler ordusuna yeni gençler katılırken, TÜİK’in ve İŞKUR’un açıkladığı çelişkili rakamlar bu tabloyu gizleyemiyor!
TÜİK, mart ayında işsizlerin 153 bin kişi artarak 3,9 milyon kişiye yaklaştığını duyurdu. İŞKUR’un kayıtlı işsiz sayısındaki artış ise yüzde 23 oldu! Geniş tanımlı işsiz sayısı 8 milyona yaklaşırken, TÜİK’e göre 15-24 yaş grubunda her beş gençten biri, İŞKUR’a göre ise aynı yaş grubundaki her üç gençten biri işsiz! TÜİK ve İŞKUR rakamlarındaki tutarsızlıklar, enflasyonda olduğu gibi işsizlikte de gerçek tablonun iktidar talimatıyla gizlendiğini işaret ediyor!
TÜİK’in açıkladığı 2022 mart ayı istihdam ve işsizlik verilerinde, bir önceki ay yüzde 11,1 olan resmi işsizlik oranı 0,4 puan artışla yüzde 11,5’a yükselirken, işsiz sayısı bir ayda 153 bin kişi artarak 3 milyon 894 bin kişiye ulaştı. Çalışma yaşındaki erkeklerde yüzde 10,3 olan işsizlik, kadınlarda yüzde 13,9 düzeyinde gerçekleşti. Kadın istihdamının azalması, işgücünün çok ciddi bir kısmının ekonomiye katkısının gerilediğini gösteriyor. İstihdam edilenlerin sayısı 59 bin kişi azalarak 29 milyon 956 bine indi. İstihdam edilenlerin yüzde 64,4’ü erkek, yüzde 29’u kadın. Kadın istihdamının erkeklerin yarısından da az hatta üçte birine yakın düzeyde olması, ülkemizin üretim gücünün ciddi bir kısmının âtıl olduğunu, üretime ve milli gelir artışına katkı veremediğini ortaya koyuyor.
Mart ayında 15-24 yaş grubunu kapsayan genç işsizlerde arttı. Bu grupta bir önceki aya göre 0,5 puan artan işsizlik yüzde 21,2 oldu. Çalışma çağındaki her beş gençten birinin işsiz olduğunu ortaya koyan bu tablonun yanı sıra TÜİK’in ‘Âtıl İşgücü’ olarak adlandırdığı Geniş Tanımlı İşsizlik de yükseliyor. TÜİK’e göre âtıl işgücü mart ayında bir önceki aya kıyasla 0,6 puan artarak yüzde 22,7 oldu. Bu oran, resmi rakamlarla 33 milyon 851 bin kişi olan toplam işgücü içinde gerçek işsiz sayısının 7 milyon 683 bin kişi olduğunu gösteriyor.
TÜİK’e karşılık İŞKUR’un kayıtlı işsiz sayısındaki yıllık artış oranı yüzde 23 olarak açıklandı. Nisan ayında İŞKUR’a kayıt yaptıranların sayısı 3 milyon 583 bin 503 kişi. Kayıtlı işsizlerin yüzde 34’ü 15-24 yaş grubu gençlerden oluşuyor. Dolayısıyla TÜİK’e göre 15-24 yaş grubundaki her beş gençten birisi işsiz iken İŞKUR’a göre aynı yaş grubundaki her 3 gençten birisi işsiz. TÜİK’e göre resmi işsizlik oranı yüzde 11,5 İŞKUR’a göre ise bunun iki katı düzeyinde yüzde 23!
TÜİK’in iki yıl aradan sonra hesaplama yöntemini değiştirerek açıkladığı kırmızı et üretimi rakamları, 2 milyon tona yaklaştı. Et fiyatları katlanarak zamlanmaya devam ediyor. Avrupa İstatistik Ofisi (Eurostat) verileriyle süt ürünlerinde AB’deki ortalama fiyat artışı yüzde 7, Türkiye’de yüzde 60! Bu resmi rakamlar, iktidarın ‘tüm dünyada fiyatlar artıyor’ bahanesini yalanlıyor!
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) en son 2019’da açıkladığı Kırmızı Et Üretim verilerinin bundan böyle ‘metodoloji değişikliğine gidilerek’ yıllık bazda açıklanacağını duyurmuştu. Aradan geçen 26 ay boyunca açıklanmayan et üretim rakamları nihayet 2021 verileriyle duyuruldu.
