Coğrafya bir kaderdir, o kaderi yazan da değiştiren de insandır....

Coğrafya, yalnızca dağların yükseldiği, ırmakların aktığı, toprakların genişlediği bir alan değildir. Coğrafya, insanın kaderini, dilini, kültürünü ve yaşamını yoğuran büyük bir yazgıdır. Ancak bu yazgı, bazen insanın üzerine bir zincir gibi kapanır, bazen de bir kapı aralar özgürlüğe.
 
Ahmet Arif’in dizeleriyle konuşursak:
"Sana bana zulüm kaldı,
Kan dağlarına…
Sana bana hasret kaldı,
Bir de karanlık…"
 
Bu coğrafyanın dağlarında büyüyen, dumanını yudumlayan, yoksulluğu bir yazgı değil, bir direnç meselesi olarak gören kürt halkı, tarih boyunca hem tabiatla hem de onun üzerinden şekillenen siyasetin baskısıyla sınanmıştır. Ağır kışlar, taşlı yollar, susuz ovalar... Ama daha da ağır olanı, diline vurulan prangalar, kültürüne indirilen darbeler ve varlığına duyulan tahammülsüzlüktür.
 
Kimlikleri inkar edilen bir halk! 
 
Yaşar Kemal’in romanlarında da gördüğümüz gibi, Anadolu’nun her bir köşesi ayrı bir ağıt, ayrı bir mücadele hikayesidir. İnsan, toprakla hemhal olur, toprakla var olur. Ama ya o toprak, insanı her adımda daha da yoksullaştırıyorsa? Ya o toprak, her gün bir kimlik mücadelesi veriyorsa?
 
Bir zamanlar dağ köylerinde yoksulluk içinde büyüyen Delil’in hikayesi bu. Annesi, sırtında odun taşırken, babası köyün kışına karşı direnirken hayatı öğrenmişti. Ama Delil’in kaderi yalnızca köyün kışını aşmak değil, o kışı şehir ışıklarıyla aydınlatmaktı. Köydeki okul yetersizdi, kitap bulmak zordu, ama onun içindeki ateş her zaman büyüktü. Bu ateş, bir gün üniversite kapısında yandı. Büyük bir şehirde, İstanbul’da...
 
Orada, bir başka coğrafya ile karşılaştı. Taş yolların yerini asfalt, yalın ayakların yerini parlak ayakkabılar almıştı. Ancak asıl fark, insanların hikayelerindeydi. Orada, Kürtçe’nin yok sayıldığı, kimliğin inkâr edildiği bir geçmişi unutan, "modern" diye nitelendirilen ama vicdanını kaybetmiş bir başka hayat vardı.
 
Direne direne değiştireceğiz! 
 
Coğrafya bir kaderse, bu kaderi değiştirmek mümkündür. Tıpkı Ahmet Arif’in dediği gibi:
"Sarı sıcak bir yazdır o,
Ve yalnızlıktır
Ve serhıldanlar gibi köpürür…"
 
Delil’in köyden şehre yolculuğu, yalnızca bireysel bir yükseliş değil, bir halkın mücadelesinin sembolüdür. O, şehirde kendi dilini, kültürünü, tarihini unutmadan bir aydın oldu. Üniversitede, çocukken hayal bile edemediği kitapları okudu. Felsefe ve siyasetle tanıştı. Ama her zaman, köyünün taşlı yollarında yürüyen annesinin sesini, babasının toprağı işlerken terini unutmadı.
 
Bir gün köyüne döndüğünde, elinde kitaplarla çocuklara bir şeyler anlatıyordu. "Bu coğrafya bizim kaderimiz," diyordu, "ama bu kaderi değiştirecek olan yine biziz."
 
Topraklarımız umudun hikayesidir! 
 
Bu toprakların hikayesi, yalnızca acının değil, aynı zamanda umudun da hikayesidir. Çünkü coğrafya, bir sınavdır; o sınavı geçmek, insanın iradesine, direncine ve dayanışmasına bağlıdır. Kürt halkı, coğrafyanın sunduğu zorlukları aşmayı, karanlığa ışık yakmayı başaran bir halktır.
 
Ahmet Arif’in dediği gibi:
"Dağlarına bahar gelmiş memleketimin…"
O bahar, yalnızca doğanın değil, insanın ve halkların baharıdır. Coğrafya bir kaderdir, ama o kaderi yazan da değiştiren de yine insandır.
Çetin Yılmaz