Yöntem değişikliğine gidildiği için geriye dönük olarak 2001-2019 dönemine ilişkin et üretim verileri bu çerçevede güncellendi. TÜİK’in açıkladığı rakamlara bakılırsa kırmızı et üretimi bazı yıllarda yüzde 100’ün üzerinde artarken, 2001-2019 dönemindeki ortalama üretim artışı yüzde 48,1 olarak gerçekleşmiş. 2020-2021 dönemi rakamlarında da üretimin yüzde 9,3 artarak 1 milyon 952 bin 38 tona ulaştığı belirtiliyor.
- Bu rakamlar iktidarın neden 2010’dan bu yana kırmızı et ve canlı hayvan ithalatına hız verdiğinin, yerli besiciyi desteklemek, canlı hayvan varlığını artırmak yerine niçin bu sürede ithalata 10 milyar doları aşan kaynak aktardığının sorgulanmasını gerektiriyor!
- Ayrıca yerli et üretimi artarken et fiyatlarının neden sürekli zamlandığını ve iktidarın da bu bahaneyle yerli besiciyi terbiye etmek, et fiyatlarını düşürmek gerekçesiyle ithalata milyarlarca dolar akıttığının izahını zorunlu kılıyor!
Son dönemde sürekli vurguladığım gibi tarımsal-hayvansal üretim girdi maliyetlerinde yüzde 130-300 arasında artışlar yaşanırken iktidar üretime destek ve sübvansiyon sağlayarak ilk adımdaki maliyeti düşürüp, fiyatları ucuzlatmak yerine etiket savaşları, KDV indirimleri ve ithalata yöneliyor.
Şimdi de yine aynı kolaycılıkla yeniden kırmızı et ithalatı gündeme getiriliyor. Yaklaşan Kurban Bayramı ve turizm sezonunda talebin artacağı gerekçe gösterilerek et ve canlı hayvan ithalatı için zemin hazırlanıyor.
- Yerli üreticiyi bitirmeye azmetmiş görünen iktidar, tarım ve hayvancılık alanında iç ve dış lobilerin amaçlarına uygun adımlar atma hazırlığında.
- Geçmişte Fransa’dan binlerce canlı hayvan ithalatını gerçekleştiren AK Parti iktidarının Tarım Bakanına Fransa’dan Legion d’honneur madalyası verilmişti!
Arjantin’den ABD’ye, Uruguay’dan Brezilya ve Afrika ülkelerine kadar onlarca ülkeden yüzbinlerce büyük ve küçükbaş canlı hayvan, yüzbinlerce ton et ithal edildi. Şimdi aynı senaryolar gündeme getiriliyor.
- Üretim süreci en baştan ve doğrudan üreticiyi hedef alacak şekilde desteklenmedikçe sürecin son aşamasını oluşturan etiketle, fiyatla mücadele etmek, polisiye tedbirlere başvurmak kandırmacadan ibarettir.
Aynı tablo etin yanı sıra SÜT ÜRÜNLERİNDE de görülüyor.
Süt üreticisine, süt veren hayvanlara dönük destekler, yem sübvansiyonu vb. önlemler uygulanmadıkça nihai fiyatı düşürmek için üreticiye tehditler savurmakla bir yere varılamadığı apaçık.
Avrupa İstatistik Ofisi’nin (Eurostat) TÜİK verilerini de esas alarak açıkladığı rakamlarla,
- Son 6 ayda süt ürünlerinin fiyatlarında AB ortalaması olarak yüzde 7 artış olurken, Türkiye’de yüzde 60 artış gerçekleştiği görülüyor.
İktidar enflasyon ve gıda fiyatlarının tüm dünyada arttığını savunuyor ancak gerçekler böyle değil. Türkiye’de süt ürünlerinin fiyatlarının AB ortalamasının 8,5 katı artmasının ardında ‘dünyada da artıyor’ değil, iktidarın basiretsiz-beceriksiz-temelsiz ekonomi politikaları ve tarım-hayvancılık politikaları yatıyor!
1914’ten bu yana Konya’da faaliyette bulunan BAHRİ DAĞDAŞ Uluslararası Tarım ve Tohum Araştırmaları Enstitüsü’ne ait geniş tarım arazileri TOKİ projeleri ve rant uğruna yapılaşmaya açılıyor. Ülkenin tarım arazilerinin üçte birinden fazlası ekilmeden boş bırakılırken, iktidar hâlâ ülke tarımını bitirecek şekilde tarım arazilerini betona, ranta açma adımları atıyor!
Bunun son örneği 1914’ten bu yana Konya-Ereğli’de faaliyette bulunan dünyanın en köklü ve en eski tohumculuk, hayvancılık alanında üretim ve tarımsal araştırmauygulama merkezi BAHRİ DAĞDAŞ Uluslararası Tarımsal Araştırmalar Enstitüsü’ne ait geniş tarım arazileri ‘kamu yararı’ bahanesiyle TOKİ’nin konut projelerine ve müteahhitlere açılıyor. Tarım ve Orman Bakanlığı ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği arasında iki yıl önce imzalanan protokole dayanılarak ‘gelir paylaşımı’ esası çerçevesinde 108 yıllık bu kuruma Hazine ve Tarım Bakanlığı tarafından araştırma, üretim için tahsis edilen kamu arazileri rant uğruna yapılaşmaya, betonlaşmaya kurban edilecek.
- Bataklığın ıslah edilmesiyle onlarca yılda tarıma, hayvancılığa, üretim ve araştırmaya kazandırılan bu arazilerin betonlaştırılmasında nasıl bir ‘kamu yararı’ var? Avrupa’nın pek çok ülkesinden büyük yüzölçümüne sahip Konya’da TOKİ ve iktidar müteahhitlerinin gelir paylaşımıyla beton yığınları inşa edecekleri başka arazi-arsa mı kalmadı?
Yüksek Ziraat Mühendisleri Odası açıklamasında; “TOKİ’ye verilmek istenen bu alanda 100 yıldır hayvancılık ve tarla bitkileri üretim ve araştırma çalışmaları yanında Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’ne (FAO) bağlı CIMMYT ve ICARDA gibi Uluslararası Tarımsal Araştırma Kurumları ile ortak olarak yürütülen Uluslararası Kışlık Buğday Geliştirme Programı’nın (IWWIP) Türkiye adına koordinasyon merkezidir. Enstitüde 105 çeşit buğday tohumu geliştirilip, ıslah edilerek tüm dünya ülkeleriyle üretimi artırıcı amaçlı kullanıma sunulmuştur. Hayvancılığın temel girdisi olan yem bitkileri alanında çok değerli bilimsel araştırma ve çalışmalar burada yürütülmektedir” diyerek pek çok kritik-stratejik başlığa değiniyor. Bu arazilerin betonlaşmaya açılmasının ülke tarım ve hayvancılığına ve ulusal tohumculuk çalışmalarına darbe olacağı vurgulanıyor.
Türkiye, AK Parti iktidarının politikalarıyla tohumda da başta İsrail olmak üzere büyük ölçüde dışa bağımlı ve ithalatçı konuma getirildi. Şimdi 104 yıllık bu tohum, bitki, hayvancılık merkezi konut ve rant hırsına feda edilmek isteniyor. İktidarı bir an evvel bu yanlıştan dönmeye enstitünün daha da ileriye gidebilmesi için tahsis edilen arazileri elinden almaya değil daha fazla kaynak tahsis etmeye çağırıyorum!
Avrupa Parlamentosu (AP) uygulanmayan AİHM kararları ve demokraside hızla geriye giden iktidarın uygulamalarını öne sürerek Türkiye’nin AB tam üyeliği müzakerelerinin askıya alınması, üyelik kapısının kapatılmasını öngören kararı kabul etti. Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un ortaya attığı AB dışında yeni bir kurumsallaşmaya giderek Avrupa Siyasi Birliği’nin kurulması çağrısında da tanımlanan coğrafi alanda Türkiye’ye yer verilmiyor!
AB Dönem Başkanı Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron geçen hafta dönem başkanı sıfatıyla Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada AB’ye üyelik süreçlerinin çok uzun sürdüğünü, AB mekanizmalarının işlemesinde bazı sorunlar olduğunu öne sürerek Avrupa için bir yeni yapılanma önerisi ortaya attı.
- AB dışındaki bu yeni yapılanmayı Avrupa Siyasi Birliği olarak adlandıran Macron Ukrayna’yı da kapsayacak bu siyasi birliğin, RusyaUkrayna savaşı sonrası ortaya çıkan yeni koşullarda ve değişen dengelerde hayati önem kazandığını vurguladı.
Macron’un önerisi, AB’nin varlığını mevcut durumuyla sürdürmesini ancak AB üyesi olmayan Avrupa ülkelerini de kapsayacak yeni bir birliğin oluşumunu içeriyor. Aslında halen AB üyesi olmayan Avrupa ülkelerini de kapsayan, Türkiye’nin de üyesi olduğu Avrupa Konseyi (AK) gibi bir kurum mevcut.
- Dolayısıyla AB ve AK dışında yeni bir siyasi birlik oluşumunun ne ölçüde kabul göreceği zaman içinde görülecektir.
Macron, bünyesinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ni de (AİHM) barındıran AK’nin Avrupa’nın en üst hukuk organı olduğunu, bu nedenle bir siyasi birliğe ve organa ihtiyaç olduğunu savunuyor.
- Ukrayna’nın AB üyelik başvurusu haziran ayında ele alınacak olsa da oldukça uzun bir süreç söz konusu.
O nedenle Macron, Ukrayna’yı, henüz AB üyesi olmayan batı balkan ülkelerini de kapsayacak böyle bir yapılanmanın gerekliliğini dile getiriyor. Macron’un Avrupa Siyasi Birliği önerisi aynı zamanda bu birlikte yer alacak ülkelerin Avrupa değerlerini özümsemeleri, benimsemeleri, demokrasi ve hukukun üstünlüğünü, temel insan hak ve özgürlüklerini güvenceye almış olmalarını öngörüyor.
- Macron’un gerek çizdiği coğrafi sınır gerekse sıraladığı kriterler AB üyelik müzakereleri benzer nedenlerle tıkanan ve kesilen Türkiye’yi dışlayan bir siyasi birliği işaret ediyor.
Nitekim Avrupa Parlamentosu geçen hafta kabul ettiği bir karar tasarısıyla Osman Kavala kararı başta olmak üzere AİHM kararlarını uygulamadığı, AB değerlerinden ve hukuk devleti ilkelerinden uzaklaştığını gündeme getirdiği Türkiye’nin AB tam üyeliği müzakerelerinin askıya alınmasını ve üyelik kapısının kapatılmasını kararlaştırdı. AP Dış İlişkiler Komisyonu’nda 7’ye karşı 54 oyla kabul edilen rapor ve karar tasarısında; “AB-Türkiye iş birliği hayati önem taşısa da temel özgürlükler, demokrasi ve hukukun üstünlüğü konularında önemli ilerleme olmaksızın, Türkiye’yle katılım müzakerelerinin yeniden başlatılması öngörülemez” denildi. AB müzakereleri tıkanan Türkiye açısından, daha gevşek bir siyasi birliği öngören Macron’un önerisi, Avrupa ile birliktelik yönünde yeni bir çıkış yolu gibi görünse de iktidarın mevcut siyasi zihniyeti ve uygulamalarıyla Avrupa Siyasi Birliği yolunun da Türkiye’ye açılmayacağını söylemek yanlış olmaz.
CB Erdoğan ve iktidar sözcülerinin bir yandan AB’ye suçlamalar, sert söylemler yöneltirken, AİHM kararlarını tanımayacaklarını ilan ederken ertesi gün dönüp AB üyeliğinden vazgeçmeyeceklerini ilan etmeleri sadece Avrupa’da değil dünyada da ciddiye alınmıyor. Ukrayna-Rusya Savaşı nedeniyle AB ve ABD açısından coğrafi ve stratejik olarak öne çıktığı için yeni bir yaklaşım sergilenen Türkiye ve CB Erdoğan’ın samimi kabul edildiğini söylemek güç.
- Tıpkı iktidarın her gün hatta saat başı değişen dış politika manevraları gibi AB ve ABD de şu an itibarıyla konjonktürel bir söylem ve yaklaşım sergiliyor.
Nitekim Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği girişimi konusunda Dışişleri Bakanı
Mevlüt Çavuşoğlu bu ülkelerle görüşmelerinde farklı ve olumlu bir tavır sergilerken, CB Erdoğan yaptığı sürpriz çıkışla kendi Dışişleri Bakanını açıkta bıraktı. Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğine olumlu bakmadığını söyledi. İsveç’in PKK’lılara kapılarını açtığını, teröre destek verdiğini ifade etti.
- Bilindiği gibi NATO’ya üyelik için tüm üyelerin oy birliği gerekiyor. Türkiye’nin ret ya da vetosu üyeliği olanaksız kılıyor. 30 NATO Üyesi ülkenin hepsinin firesiz EVET demesi gerekiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği girişimini mevcut durumda AB, NATO ve ABD ile bazı tavizler için pazarlık konusu yapmak istediğini söylemek olanaklı. Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine tepki gösteren, Rusya’nın güvenliği için tehdit olarak gördüklerini, ağır sonuçları olacağını açıklayan Putin ile de ilişkileri gözeterek bu tavrı sergilediğini öngörmekteyim.
Ukrayna Savaşı nedeniyle Rusya’nın Suriye’deki deneyimli kara ve hava birliklerinin bir kısmını çekerek Ukrayna’ya göndermesinin gündeme gelmesi, Rus güçlerin ayrılmasında doğacak boşluğun nasıl doldurulacağı tartışmalarına yol açtı. Suriye Devlet Başkanı Esad’ın Tahran’ı ziyaret etmesi Rus güçlerin yerini İran Devrim Muhafızları ve Şii milislerin almasını gündeme getirdi!
Rusya’nın Ukrayna’da yürüttüğü savaşta öngördüğü hedeflere ulaşmak için askeri varlığını artırma planları doğrultusunda, 2015’ten bu yana Suriye’de bulunan savaş deneyimli kara ve hava güçlerinin, silahlarının bir bölümünü çekmeye hazırlanması Suriye’de dengeleri değiştirebilecek, sıcak gelişmeleri hızlandıracak bir sürecin başlangıcı olarak görülmelidir.
Suriye’de büyük çaplı hava ve kara üsleri kuran aynı zamanda Tartus’ta Doğu Akdeniz’in en büyük deniz üssüne sahip olan Rusya’nın Suriye’deki asker sayısı 65 bin.
- Astana Mutabakatı çerçevesinde Suriye’de birlikte hareket etmelerine rağmen farklı yaklaşımlar sergileyen Türkiye, Rusya ve İran zaman zaman yaşanan anlaşmazlıklara rağmen bugüne kadar Rusya’nın ağırlığını koymasıyla süreci olabildiğince sorunsuz yürütmeyi başardı.
Suriye’deki iç savaşın en başından itibaren Esad yönetimine askeri ve siyasi olarak tam destek veren İran’ın Şam üzerindeki etkisi çok güçlü.
Şii İran ve Esad yönetiminin iş birliğini zayıflatmak isteyen Sünni-Vahabi-Selefi Arap ülkeleri ise bugüne kadar izledikleri Esad-İran karşıtı politikalardan dönüşe başlayarak, İran’ın etkisini azaltmak için Şam’la temaslarını artırdılar. Büyükelçiliklerini art arda yeniden açmaya yöneldiler.
- Bu konuda BAE, Kuveyt, Katar, Mısır en önce yer alıyor. Suriye’nin Arap Birliği’ne geri dönüşü için de zemin hazırlıyorlar.
Rusya’nın boşaltacağı alanları İran güçlerine, Devrim Muhafızları birliklerine ve Şii Hizbullah milis güçlerine devretmeye başladığı, Rusya’nın kontrolündeki ve üslerinin bulunduğu Türkiye sınırına yakın bölgelere de İran güçlerinin yerleşmeye hazırlandığı vurgulanıyor.
- Rusya’nın Suriye’den çekilirken İran’a alan açması ve ayrıldığı yerlere İran güçlerinin yerleşmesine olanak sağlaması önümüzdeki günlerde Türkiye-İran arasında gerilimlere, rekabete neden olacaktır.
Sınırımıza yakın Rus üsleri ve karakollarına da İran’ın yerleşmesi, Türkiye’nin güvenli bölge taahhüdü altındaki İdlib bölgesinde İran güçlerinin konuşlanması çatışmaya kadar varacak sonuçları yaratabilir.
- Rusya’nın kendi boşalttığı bölgeler için İran’a öncelik vermesiyle ortaya çıkabilecek gerginlikler Rusya-Türkiye ilişkilerine de yansıyabilir ve gerilimlere neden olabilir.
Rusya’nın kısmi çekilme hazırlıklarının gündeme gelmesinin hemen ardından Suriye Devlet Başkanı Esad’ın Tahran’a gitmesi ve burada Dini Lider Hamaney’in yanı sıra Cumhurbaşkanı Reisi, Savunma Bakanlığı ve Devrim Muhafızları komuta heyetiyle görüşmeler gerçekleştirmesi sürecin hızlı ilerleyeceğinin ve güneyimizde İran etkisinin artacağının işareti olarak görülmelidir.
- Dini lider Ali Hamaney’in Esad ile görüşmesinde medya önünde örtülü ifadelerle isim vermeksizin Türkiye’yi eleştirmesi, İsrail ile ilişkileri gündeme getirmesi, Tahran yönetiminin bakış açısını yansıtıyor.
İran’ın Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney görüşmede Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’a “Bize ve size komşu bazı ülkeler Siyonist rejimin liderleriyle ilişki kuruyor ve birlikte kahve içiyor. Ama aynı ülkelerin halkları Kudüs Günü'nde sokağa çıkıp Siyonizm karşıtı slogan atıyor” ifadelerini kullandı.
Gelişmelerin somutlaşmasının Türkiye-İran ilişkilerini olumsuz etkilememesini, agresif tabloların ortaya çıkmamasını umuyorum. Ancak,
- İran’ın askeri ve siyasi etkisinin artması, yayılması İsrail’i de harekete geçirecektir.
- Son dönemde normalleşme adımları atılan Türkiye-İsrail ilişkilerinde Suriye’de İran etkisinin artmasının yansımaları olacaktır.
- İsrail, İran’a karşı Türkiye’nin iş birliğini gündeme getirebilir. Bu yönde ABD baskısıyla da karşılaşma olasılığı söz konusu.
Son dönemde Rusya-İsrail ilişkilerindeki hızlı yakınlaşmayı göz önünde tuttuğumuzda Rusya’nın İsrail ile arasının bozulmasına yol açabilecek olası İran hamlelerine izin vermeyeceğini, muhtemelen bu konuda İsrail’e güvence vermiş olabileceğini öngörmekteyim.
Rusya’nın Suriye’den tümüyle çekilmesi söz konusu olamaz. Aksi halde sıcak denizlerdeki, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’daki iddiasını kaybeder. Putin, bunu göze almaz ama İran’ın Şam üzerinde ağırlığının artacağı, Irak yönetimi üzerindeki etkisinin ve Lübnan’daki ağırlığının güçleneceği bir süreç söz konusu olacaktır.
Diğer yandan ABD ile yürütülen nükleer müzakereler ve olumlu sonuçlanırsa ABD yaptırımlarının kaldırılması beklentisi, kanımca İran’ı Suriye’de agresif tutum takınmaktan, yeni gerilim ve çatışmalar yaratmaktan alıkoyacak, temkinli davranmaya zorlayacaktır.
- Türkiye'nin Suriye’de ortaya çıkacak yeni durumda izleyeceği politikanın ne olacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz.
ABD yönetiminin Fas’ta düzenlenen uluslararası toplantıda Suriye’nin Kuzeyinde PYD-YPG ve TSK kontrolündeki bölgelerde petrol-doğalgaz çıkarımı ve üretimi dışında yapılacak yatırımları Sezar yaptırımlarından istisna tutacağını duyurması, buralara yatırım yapacaklara ‘YAPTIRIMLARDAN MUAFİYET LİSANSI’ verileceğinin açıklanması zamanlama açısından dikkat çekici!
Fas-Marakeş’teki uluslararası toplantıya katılan 70’in üzerinde ülkenin katkılarıyla Suriye’nin kuzeyindeki yatırımlar için toplanan 350 milyon dolarlık kaynağın, ABD’nin desteklediği PYD-YPG bölgelerinde ve TSK kontrolündeki yerleşimlerdeki yatırımlar için kullanılacağının açıklanmasına karşılık CB Erdoğan; bunun kabul edilmeyeceğini, ABD’nin terör örgütlerine desteği karşısında Kuzey Irak’ta ne yapıldıysa, Kuzey Suriye’de de aynısının yapılacağını söyledi.
Dolayısıyla ABD’nin Kuzey Suriye planlarını hayata geçirmeye yönelmesinin Türkiye-ABD arasında yeni bir gerginliği gündeme taşıyacağı anlaşılıyor!
Yeni Soluk
Yorum Yap